- Sanki ben orayı terk edince... Herkes orada kalacak ve arkamdan konuşacakmış gibi düşündüğümden...
*
- Yeni yerlere ısınma sürecinin üzerimde yarattığı ağır tedirginlik ve yoğun stresten korkuyor olmamdan...
*
- İçinde bulunduğum grupların “Çıkalım mı, çıkmayalım mı” konusunda yaptıkları tartışmadan fena halde sıkıldığımdan...
İşte o Enes, bir vegan dergisine pozlar vermiş.
*
Maruldan kıyafetler giyerek fotoğraflar çektirmiş.
Ve şu mesajları vermiş:
- Et olumsuz etki yaratıyor.
- İnekler ve tavuklar vahşice öldürülüyor.
“Milli Mücadele’de biz 7 düvelle falan savaşmadık. Bu tür masalları çocukken dinlemiştik ama anladık, yalanmış. Tek savaştığımız devlet Yunanistan ve kısmen Fransa’dır.”
*
Tarih profesörü titrim yok ama aklım ve izanım var.
Akıl ve izan çerçevesinde...
Amacından saparsa...
Tadında bırakılmazsa...
Bir büyük kargaşaya dönüşürse...
İllegal örgütlerin katılımına açık hale gelirse...
Üniversitenin dışına taşarsa...
Barışçıl yönünü kaybederse...
Polisle çatışma noktasına varırsa...
Söyledikleri, HDP açısından gerçekten yenilir yutulur cinsten şeyler değil.
*
Tam olarak söylediği şu Ağıralioğlu’nun:
- 15 Temmuz badiresinden sonra Türk Silahlı Kuvvetleri’nin durumu nedir? Toparlanma oldu mu?
*
- HULUSİ AKAR: 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra ordudan uzaklaştırılanlar oldu. Generallerin yüzde 50’si, kurmay subayların yüzde 73’ü görevden uzaklaştırıldı. Bunun ardından bir ay sonra Fırat Kalkanı Harekâtı gerçekleşti. Sonra da 4 büyük başarılı operasyon. Dünyada başka hiçbir ordu bunun altından kalkamazdı.
*
SÖZDE DEVLET TEHDİDİNİ PARÇALAYIP ATTIK
- Harekâtların amacı, sizin “terör koridoru” diye nitelediğiniz yapıyı bozmaktı. Bunda başarılı olundu mu?
*
1. STRESE UYUM SAĞLA
Uyum sağla demek kolay... Nasıl yapacağız bu işi Osman Hocam? Huyunu suyunu bilmiyoruz ki bu meretin.
*
2. AZ KONUŞ ÇOK DİNLE
Maskelerin fora olduğu...
Mesafelerin aradan kalktığı...
Hepimizin aşılandığı...
“Ben de korona oldum” cümlesinin hiç işitilmediği...
Vaka sayısı, ölüm sayısı tartışmalarının yerle yeksan olduğu...
Kucaklaşma döneminin başladığı...
“Entübe” kelimesinin unutulduğu...
65 yaş üstünün rahat bırakıldığı...
Bunun iki türlüsü var:
*
BİRİNCİ TÜR
Postanede, emniyette, devlet dairesinde görevli olanlar, toplumsal statüsünün yüksek olduğunu düşündükleri tiplere...
“Siz” diye hitap ediyorlar.
Toplumsal statüsünü düşük gördüklerine ise kolaylıkla “sen” diyorlar.
Her önüne gelene “sen” dense...
Genel bir kabalık deyip geçeceğim.
Hem Çin aşısı geliyor Türkiye’ye... Hem de bizim Uğur-Özlem hocaların Alman aşısı...
*
Bu aşılar, belli bir planlama dahilinde yapılacak vatandaşa...
Yani artık hangisi denk gelirse.
*
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’yı aradım.
Deizm çığ gibi artıyor!
