Geçmişimizdeki eğlenceli bekâret meseleleri

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Bekâretlerini muhafaza için sabahlara kadar gözlerini kırpmadan nöbet tutup uykusuz kalan hanımlara müjde: Derdinizin dermanı İstanbul Üniversitesi Kitaplığı'ndaki 7152 numaralı elyazmasında. Kitap uçup gigitmiş bekâretleri geri getirmenin yollarını anlatıyor, bu işin bazı ilâçlarla yapıldığından bahsediyor ve reçeteler veriyor. İşte, o reçetelerden birkaçı...

Bugünlerde başbakanından tutun, sokaktaki adamına kadar hemen herkes bekâretten ve bekâretini korumak uğruna sabahlara kadar gözünü kırpmadan nöbet tutan bazı hanımlardan söz ediyor.

Bu tartışma beni ziyadesiyle duygulandırdı. Ellisini geride bırakmış hanımların bekâretleri uğruna seneler boyu uykusuz kalmalarından büyük üzüntü duydum bu hanımlara, akıllarının bir köşesinde tutmaları için çok önemli bir sır vereyim dedim: Uçup giden bekâretlerine yeniden sahip olabilmelerinin sırrını...

Bekâreti geri getirmenin usulleri, asırlar öncesinden kalma bir elyazmasında gizli. Kitabın adı ‘‘Bahname-i Pâdişahi’’, yazarının ismi Nâsıreddin-i Tûsî ve eser İstanbul Üniversitesi Kitaplığı'nda, 7152 numarada saklanıyor.

Önce, ‘‘bahname’’nin ne olduğunu söyleyeyim: Arapça'da ‘‘şehvet’’ ve ‘‘cinsel ilişki’’ demek olan ‘‘bah’’ sözüyle Farsça'da ‘‘kitap’’ mânâsına gelen ‘‘nâme’’nin birleştirilmesiyle yapılmış bir kelimedir. ‘‘Cinsellikten bahseden kitap’’ demektir, bu kitapların tarihi yüzlerce sene öncesine dayanır, bazıları geçmişin en büyük âlimleri tarafından kaleme alınmışlardır ve kitaplıklarımızda bol miktarda örnekleri vardır.

İşte, zamanımızdan 900 yıl önce yaşayan ve klasik astronominin kurucularından kabul edilen Nâsıreddin-i Tûsî de ‘‘bah’’ ilmiyle uğraşmış bilginlerden ve kaleme aldığı ‘‘bahname’’ de bu konudaki en meşhur eserlerdendir. Farsça'dır, İlhanlı devletinin sultanı Gazan Han'ın oğlu Ebu'l-Muzaffer'e ithaf edilmiş, zamanla büyük şöhret kazanınca birçok dile çevrilmiş, 15. asırda da Salâhaddin adında bir zat tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir.

18 bölümden meydana gelen bahnamenin 16. ve 17 bölümleri, hanımlara bekâretlerini geri getirebilmelerinin yollarını öğretir. Tusi'ye göre bu işin sırrı özel bazı ilâçlarda gizlidir ve itinayla kullanıldıkları taktirde kadınların yeniden ‘‘kızoğlan kız’’ gibi olmalarını sağlayacaktır.

İşte, atalarımızın bekâretini kaybetmekten korktukları için mâlum işi bir türlü edemeyen her yaştan hanım için hazırladıkları reçetelerden birkaçı... Yalnız şurasını unutmayın: Bunları ben yazmıyorum, dokuz asır öncesinin meşhur âlimi Nâsıreddin-i Tûsî yazıyor. Dolayısıyla ben onun yalancısıyım ve denenmesiyle doğabilecek problemlerin sorumluluğu da bana değil, Nâsıreddin-i Tûsî'ye aittir...

