Geç kalmanın faturası ağır oluyor

Oyunu kurallarına göre oynamadığımız, karar vermekte gecikip zamanlamayı kaçırdığımız zaman kendi kendimizi zora sokuyoruz. Kıbrıs ve Ermeni sorunu bunların en açık örneklerini oluşturuyor.

Çoğu zaman, haklı olduğumuz davalarda köşeye sıkışıyoruz. Bu durumlarda da, sadece dışımızdakileri suçluyoruz. Üstümüze gelindikçe daha çok kızıyor ve Uluslararası bir komplo ile karşı karşıya kaldığımız sonucuna varıyoruz.

Uluslararası ilişkiler büyük bir oyundur. Güçlü olan güçsüzü yutmak veya elini kolunu bağlamak ister. Eğer, küçük veya güçsüz görünen oyunu iyi oynar, zamanında önlemlerini alırsa, o zaman tuzaklara düşmez. Onu tuzağa götürmek isteyenleri mat edebilir.

Ülkemiz şu anda buna benzer durumlarla karşı karşıya : Öcalan‘ın yeniden yargılanması Kıbrıs sorunu ve Ermeni iddiaları.

Öcalan’ın yargılanması konusunda elimiz ayağımız bağlı durumda. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uyacağımızı açıkça belirtmiş ve Anayasamıza bunu koymuşuz. Dava sırasında birileri akıl edip biraz daha duyarlı davransaydık, bugünkü duruma düşmeden kurtulamaz mıydık?

Gelelim Kıbrıs sorununa...

Türkiye 1974’ten bu yana Kıbrıs konusunda daha aktif olsaydı, işi son dakikaya bırakmasaydı bugün Papadopulos efendi böylesine rahatça konuşabilir miydi?

Ermeniler yıllar boyunca soykırım iddialarını dünyaya kabul ettirirken, bizler uyumasak ve doğrularımızı anlatabilmiş olsaydık, Koçaryan bu konuşmaları yapabilir miydi?

Bence, hayır yapamazlardı.

Bizler sorunların üstüne gitmek yerine, karar vermekte geciktikçe işi zorlaştırmıyor muyuz?

Fazla ileri gitmeyelim, ekonomik kararlarımıza bakalım yeter. Yıllar boyunca çarpık bir sistemle yaşadık. Kazandığımızdan fazla harcadık. Nelerin düzeltilmesi gerektiğini bilmemize rağmen bir türlü adım atmadık. Sonunda iflas masasına oturmak zorunda kaldık. IMF’in müdahelesine teslim olduk. Bir takım düzenlemeleri IMF gelmeden yapamaz mıydık?

Uluslararası ilişkilerde kimse kimsenin gözünün yaşına bakmaz. Dostluk, kardeşlik yoktur. Ya oyunu iyi oynarsınız veya ağır fatura ödersiniz.

İnşallah bütün bu yaşadıklarımız bize ders olur da, bundan sonra farklı davranırız. O zaman da, karşılaşacağımız çifte standartlara, haksızlıklara dahna etkili şekilde meydan okuyabiliriz.

Haksız mıyım?

* * *

ATASAGUN, MİT’İ BİZE SEVDİRDİ...

Şenkal Atasagun benim Galatasaray’dan sınıf arkadaşımdır. Şevket Altuğ, Hüseyin Yarsuvat, Ünal Aysal ile en eğlenceli gruplardan biriydik. Liseden sonra hepimiz bir yerlere dağıldık. Tekrar buluştuğumuzda, ben gazeteci, Şevket tiyatrocu, Hüseyin avukat, Ünal’da ünlü bir işadamı olmuştuk. Şenkal’ın MİT’e girişini 70’li yıllarda garipsedik. Zira MİT korku yaratırdı. Solcu kovalar, sağdan soldan duyulan dedikoduları rapor yapar ve nice insanın hayatını karartırdı. Bundan dolayıda sevimsiz, önünden geçilirken kaldırım değiştirilen, bulaşılmaması gereken bir kurumdu. Başına daima bir general atanır ve Genelkurmayın denetiminde çalışırdı.