Hiçbir ölçülmüş veriye dayanmayan bu türden cümlelerle sürekli ortalığın telaşa verilmesi...
Deizm propagandası yapmaktan başka bir şey değildir.
*
Nihat Hatipoğlu’nu seversiniz, sevmezsiniz.
Müslümanlar, Kuran’ın “Allah kelamı” olduğuna inanıyorlar. Bu inanış nedeniyle de orijinale sadakat gösteriyorlar. Arapçaya yönelik bir saygı duruşu değildir bu! “Allah kelamı” kabul edilen metne yönelik saygı duruşudur. İbadetlerde, törenlerde Kuran’ın orijinal halinin okunması konusundaki duyarlılığın temel nedeni budur.
*
TÜRKÇE OLMAZ MI?
Türkçe Kuran olmaz mı? Tabii ki olur. Nitekim çok miktarda Kuran meali var. Sadece Türkçe değil. Çince Kuran da olur, İngilizce Kuran da olur, Almanca Kuran da olur, Japonca Kuran da olur. Fakat bütün bunlar, orijinalin yerini tutmaz. Çünkü orijinalin Allah kelamı olduğuna inanılır.
NASIL ANLAYACAĞIZ?
Ritüellerde, dualarda, ibadetlerde, törenlerde Kuran’ın orijinali okunur. Ama bilmek için, öğrenmek için, anlamak için... Tabii ki orijinal metnin çevirisi okunur. Türkçe meal işte bunun için vardır. Kuran’ın daha ayrıntılı yorumu olan Türkçe tefsirler bunun için vardır.
*
Dünyaca ünlü neyzenimiz Kudsi Erguner, bu ayinle ilgili şu hükmü veriyor:
*
“Türkçe Kuran, naat ve ayinin okunduğu bu gösteri, dini, tasavvufi ve Mevlevi geleneklere tamamen aykırıdır.”
*
Peki kimdir İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin himayesinde düzenlenen ayinin arkasındaki isim?
*
“EMAV–Evrensel Mevlânâ Âşıkları Vakfı” adlı bir vakıf.
Vakfın kurucusu ve onursal başkanı, kendisini
- FETÖ’cülük, bir aldatma ve kandırma hareketidir.
- Başı, ortası ve sonu sinsilik üzerine bina edilmiştir.
- Gerçek amacı gizlemek, adamların milli sporudur.
- Örgütün en temel şiarı şudur: Olduğun gibi görünme!
- Dava adına gözlerini kırpmadan yalanları patlatırlar.
- Solcu olurlar, liberal olurlar, Atatürkçü olurlar.
-
Bunu “yasak” kapsamına almış durumdalar.
*
- Yaptırımı nedir? Pek belli değil.
- Yasağın delindiği nasıl belirlenecek? Sanırım komşunun komşuyu ihbarıyla...
Neresinden bakarsan bak tatsız bir uygulama...
*
Ama halkın sağlığını göz önünde bulundurduğumda...
Etoburların tutarsızlıkları
- “Adam gibi kurban kesilsin” talebinde bulun.
- Kurban adı altında hayvanlara eziyet edilmesine karşı çık.
- Sokakta kurban kovalamaca oyunlarından nefret et.
Tamam, hepsine tamam...
“Etçi” de olsan tamam, “otçu” da olsan tamam.
Fakat...
Hem sonuna kadar “etobur” ol, hem de “Bu ne vahşet kardeş, ben kurban olayına çok karşıyım” falan de.
İşte bu olmaz!
¡ ¡ ¡
Vejetaryen olup kurban olayına kökten karşı çıkarsın...
Anlarım.
Balık bile yemeyip tek bir hayvanın bile kesilmesine itiraz edersin...
Anlarım.
Kendini tamamen nebatata verip “Hayvanları rahat bırakın” dersin...
Anlarım.
Et gördüğünde midesi kalkanlardan olup “Tavuk bile kesilmesin” dersin...
Anlarım.
