Gördüğüm anda en etkilendiğim insan: Marilyn Monroe

İnsan, nadiren kafasının arkasında bir bahçe hortumu varmış gibi hissediyor. Şimdi o haldeyim. Sanki ‘‘her şeyi bilen adam’’la karşı karşıyayım. Sormak istediğim sorunun haddi hesabı yok. Her şeyi ama her şeyi öğrenmek isteyen biriyim. Beynimin arkasındaki hortumdan sorular fışkırıyor.

*

Ama o benimle aynı havada değil.

Sakin.

Benim heyecanla havaya savurduğum sözcükleri alıp yavaş ve yumuşak cevaplar şeklinde bana iade ediyor. Soruyla cevap arasında bir düşünme zamanı oluyor.

Ben o arada yüzüne bakıyorum.

Çizgilerine takılıyorum. Pür dikkat onu izliyorum. Sonra dudakları kıpırdamaya başlıyor. Haybeye konuşmuyor. Ağzından çıkanı kulağı mutlaka duyuyor.

Tuhaf!

Bir süre sonra ben de sakinleşiyorum. Ritmini bana geçiriyor, kabul ettiriyor.

Hayat yavaşlıyor...

*

Çok özür dilerim...

Belki bana kızacak ama ne yapayım, bu da benim izlenimim: Bir an geliyor Anthony Hopkins'e benziyor, öyle aristokrat; bir an geliyor Marlon Brando'ya, öyle serseri. 71 yaşında ama son derece diri, dinamik, etkileyici. ‘‘Gençliğinizde çok yakışıklıymışsınız!’’ deyince, ‘‘O zaman kimse bir şey söylememişti şimdi gençken iyiydin diyorlar!’’ diyor.

Yine de bir şeyleri ıskalamış bir adam gibi durmuyor.

Müzikten kuantum fiziğine kadar hayatın her alanında süzdüğü bir şeyler olan ve onları paylaşmaktan hoşlanan biri.

Of yani.

‘‘Hayat’’, Engin Geçtan'ın son kitabı. Metis'ten çıktı. Denk düşmedi uzun süre röportaj yapamadım. Nihayet yakaladım. ‘‘Çekirge ve hoca’’ gibi Allah ne verdiyse sordum...


Gördüğünüz anda en etkilendiğiniz insan neden Marilyn Monroe?

- Çünkü yaydığı ışık muazzamdı. Var olmamanın pırıltısı...

O nasıl bir şey?

- Kara deliklerin pırıltısı gibi. Seneler önceydi New York'ta bir film galasında ortalık karıştı, ne olduğunu anlayamadan birden kendimi Marilyn Monroe'yla karşı karşıya buldum. Yanında güzelliğini daha da ortaya çıkaracak bir unsur vardı tabii: Hindi suratlı Arthur Miller! Ben ona bakarken inanılmaz bir duygu yaşadım. Güzellikten öte bir şeydi gördüğüm. Yıllar sonra fark ettim: Var olmamanın pırıltısıydı. Arkasında bir şey yok. Hiçbir şey olmadığı için o pırıltı var.

Başka bir örnek?

- Cahide Sonku. O da öyleydi. Gördüğün zaman başka bir şey göremezsin. Öte bir şey. Bir yanlışlık vardır öte şeylerde...


Fazlasıyla utangaç bir kitap


Siz bu kitabı bize neyi göstermek için yazdınız?

- İleri yaştaki bir adamın dünya görüşünü insanlarla paylaşmak isteğinden başka bir şey değil benimki.

Psikiyatri profesörü olmasaydınız da yazabilir miydiniz?

- Başka bir mesleği icra eden ikinci bir Engin Geçtan yok ki, kontrol grubu olarak kıyaslayayım. Düşünün ki, 45 yıl boyunca pek çok insanın hayatını paylaştım. Onlar sürekli benim hayatıma bir şey kattılar ve beni zenginleştirdiler...

İyi de pek çok psikiyatr var neden siz bunları damıtabildiniz?

- Hepimiz yapıyoruz. Kendiliğinden oluşan bir şey. İnsanın yaşı ilerledikçe daha belirgin hale geliyor. Süzme süreciniz için daha çok zamanınız olmuş oluyor.

Siz bizi eğitmek mi istiyorsunuz, bize birtakım yanlışlarımızı mı gösteriyorsunuz?

- Hayır kesinlikle öyle değil.

Ama siz bizden daha iyi görebiliyorsunuz?

- Böyle bir kıyaslama doğru değil. Benim göremediğim şeyleri de siz görüyorsunuz. Hepimizin daha iyi görebildiği ve göremediği şeyler var.

Ama ben o ‘‘Hayat’’ kitabında kendi yanlışlarımı görüyorum. Siz bana ayna tutuyorsunuz.

- Bu soruya şöyle cevap vereyim: Kitap taslak halindeydi. Yayıncım okudu ve dedi ki: ‘‘Bu kitap biraz fazla utangaç değil mi?’’ Grafiker arkadaşımız ise ‘‘Fazla mütevazı’’ bulmuş. Hoşuma gitti. Antik Yunan tiyatrosunda bir kural vardır: Katarsis, seyirciye aittir. Yıllar önce, tiyatronun politize olduğu dönemde Ankara'dayım. Politik mesajlı bir oyun oynanıyordu. Oyunun sonunda oyuncular sahneye çıkıp ‘‘Bağımsız Türkiye!’’ diye bağırdılar ve ben çok rahatsız oldum. Çünkü onlar bağırdılar. Oysa beni bağırtmalıydılar. Bu kitap da farkındaysanız, okuyucu bir yere kadar getirip, bırakıyor. Ötesi onlara ait...

Bir psikiyatrın hayatı algılaması diğer insanlardan, diğer mesleklerden farklı mı?

- Ben başkaları adına konuşamam. Tarafım!

Ama bir marangoz olsaydınız bu kadar çok insan öyküsü dinliyor olmayacaktınız!

- Ben dinlemiyorum ki. Paylaşıyorum. Bazen ‘‘Nasıl dinliyorsunuz o kadar insanı?’’ derler. Valla benim odam, hiç öyle ‘‘dinlenilen’’ bir yer değil. Her türlü şeyin yaşanabildiği gayet dinamik bir yer. Ne zaman neyin konuşulacağı ve neyin olacağı hiç belli olmaz. Yani dinlemek sözcüğü benim yaşadığım psikiyatriye uymuyor. Edilgen bir konum...


SEVDİĞİM İÇİN SENİNLE BAŞ EDECEĞİM

İnsanları sevebilmek için onlarla baş edebilecek yöntemleri geliştirmiş olmak gerekir. Ben bir insanla içten bir ilişkim olduğuna inanıyorsam ve o bana yanlış gelen bir şey yapmışsa, ben bir şekilde onun hesabını dürmeliyim. Yoksa kafamın bir yerinde şerh olarak kalacak. Onu sevdiğim için bunu yapmalıyım. ‘‘Ayıp olur’’ diye kendimi engellersem, bazen korkunun ya da yüreksizliğin de adı ayıp olabilir; içimde biriken kızgınlığın bedelini daha ağır öderim...
Yazarın Tüm Yazıları