G-String

GECENİN bir yarısı, şu gözünüzü değdirmekte olduğunuz satırları kaleme almaktayım. Kaleme almak mecazi anlamda değil. Hakikaten hálá kalem káğıt kullanmaktayım.

Hayır, sandığınız gibi dinozorlukla bir ilgisi yok. Ben bu işe zaten kalem káğıt sevdam yüzünden başladım. Daha sırada daktilo var. Ona da az sevdalı değilim.

Bunlardan hevesimi aldıktan sonra inşallah sıra bilgisayara gelecek. Fakat o arada korkarım başka bir şey icat olunur, ben yine bir adım geriden takip etmiş olurum teknolojiyi.

Lafa kalem káğıtla başlamamın esas nedeni şu: Kalemim bitmek üzere. Ve aradım taradım evde kalem kalmamış. Ekmeğini kalemden çıkaran, üstelik kalem hastası birinin evinde kalem yok. Bu da güzel.

Hayır, sabahı beklesem, şu anda çok mühim fikirlerle dolup taşmış olan kafamın o saate kadar gazının kaçması ihtimali var.

Kalemi idareli kullanmak adına mecburen kelimelerde de tasarrufa gideceğim. Kısa ve öz bir yazı olacak.

* * *

Konu: Bir kadın muhabirin, Kıbrıs ve Irak konulu konferansı izlerken g-string'inin görünmesi ve bunun gazeteye yansıması; bu yansımanın, bir yerlerde yazılı olmayan ancak var olduğu düşünülen ‘‘Meslektaşı koruma ve kollama kanunu’’na aykırı olup olmadığının köşelerde tartışılması.

Ne konuymuş ama... Neredeyse yoruma gerek kalmayacak özetiyle kapatacağız köşeyi.

Sadede gelecek olursak...

Benim öyle pek temiz kalpli, art niyetsiz biri olduğum söylenemez. Hani öküz altında buzağı aranacaksa benden iyi arayan bulamazsınız.

Fakat buna rağmen gazeteleri okurken hangi haberin hangi gazetede yer aldığına dikkat etmem. Dolayısıyla o yer alışın altında yatan sebebin ne olduğu hususunda fikir jimnastiği de yapmam.

Zaten neredeyse bütün gazeteleri okuduğumdan, okuma işi sonlandığında haberlerin tümü kafamın içinde mikserden geçmiş sebze çorbası kıvamına gelir ki artık kerevizin hangi manavdan, havucun hangi tarladan geldiğini ayırmam mümkün olmaz.

* * *

İşte bu sebepten g-string hadisesi ‘‘hadise’’ değil benim için. A, sonra bir baktım ki köşeler çalkalanıyor. O muhabir, fotoğrafın yayımlandığı Hürriyet gazetesinin muhabiri olsaymış fotoğraf yine yayınlanır mıymış; daha da ötesi muhabir gazeteden birinin sevgilisi, bacısı, anası olsaymış ne olurmuş.

Hemen cevap veriyorum.

Benim g-string'im görünseydi gazetem bunu yayımlamayabilirdi ancak ben fotoğrafı onlardan bağımsız kendi köşeme koyardım. Promosyon olarak.

Bir diğer husus, sevgili, ana, bacı duyarlılığına girecek olursak gazetelerin bembeyaz boş sayfalar olarak çıkması gerekir.

‘‘Saddam babamız olsaydı’’, ‘‘Seren Serengil bacımız olsaydı’’nın sonu var mı arkadaşlar?

* * *

Aslında fotoğrafı gördüğümde bambaşka bir şey düşünmüştüm ben.

Türk kadını nerede ne giyeceğini bilmiyor.

Laila'ya gideceği kıyafetle konferansa, davete gideceği kıyafetle pazara gidiyor.

Makyaj hususunda da aynı. Ulus Pazarı'nda o dakika stüdyoya çekime girecekmiş gibi boyanmış ev kadınlarına rastlıyorum.

Diyeceğim mesele arıyorsanız, mesele bu.

Neyse, Allah'ın ve de kalemin izniyle bu yazıyı da makul uzunluğa ve özden uzak laf kalabalığına eriştirebildim.

MIŞ-MUŞ

Adalet Bakanı Danışmanı, ‘‘Kocanın şiddet uygulayarak eşiyle normal cinsel ilişkiye girmesi ırza geçme sayılmaz!’’ demiş.

Kocalar! Siz yine de böyle bir şeye kalkışmayın; bu beyefendinin boğazından çıkan her sesin anlamı olan bir söze dönüşeceği var sayılamaz.

2004'te 145 gün tatil varmış.

Demek bu yıl ‘‘Deliye her gün bayram’’ sözünün hakkını vereceğiz.
Yazarın Tüm Yazıları