Eskimiş bekâreti tazeleme reçetesi

Nâsıreddin-i Tûsî Bahnamesi'nin 16. ve 17. fasılları, giden bekâreti geri getirmenin ve bazı işleri bekâreti kaybetmeden yapabilmenin yollarını anlatıyor. Tûsî'nin yazdıklarının bir kısmını bugünün diline naklederken reçetelerde metinde geçen bazı maddelerin günümüz eczacılık literatüründeki karşılıklarını da parantez içinde gösterdim:

‘‘16. FASIL - Avratların bekâretini kız oğlan gibi kılan ilâçlar: Evvelâ iki dirhem âkır-ı karhâ otu (anacyclus pyrethrum), beş dirhem teke sakalı otu, on altı dirhem saf şarap ve yarım dirhem mersin yemişi alalar. Bunların tamamını bir çömleğe koyalar, yeteri kadar su ilâve edeler ve suyla şarap uçup gidinceye kadar kaynatalar. Kaynama sırasında avrat gelip çömleğin yanına otura. Eline temiz bir bez parçası ala, kaynayan suya batıra ve buharını yedi kere tutup yedi kere bezi sürüne. Ondan sonra çömleği ateşten indireler. Bu şekilde kullanılırsa, bekâret eskisinden de sağlam ola.

İlâcı sürmenin bir başka yolu daha vardır: Avrat temiz bir bez parçasını o suyla ıslatıp bir saat kadar bekleye. Sonra, her saat başı sürüne ve bu işe birkaç saat devam ede. Bekâreti öylesine sağlamlaşır ki, genç kızlarınkinden hiçbir şekilde ayırdedilemez. Avrat o suyu saklaya ve ihtiyaç vaktinde tarif edildiği gibi yeniden sürüne.

17. FASIL - Avratların hamile kalmasını önleyen ve bekâretlerini her daim sağlam tutan ilâçlar: ‘‘Rezaki’’ denilen üzümün suyuna bir tutam misk katalar, iyice karıştırıp temiz bir bez bezle parçasıyla erkek gelmeden evvel mâlum yerlerine süreler. Avrat kız oğlan kız gibi olur ve asla hamile kalmaz.

Bunlardan başka sadece hamile kalmaya mani olan amma bekâreti geri getirmeyen bir başka ilâç daha vardır ve o da şudur: Birer ölçü sığır otuyla kuzu otunu bir dirhem susam yağıyla iyice karıştırıp sürüneler. Asla hamile kalmazlar’’.

Bakirenin böylesi çok canlar yakar

Fotoğrafını gördüğünüz çelikten imal edilmiş hanımın ismi, ‘‘Nürnberg Bakiresi’’.

Engizisyon'un Avrupa'yı kasıp kavurduğu devirlerde sık kullanılan bir idam âleti. Cadılık ettiklerini yahut ruhunu şeytana sattıklarını itiraf eden ama diri diri yakılmak gibi ‘‘asil’’ bir cezaya lâyık görülmeyen mahkumlar için kullanılmış. Kurban kadın yahut erkek olsun hiç farketmiyor. Mahkumu anadan doğma soyuyor, elleriyle ayaklarını bağlayıp bakirenin içine koyuyor ve sonra kapağı kapatıveriyorlar. Dışarı sızan kan cadının ruhunun temizlendiğini ve şeytanın çıkıp gittiğini gösteriyor guya... Cezanın infazı işte bu kadar basit.

‘‘Allah böyle bakirenin eline kimseyi düşürmesin’’ demekte haksız mıyım?

Bekâret kemerine boynuzlu mühür

Hani yüzyıllar önce savaşa giden Avrupa şövalyeleri eşlerine bekâret kemeri takar, kilit yerini balmumuyla mühürler ve anahtarı da alıp götürürlermiş ya...

