Emin Çölaşan: İşletme üzerine!

Emin ÇÖLAŞAN
Haberin Devamı

Sevgili okuyucularım, şeker bayramınız kutlu olsun. İnşallah hep birlikte daha nice bayramları sağlıkla, mutluluk ve huzurla kutlayalım. Böyle bayram günlerinde, hele bayramın ilk günü için yazı yazmak zordur. Siyaset yazsanız, yolsuzluk hırsızlık yazsanız, bugünün anlamıyla pek bağdaşmaz.

IMF yazsanız, borsanın durumundan söz etseniz, batan bankalardan, Avrupa'daki vatandaşlarımızı dolandıran İslamcı holdinglerden söz etseniz, onlar da bağdaşmaz.

İyisi mi bugün işin biraz gırgırını yapayım.

Gazetede fırsat buldukça adam işletiriz. Bizim gazeteci arkadaşların çoğu, uyanık gazeteci olmalarına karşın biraz saftır! Gaz verdiniz mi hemen dolduruşa gelirler.

Ama ben de öyleyimdir! Kafam başka yerlerde iken birileri işletme girişiminde bulunduğunda mutlaka yerim.

Sonra gülüşürüz, kahkahalar patlar. Bu işletmeler bizim günlük yaşantımızdaki gerilimin ilacıdır.

Fakat bazen bizim dışımızda bazı olaylar olur.

***

Bundan iki ay kadar önce böbrek sancım tutmuştu. Hayatımda ilk kez başıma geldiği için epey sıkıntı çektim. İnsanı gerçekten kıvrandıran bir sancı. Bütün gece -ne olduğunu bilmeden- çektikten sonra sabahın ilk saatlerinde Başkent Üniversitesi Hastanesi'ne gittim. Orada teşhis koydular, iğneler yapıp sancıyı dindirdiler ama perişan durumdaydım.

Yatırdılar ve serum bağladılar. Akşam saat 17.00 dolaylarında yalvar yakar taburcu olup gazeteye geldim ve kısa bir yazı yazabildim. Böbrek sancısını, yaşadığım olayı anlattım ve o yarım yazı için okuyucularımdan özür diledim.

O yazının çıktığı gün bir okuyucumdan faks geldi:

‘‘Emin Bey, taşınızı inşallah düşürürsünüz. Düşürünce sakın atmayın ve mutlaka Maden Tetkik Arama Enstitüsü'ne götürün. Onlar iyi bir tahlil yapsın.’’

Faksı okuyunca güldüm... Kendi kendime ‘‘Vay be, artık okuyucular da bizi işletmeye başladı’’ dedim... Düşünsenize, koskoca MTA, benim böbrek taşını tahlil edecek!.. Ve aynı faksı pek çok arkadaşa gösterdim, hep birlikte güldük. Okuyucu benimle kafa buluyordu.

***

Aradan bir süre geçti, yine sancılar falan derken bizim taş günün birinde düştü ve ben onu yakalayıp emanete aldım. Sonra doktorum Hakan Özkardeş'e telefon edip durumu bildirdim. Özkardeş şöyle dedi:

‘‘Onu hemen MTA'ya gönderin, analizini yapsınlar. En iyisi orada yapılıyor.’’

Bendeniz şaşkınlıktan ‘‘Aaaa’’ diye bir çığlık atmışım! Demek ki okuyucum beni işletmiyormuş.

***

Yine o böbrek sancısı yazısının çıktığı gündü. Telefonda Amerika'dan bir Türk üroloji uzmanı varmış, böbrek taşı tedavisiyle ilgili bir şeyler söylemek istiyormuş.

- Sayın Çölaşan, ben profesör doktor falanca. Amerika'da Mayo Clinic'te hocayım. Bugünkü yazınızı internetten okudum, geçmiş olsun...

- Sağolun hocam...

- Şimdi ne durumdasınız?..

- Şu anda iyiyim hocam ama çok sancı yaptı...

- Bakın bu işin ilacı yoktur ama tedavisi yine doğadadır. Biz Amerika'da bu tedaviyi uyguluyoruz. Ben şimdi size bazı otlardan oluşan bir ilaç yazdırayım, onu uygulayın. İki gün içinde taşınız düşecektir. Yazın lütfen...

Elime kalem káğıt aldım:

- Bir tutam ısırgan otu, yarım kilo zencefil, bir kavanoz şu ot, 150 gram bu ot...

Hoca bir sürü ot yazdırıyor, miktarlarını belirtiyor. Bazılarının ismini hiç duymamışım, hocamıza tekrar ettiriyorum.

Bunları kaynatıp suyunu içecekmişim.

Uzun uzun anlatıyor ve birdenbire kabalaşıyor:

- Hepsini anladın mı yavrum? Anlamadıysan mektebi var, orada öğrenirsin...

Kısa bir sessizlik sonrasında, karşıdan bir kahkaha patlıyor.

Yine belalım Uğur Dündar! Adam beni taa Amerika'dan çalıştırıyor.

***

Yapacak bir şey yok! Şakır şakır işlemişim. Ancak Uğur'un huyudur, beni işletirken kendisi konuşmaz, adamlarını konuşturur. O yüzden sesi tanımam mümkün olmaz. Haluk Şahin'i bile konuşturur.

O günden beri pusuda bekliyorum. Bir fırsat çıkınca onu öyle bir işleteceğim ki, benden özür dileyecek!..

Ve o fırsatı birkaç gün önce yakalıyorum.

Ona bir faks çekiyorum... Ama faksı aldığında, düştüğü oyunun farkında değil.

Yarım saat sonra kendisine ismimle telefon açıyorum, ‘‘Arena'dan bir arkadaş söyledi, sana böyle böyle bir faks gelmiş ha?’’ diye soruyorum ve anlatmaya başlıyor. Ben olayı deştikçe konuşuyor, anlatıyor ve benim uyanık geçinen arkadaşım Uğur, maalesef fena halde işlemiş olduğunu benim söylemem üzerine anlıyor. ‘‘Ustamsın’’ diyor ve bundan sonra beni asla işletmeyeceğine dair söz vermek zorunda kalıyor. İçerideki ajanlarımdan öğrendiğime göre, işlediğini anlayınca yarım saat koltuğundan kalkamamış. Biz adamı böyle yaparız!

Peki neydi o faks ve sonrası?

Burada anlatamam. Meraklısı Uğur Dündar'a sorsun, anlatırsa o anlatsın ve kahkahalar patlasın.

Yazarın Tüm Yazıları