Faaliyet raporu

İKİ dakika ortadan kaybolmaya gelmiyor vallahi. Küçücük ve zorunlu bir izin yaptım netice itibariyle. Bir yere gittiğim de yok, buradayım işte tamam mı?..

Aslında siz bu yazıdan önce dün Hürriyet'te çıkan yazıyı okumuş olacaksınız. Ne yazık ki sizin okuma sıranızla benim yazma sıram uyuşmadığından böyle bir abuk durum oluşuyor.

Aman neyse, daha fazla karıştırmayayım ben bu mevzuyu.

*

Bilmem hatırlar mısınız, Paris'te havaalanında 19 yıl boyunca yaşayan (Ve belki hala yaşamayı sürdüren) bir Vietnamlı vardı. 19 yıl olmayabilir, adam Vietnamlı da olmayabilir ama burada araştırmacı gazetecilik yapmıyoruz.

Böyle bir adam vardı işte. Bir şekilde havaalanında kalmaya başlamış bir gün. Gelen geçen yolcular sandviç ısmarlıyor, bira ısmarlıyor, harçlık veriyor, o da havaalanında öyle takılıyor.

Şimdi ben bu adamı niye anlatıyorum.

Bizim Riko Paşa, BBC'yle 6 aylık sözleşme imzalayıp Büyük Britanya'ya gitti ya, heriften o günden beri haber yok.

Son görenler, uçağın kalkmasına iki üç saat kala, Riko'yu taksiye bindiren arkadaşlar.

O kadar tembih ettik, ‘‘Gidince ve vazife başlayınca, sarkıt bir elektronik posta’’ diye halbuki.

Yok işte, sorumsuzluk abidesi insandan bir haber bile yok.

Benim senaryom şöyle: Bizimki o Paris'teki Vietnamlı gibi Heathrow'da yaşamaya başladı. Aslında yalan konuşmayalım, yakışmaz öyle bir şey bize, haber var paşadan. Fakat bize direkt yoldan ulaşılmadı.

Burada alınganlık yapacak durumumuz yok fakat, değerli bir biraderimizin çok isabetli bir şekilde buyurduğu gibi kırıldık ve zamanı geldiğinde bu kırığa aynı şekilde karşılık vereceğiz.

Şimdilik genel eğilim, kolunun kırılması şeklinde.

*

Her neyse, Riko Paşa gitti fakat hayat devam ediyor. Nedir hayat dediğimiz: İşe gelinip gidiliyor, mahalle kahvesine uğranıyor, geleneksel perşembe toplantıları iki kişiyle bile olsa sürdürülüyor.

Bu arada sinemaya gidilmiyor mesela. Bu fobimizden daha önce bahsetmiştik. 30'uncu dakikadan, bilemedin 40'ıncı dakikadan sonra, ilgisini kaybetmiş çocuklar gibi kalkıp salonda dolaşmak filan istiyorum.

Evde problem olmuyor ama sinema izleyicilerinin bu durumu -haliyle- hoş karşılamayacağından emin olduğum için gitmiyorum işte.

En son Bağımsız Filmler Festivali'nde ‘‘Ed Gein’’ ve ‘‘Baise Moi’’ya gittim. ‘‘Ed Gein’’ berbattı. Bu kadar şahane materyalden bu kadar dandik film nasıl çıkarılabilmiş çözemedim. Zaten son 20 dakikada uyudum.

‘‘Baise Moi’’ da hakikaten dedikleri gibi ‘‘pornografik bir Thelma ve Louise...’’ Fakat porno seyredecek olsa insan daha iyi pornolar kesin bulur.

Şiddet filmi istiyorsan da, gel bana liste hazırlayayım istersen. Niye bu kadar abartılmış vallahi çözemedim. Seyrettikten sonra ‘‘Eee, ben neyi anlamadım şimdi’’ diye sordum bir de yanımdaki arkadaşlara.

Vaziyetimiz şimdilik budur arkadaşlar. Önemli bir değişiklik olursa zaten haber veririz...

(Oğlum Riko, yaşıyorsan haber ver len! Batuğ sağlamından sopa aramaya başladı bile, o kadarını söyleyeyim.)


Blue Jean hadisesi


Yıl 1987. Hey Dergisi'nde gazeteciliğe başlamışız. Ablamdan ve onun arkadaşlarından dolayı aile geleneği olarak gördüğüm Hey'de çalışmak çok hoşuma gidiyor.

İşten kafamı kaldırabildiğim anlarda direkt arşive girip eski Hey'leri okuyorum filan falan. Mütevazı bir dergiyiz. Kağıdımız ucuz, baskımız çok iyi değil ama okuyucu bizden memnun biz onlardan. Kalpten çalışıyoruz.

Muhitin tek delikanlısı olarak yaşamaya alışmışken bir anda mahalleye çok artist bir oğlan taşınıyor: Blue Jean!

Tamamı kuşe, pırıl pırıl basılmış. Çıkartmalar, posterler... Biz bir anda kavruk kalıyoruz alemde. Hayır içerik konusunda bir kompleksimiz yok.

Hatta, çok daha iyi dergi yaptığımızı düşünüyoruz. Fakat okuyucu kitlesi, ‘‘Yazık bunlara da, güzel dergi yapıyorlar’’ demiyor, direkt yakışıklı oğlanın peşine takılıyor. Bljue Jean'den sonra Hey devam etti yoluna ama rakip ağır basınca zaman içinde güzeller güzeli dergimiz kapandı. Kapandığında ben artık Hey'de değildim ama çok üzülmüştüm.

Blue Jean 15 yaşına basmış. İlk gün hazırlayanlar da arkadaşımdı, sonrakiler de. Hepsini çok severim, Blue Jean'in çok başarılı bir dergi olduğunu kabul ederim.

Ama Hey'in yok olmasında bir şekilde payı olduğunu düşündüğümden bir yandan kıl olmayı da sürdürürüm.

Buradan Blue Jean'ci arkadaşları kutluyor ve selam sarkıtıyorum.

Ama ben hala Hey'imi istiyorum. Yine çıkartsalar ya! Hey Girl'ü karıştırmayın o ayrı, sinirlenirim şimdi bak!
Yazarın Tüm Yazıları