Geçmişi yakaladık, geleceği yakalayabilecek miyiz?

Haberin Devamı

DÜNYADA ilk  metro 1863’te Londra’da açılmış. Yani bizim İzmir Metrosu’nun son açılan Hatay ve İzmirspor istasyonlarından tam 150 yıl önce. Zaten İzmir’deki ilk metro seferleri de 2000’de başlamıştı. Aradaki yaklaşık 1.5 asırlık fark bir anlamda iki kent arasındaki gelişmişlik ve yaşam kalitesinin farkının da göstergesi.
Medeniyet ve teknolojinin imkanlarından yararlanmak için bugüne kadar geciktik ama geleceği ne ölçüde yakalayabileceğiz asıl buna bakmak gerek. Örneğin, ABD ve Almanya’da 2013’te test sürüşlerine başlanan şoförsüz otomobiller yine 1.5 asır sonra mı Türkiye’ye gelecek? “Haydi Düldül eve” dediğinizde siz arka koltukta oturup gazetenizi okurken “Düldül” adını verdiğiniz otomobiliniz otomatik pilotla sizi evinize götürecek ve kendi kendine park edebilecek.
Google’un kurucularından Sergey Brin’e göre sürücüsüz otomobiller bazı yerlerde beş yıl içinde düzenli kullanılmaya başlayabilecek. Verilen rotaya göre yönünü tayin edip sensörler aracılığıyla öndeki ve arkadaki araçlarla mesafelerini ayarlayıp hızlanan ya da yavaşlayan bu otomobiller üzerinde General Motors, Ford ve Mercedes yoğun bir şekilde çalışıyor.  Daha ileriki aşamada birbirleriyle araçtan araca iletişim halinde olarak hareketlerini buna göre ayarlayıp riski sıfıra indireceği belirtiliyor.
Yeni metro istasyonları, yeni altyapı yatırımları hepsi güzel ama Batı’yla aradaki farkı kapatabilmenin tek yolu geleceği yakalamaktan geçiyor. Yıllardır ‘Bilişim Vadisi’ olmaktan söz edip henüz çok az adım atan İzmir neden böyle vizyonlar geliştirerek mesela sürücüsüz otomobillerin ilk kullanılacağı kent olmasın? Böylece tarihten gelen öncü kent özelliğini de yeniden yakalama fırsatını eline geçirmiş olur.
Unutmayalım, hayal etmek bile bir işin yarısının yapılmış olması demektir.

Haberin Devamı

Geçmişi yakaladık, geleceği yakalayabilecek miyiz

SÜRÜ

Yeni yıla çocuklarla birlikte girmek için birkaç günlüğüne İstanbul’daydım. İzmir’e söyleniyoruz ama onca yol, tünel yapılmasına rağmen İstanbul trafiği gerçek bir kabus. Normal şartlarda 15 dakikada gidilebilen mesafelerin 1-1.5 saatte alınabildiğine şahit olduğumdan, ulaşımda tren, metro, tramvayı tercih ettim. Bazı saçmalıklar dışında da genellikle de memnunum. Ama yaşadığım bazı olaylar vardı ki güleyim mi, ağlayayım mı bilemedim.
Bir zamanlar Paris’ten kalkarak boydan boya Avrupa’yı geçip İstanbul’a ulaşan, birçok filme ve kitaba konu olan ünlü Orient Express’in (Şark  Ekspresi) son durağı Sirkeci Garı’dır. Bugün çoğunlukla banliyö trenlerine hizmet veren Sirkeci Garı’nda peronlara sıralanan trenler 10-15’er dakika aralıklarla hareket ediyor. Özellikle akşam ve sabah saatleri hayli kalabalık olduğu için yolları uzun olan yolcular oturarak gidebilmek için bir sonraki trenin kalktığı perona geçip oturuyor. Biz de öyle yaptık. 1’nolu perondan kalkacak olan tren dolu olduğu için 2 no’lu perondan kalkacağı yazan banliyö trenine yöneldik. Ancak bindiğimiz tren bomboştu. Buna karşılık 3 no’lu perondaki tren dolmaya başlamıştı. Herhalde bizde yanlışlık var diyerek 3’nolu perona yöneldik. Her ihtimale karşı vagondaki yolculara sorduğumuzda o trenin kalkacağını öğrenip boş bulduğumuz koltuklara kurulduk. Ama trenin dolup hareket etmesine beş dakika kala ne söylendiğini anlayamadığımız bir anonsla birlikte bütün yolcular yerlerinden fırlayıp bizim başkalarına bakarak binmekten vazgeçtiğimiz 2’nolu perondaki vagonlara koşmaya başladılar. Tabii biz de peşlerinden. Oturarak gidebilmek için o kadar bekledikten sonra ayakta gitmek de vardı. Neyse son kalan iki koltuğa eşimle birlikte oturabildik.
Ama o da ne? Aradan bir dakika geçmeden yine anlayamadığımız bir anonsla yolcular yerinden fırlayıp bu defa bazıları birinci perondaki vagonlara, bazıları ise üçüncü perondaki trene koşmaya başladı. Dışarı çıkıp bir o yana bir bu yana bakıp insanların ne yaptığını anlamaya çalıştık. Sonra bazı kişilerin de bizim kapısında durduğumuz vagona doğru koşmaya başladığını görünce geriye dönüp bir daha kalkmamak üzere yerlerimize oturduk. Nasıl olsa ama 5 ama 15 dakika sonra bu tren de kalkacaktı. Camdan baktığımda her üç perondaki vagonların hepsinin dolu olduğunu gördüm. Artık hangisi önce kalkarsa ona binenler şanslı olacaktı. Kalkan tren bizimki oldu. En başta binip kimse yok diye indiğimiz 2 numaralı peronun treni.
İşte sürüye kapılmak böyle bir şey. Hangi perondaki trenin saat kaçta hareket edeceği yazılı olduğu halde kimse okumuyor, birilerinin peşlerine takılıp gitmek kolayına geliyor. Birileri fırlayıp koşunca ne olduğunu anlamadan peşinden koşuyor.
Okumayı ve sorgulamayı sevmeyen Türkiye’de insanları peşinizden sürüklemeniz çok kolay. Yeter ki öncü ve lider olmayı bilin.

 

Yazarın Tüm Yazıları