Değişimin ilk işaretleri, MİT’in başına Büyükelçi Sönmez Köksal’ın atanmasıyla ortaya çıktı. Yıllar boyunca çatık kaşlı ve kışla nizamıyla yönetilmiş bir kurum, ilk defa farklılaşmaya başladı. Ardından, bu defa teşkilatın içinden ilk sivil atama (1998) yapıldı. Şenkal Atasagun, içinden çıktığı MİT’i çok değiştirdi.

Doğrusu, bizde MİT’i bu dönemde daha yakından tanıdık. Teşkilatın bir umacı olmadığı, çalıştırdığı insanların son derece değerli olduklarını anladık.

Şenkal Atasagun, işte bu açıdan Teşkilata büyük katkıda bulundu. Ortalarda görünmeyen, kimselerle konuşmayan müsteşarlar imajını değiştirdi. Olabildiğince şeffaflaştırdı. Gazetecilerden kaçmadı. Aksine, zaman zaman toplantılar yaptı ve gelişmeleri anlattı. Özellikle Öcalan’ın infazı gündeme geldiğinde, Atasagun, idamın askıya alınıp Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının beklenmesi için son derece etkin bir rol oynadı.

Çalışmalarında ne kadar etkili ve başarılı olursa olsun, işin reklamına kaçmadı, kibirlenmedi. Hem Teşkilat içinde, hem dışarda alçak gönüllülüğü elinden bırakmadı.

7 yıl süreyle müsteşarlıkta kaldı ve yine ilk defa, süresi dolmadan emekliliğini istedi. Şenkal Atasagun, her yönüyle örnek bir yönetici oldu.

* * *

GALİBA, SAĞDUYU KAZANIYOR...

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Öcalan’ın yeniden yargılanmasıyla ilgili kararını büyük bir kaygıyla beklemiştik. Kaygımız, kararın açıklanmasıyla birlikte, medya’nın olayı abartılı şekilde yansıtması, Öcalan’ın kellesi üstünden, politika yapıp oy kazanmak isteyecek grupların, Türkiye’yi birbirine sokmaya çalışmalarıydı.

Böyle bir senaryo, Türkiye’de istikrarsızlık peşinde koşanlar açısından bulunmayacak bir fırsat yaratacaktı. Sokaklar dolacak, yine eskisi gibi milliyetçilik patlaması yaşanacaktı.

Marjinal Kürt gruplar da bundan yararlanıp seslerini duyurabilmek izin gösterileri tahrik edecek, çatışmaları körükleyecek; bu duruma tepki gösteren Türk gruplar da bayraklarına yapışıp karşılarına çıkacaklardı.

Kısır döngüye yeniden girecek ve ağzımızın tadı kaçacaktı.

Şu ana kadarki gelişmeler, bu kuşku ve kaygıların gerçekleşmediğini gösteriyor. Belkide ilk defa sağduyulu bir yaklaşım var. Medya temkinli, yorumcular sakin, MHP ve CHP kolluk güçlerini sokağa indirmemeye gayret ediyorlar.

Acaba böyle devam eder mi, yoksa bir süre sonra korktuğumuz başımıza gelir mi, bilemem.

Şimdilik, günü kurtarmakla yetiniyoruz...

* * *


(Bu yazı, Posta Gazetesinde ve aynı gün Hürriyet Gazetesinin tüm dış yayınlarında, Hürriyet internet sitesinde (www.hurriyetim.com.tr) Milliyet internet sitesinde (www.milliyet.com.tr) ve Daily News ekibi tarafından tercüme edildikten sonra hem ana gazetede, hem de Daily News internet sitesinde (www.turkishdailynews.com.) yayınlanmaktadır.)
Yazarın Tüm Yazıları