Ferai Tınç: Boğaziçi balıkları ve hoyratlık kültürü

Ferai TINÇ
Haberin Devamı

HAYIR yapamıyorum. 'Neler tuttunuz bakayım?' diye irili ufaklı kovaların yanına yaklaşıyorum ama güneş batarken Boğaza olta sallayanlara, 'Kıraçalara dokunmayın' diyemiyorum.

Kıraça, istavritin yavrusu. Şimdi Boğaz'dan geçiş zamanı istavritin.

Cuma sabahı, 'Boğaziçi İstanbullu'nun yaşamına geri dönmeli' kampanyam çerçevesinde, buraları çok iyi bilen birisiyle buluşuyorum. Birisi diyorum çünkü adının açıklanmasını istemiyor.

İstanbul Boğazı'nın acımasızca sömürüldüğünü anlatıyor.

Örneğin, Boğaziçi'nde bir zamanlar suni midye üretilirmiş. Midye deniz dibinin solungacı, balıkların gıdası. Ve Boğaziçi'nde midye avcılığı yasak. Ama sonra, bir karanlık el bu yasağı delmiş ve geniş bir bölgede midye avcılığına izin vermiş.

Mafia'nın, bürokrasinin alt kademelerinde işi bitirme örneklerinden biri.

Şimdi, hergün midye tekneleri algarna ile Boğaz'ın dibini kazıya kazıya midye topluyorlar.

Japonya'da yasaklanan sonarlar, ucuza Türkiye'ye satılınca hemen her tekne bir sonarla balık yataklarını saptıyor ve ağ çeviriyor. Kökü kurutuluncaya kadar balık avlanıyormuş.

Hoyratlık, bir toplumda yaşam biçimi olmuşsa eğer, suçu tek bir yerde aramak yanlış.

Travesti düşmanı polislerin hortumlu dayak seanslarına ses çıkartmayan, Sevgi İnce gibi çocukları cezaevlerinde ölüme terk eden bir toplumda balıklar akla gelir mi?

Çocukların üzerine titrenmediği bir yerde Boğaziçi'nin üzerine nasıl titrensin?

Bütün bunları aklımdan geçiriyorum ve Boğaz kıyısında yürürken karşılaştığım oltacılara, 'kıraçalara sakın dokunmayın' diyemiyorum.

Bunca hoyratlık arasında, o sahilde buldukları huzur ve mutluluğu bozmak istemiyorum.

* * *

SUALTI araştırmacısı Bayram Öztürk, 'Boğaz'da biten balıkçılık ve çöküşün hikayesi' başlıklı makalesinde Boğaziçi'nin geleneksel balık avlanma yöntemlerinden söz ediyor. Anadoluhisarı ve Arnavutköy'de sepetle gelincikbalığı avlanırmış. Kandilli akıntı burnunda taşla gümüş, Bebek ve Yeniköy önlerinde çalıyla karides, manyat ile dil, kalkan ve kırlangıç avcılığı da Paşabahçe'de yapılırmış.

Artık Boğazlarda yapılan ticari balıkçılıkta büyük düşüş gözleniyor. 1980'de 1300 ton lüfer avlanmış Marmara ve Boğaziçi'nde, 1990'da 300 tona düşmüş, 1997'de ise 70 ton balık yakalanmış burada.

'Boğaz'da balıkçılık alanları gemi trafiğine, kaçak iskelelere ve kirlenmeye yenik düşmüştür' diyor Öztürk.

* * *

ÖNCE paylaşım bozuldu. Talan başladı.

Boğaziçi'nin İstanbullu'nun yaşamından kopuşunun nedeni sosyal ve ekolojik sistemdeki bozuklukların birbirini sürekli olumsuz etkilemesi.

Boğaziçi, bugünkü haliyle son otuz yıldır Türkiye'yi tıknefes eden hoyratlık kültürünü yansıtıyor.

Susurluk'lu, işkenceli, köşe dönmeli, insanı ve çevreyi günü birlik çıkarlara feda eden, kendi kabalığında ezilen tahammülsüz Türkiye'nin aynası.

Balıklarıyla, çöplük suları ve pis kokularıyla Boğaziçi İstanbul'a küstü. Sadece İstanbul mu? Türkiye'ye sırtını döndü.

Boğaziçi'ni düşünmeye başlamak Türkiye'yi düşünmektir.

* * *

BOĞAZ sahilinde balık tutan oltacılara, 'Burada balık tutmayın, Kıraçalara dokunmayın' diyemiyorum. Öyle mutlular ki. Ama lütfen, 'istavritler kalsın kıraçaları denize atın' diyebilirim.

Yazarın Tüm Yazıları