¡ ¡ ¡
Ancak... Hem nar gibi kızarmış et karşısında kendinden geçeceksin, hem de “Hayvanlara yazık oluyor” edebiyatı yapacaksın.
Hem etin her türlüsünü afiyetle tüketeceksin, hem de “Ben var ya, kurban olayına acayip karşıyım” diye tutum alacaksın.
Hem “hayvanın en güzel yeri” konusunda nutuklar attıracaksın, hem de “Şu Kurban Bayramı çok vahşi” diyeceksin.
İşte bunu...
Asla ve kat’a anlayamam!
Afiyetle götürdüğün o t-bone’lar, biftek’ler, pirzola’lar ağaçta yetişmiyor birader.
Biraz tutarlı ol.
“Muhteşem! Leziz! Yıkılıyor!” falan diye tempo tutarak yuttuğun o her et parçası, öyle ya da böyle, kesilmiş bir havyana işaret eder.
Uymayın bana
“SENİ dinlemedik, bayram tatilini fırsat bilip Mahsun’un filmine gittik. Haklıymışsın be Ahmet Hakan... Artık sen hangi filmi översen ona gideceğiz, hangi filmi yerersen ona gitmeyeceğiz, söz veriyoruz” diyen sevgili okurlarım.
Sakın böyle yapmayın!
Ben sonuçta kafasına göre takılan bir adamım.
Tamamen kişisel beğenilerimi ölçü alıp “Bu film olmuş / bu film olmamış” falan diye yazıp duruyorum.
Eğer beni bir tür “referans kaynağı” ya da bir tür “otorite” haline getirirseniz, dayanamam, ehlileşiveririm.
Havaya girerim.
“Şu kadar insan benim sözüme bakıyor” diyerek kendimi gaza getiririm.
Açık konuşmaktan imtina eden, sorumluluk sahibi bir “misyon adamı” pozları takınırım.
Sonuçta...
Ben de en kıytırık filmler için bile “Pek olmamış ama yine de gidip görün” diyen idare-i maslahatçılardan biri olup çıkarım.
Lütfen bana uymayın, beni referans almayın, sorumluluğumu arttırmayın da...
Ben böyle vahşi vahşi, destursuz bağa girmeye devam edeyim.
‘Kim kime kaç kere laf çaktı’ meselesi
“HANGİ köşe yazarı, hangi köşe yazarına kaç kere laf çakmış?” ya da “En polemikçi köşe yazarı kim?” türü sorulara yanıt verme iddiasındaki araştırmaları görünce hafiften kıl oluyorum.
Neden mi?
Şundan dolayı:
Bu tür araştırmaları yapanlar bir köşe yazarının “laf çakma” meraklısı olduğunun tek delili olarak “Ahmet’in yazısında Mehmet’in adının geçme sayısını” alıyorlar.
Bir istatistikçi anlayışsızlığı ve toptancılığıyla yapıyorlar işlerini.
Konuyu alabildiğine bağlamından koparıyorlar. “Polemiği kim başlatmış?” sorusunu sormuyorlar. “Kim sürdürmeye merak sarmış?” meselesini merak etmiyorlar.
“Neden uzamış?” demiyorlar.
İsim vererek yazma cesaretini gösteren ile isim vermeden yazma kaypaklığını sergileyen arasında bir fark gözetmiyorlar.
Dikkat çekmek için yapay kavga çıkarma meraklısı ile hakiki bir tartışmanın içinde yer alanı ayırmıyorlar.
Özü kaçırıyorlar, bağlamı atlıyorlar.
Sonra da ellerindeki yanlış verilerle yanlış hükümler bina ediyorlar.
Ve böylece adamı kıl ediyorlar.
Kişisel bayram raporu
? Başbakan Erdoğan’a özenilerek çocuklara 10 liralık bayram harçlığı dağıtmaya kalkışıldı ve apartmanımız “Burada birisi para dağıtıyormuş” tüyosunu alan çocukların istilasına uğradı.