İşte günün birinde bu kemerli hanımlardan biri sefere çıkmayan bir lorda gönül verir. Aşk-meşk derken işi daha da ileri götürmek isterler. Tam ‘‘Ne olursa olsun’’ deyip kemerin mührünü söktükleri anda borular çalar, trampetler vurur ve seneler önce savaşa giden koca şatonun önünde görünüverir. Mührü söken lord ‘‘Adam hasret ve telâş içindedir, büyük ihtimalle anlamaz’’ deyip hemen balmumunu eritir, kemerin kilidine döker ve üzerinde kendi aile armasının bulunduğu mührünü balmumuna basıverir.

Ama seferden dönen kocanın senelerdir çektiği hasrete rağmen karısının kemerindeki mührü kontrol edeceği tutar. Bakar ve kendi armasının yerinde bir başka arma görür: Bir çift boynuz... Komşu lordun aile arması bir çift boynuzdur.

Asırlar öncesinden bugünlere ulaşan ‘‘boynuzlu’’ kavramı, bu hadisenin hatırasıdır.

Eski zamanlardan bekâret fıkraları

Söz bekâretten açılmışken eskilerden kalan ve pek bilinmeyen birkaç bakire fıkrası nakledeyim dedim:

Paşa hazretleri gözünün nuru bir tanecik oğlunu dünya güzeli bir kızla evlendirir. Dillere destan bir düğün yapar, delikanlıyı gerdek odasının kapısına kadar götürür, sonra da evlâdına karşı bütün vazifelerini tamamlamış olmanın huzuruyla kendi dairesine çekilir.

Ertesi sabah oğlu beş karış suratla gelir ve elemli bir haber getirir : ‘‘Bakire çıkmadı paşababa’’.

Paşa tabii ki küplere biner ama ortalığa rezil olma endişesiyle ‘‘Bundan sakın bir başka yerde bahsetme’’ der oğluna. ‘‘Biraz zaman geçsin, boşayıp evine yollarsın. Ben daha güzelini bulurum sana’’.

İşte tam sırada, üst kattan genç gelinin içler paralayan feryadı işitilir. Hemen yukarıya, kızın odasına koşarlar. Kocasıyla kayınpederini karşısında merak içinde gören gelin ‘‘Mühim birşey yok paşababacığım’’ der. ‘‘Kulağımı deldirirken biraz canım yandı da, onun için çığlık attım’’.

‘‘Böylesi de olmaz ki kızım’’ diye kükrer kayınpeder... ‘‘Sen babanın evinde deldireceklerini kocanın, kocanın evinde deldireceklerini de babanın evinde deldiriyorsun...’’

Uzaklardaki vilâyetin paşası, hükümdarın gözüne girebilmek için dünya güzeli bir cariye yollar saraya. Gözleri kamaştıracak, nefesleri kesecek hoşlukta genç bir bakire...

Ama sarayda nasıl olursa olur, padişahın delikanlılığa daha yeni adım atmış oğlu babasından önce beraber olur cariyeyle. Kızcağız korkudan ağzını açıp tek bir söz bile edemez.

Aradan birkaç gün geçer, cariyenin ‘‘nöbeti’’ yani hükümdara gece döşek yoldaşlığı etme sırası gelir ve baklayı ağzından o zaman çıkartır. Haremağaları vaziyeti hükümdara söylemeye korkup vezire naklederler, vezir kelleyi koltuğa alır, huzura çıkar ve padişaha hadiseyi anlatır.

Önce bir hayli hiddetlenir hükümdar... Derken ‘‘Demek ki oğlum erkek olmuş’ diye düşünüp biraz teselli bulur ama işi pek alttan almak istemez. ‘‘Git ve şu namussuzu iyice bir haşla’’ buyurur vezire.

Vezir hemen delikanlının dairesine geçer ve ‘‘Efendimiz pek hiddet buyurdular şehzadem’’ gibisinden birkaç söz eder. ‘‘Cariyesinin bekâretini bozmuşsunuz. Nasıl oldu bu iş?’’

‘‘Vallahi kasden bozmadım’’ der şehzade... ‘O sırada bozulmuş olacak!..’’



Yazarın Tüm Yazıları