? Süleymaniye Camii gezildi. Muhteşem mabet, restorasyondan sonra tarihsel ihtişamına pek yakışmayacak kadar gıcır bulundu.
? Kavurmanın giderek azalan itibarını yeniden ihya etme çalışmalarına destek verildi.
? Akraba ziyaretlerinin ilk 15 dakikadan sonra artan sıkıcılığına bir kez daha tanık olundu.
? “Bütün aile aynı sofrada” olayına dalındı.
? İstanbul’da normal zamanlarda bir buçuk saatte kat edilen yolun, 15 dakikada kat edilmesinin haklı kıvancı ve mutluluğuyla dopdolu olundu.
? Bir otobüs üstünde ilçe halkının bayramını kutlayan Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’e evin balkonundan el sallandı.
Bir şeyler oluyor
AK Parti...
Solun değerlerini kendine bayrak yaptı. Sol tipi örgütlenme modellerini denedi. Sosyal demokratların sahip çıkması gereken kesimlere sahip çıktı. Avrupa solu ile sıkı bir işbirliği yaptı.
CHP ise...
Sadece tuzu kurulardan oy aldı. Avrupa solunun nefretini kazandı. Güneydoğu’dan sökülüp atıldı. Gecekondudan sürüldü. Bırakın sol tipi örgütlenmeyi, sağ tipi bile örgütlenemedi.
¡ ¡ ¡
Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney’in mezarını ziyaret etmesi, Güzin Dino ile buluşma, Süheyl Batum’un gecekondu ziyareti, BDP ile kurulan temas falan...
Bütün bunlara bakarak...
“CHP nihayet yolunu buldu” demek, “Solla barışıyorlar” demek tabii ki abartmak olur.
Ama herhalde “CHP’de bir şeyler oluyor, pek de alışık olmadığımız şeyler...” yorumunu yapabiliriz.
Yalnız ve güzel ilçem Silivri’ye dair notlar
? Her bayram “aile ziyareti” nedeniyle Silivri’ye giderim...
? Eskiden bayram kutlaması için arayanlara “Silivri’deyim” dediğimde, “Annene-babana selam söyle” falan derlerdi. Şimdi ise “Hapishane alıştırması mı yapıyorsun?” diyorlar. “Balbay ile Tuncay’ı ziyarete mi gittin?” diyorlar.
? Yani tatil siteleriyle, yazlıklarıyla falan nam yapmış güzelim kıyı kasabamız, artık tam anlamıyla “hapishanesi ile meşhur bir ilçe” olup çıkmış.
? Çok dönüşmüş Silivri... Tıpkı Oray Eğin’in dünkü yazısında sözünü ettiği, “İstiklal Caddesi’nin dönüşmesi” gibi durum çıkmış ortaya... Varoşlaşmış Silivri, karakterini kaybetmiş, ruhunu yitirmiş...
? Silivri’de her taraf pideciler, kokoreççiler, nargileciler, hemşeri dernekleri ve okey salonlarıyla dolmuş.
? Çeşitlilik falan kalmamış. Herkes bir örnek olmuş. İstanbul’u bile yıkıp geçen tek kültürlülük Silivri’yi vurmuş.
? Şunu rahatlıkla ama üzülerek söyleyebilirim: Esenler’de bir cadde ile Silivri’de bir cadde arasında artık hiçbir fark yok.
? Silivri eskiden de denize pek yüz vermezdi ama artık iyice denize sırtını dönmüş. Deniz Feneri’ni çevreleyen “Küpeşte” adlı güzelim kafenin direnişini saymazsak, Silivri’yi güzelleştiren mekânların çoğu teslim bayrağını çekmiş.
? Ahali de değişmiş... Eskiden Silivri sokaklarında “tanımadık” birileriyle pek karşılaşılmazdı, şimdi ise neredeyse “tanıdık” birileriyle karşılaşılmıyor.