Ege Cansen: Devlet sigorta yaptırmaz

Ege CANSEN
Haberin Devamı

İlk günlerin kargaşasından sonra duruma hákim olan devlet kuruluşlarının himmetiyle, depremin yaraları sarılmaya başlandı. Az hasarlı fabrikalarda, onarımın çoğu bitirildi. Büyük hasarlı olanlar da birkaç ay içinde faaliyete geçecekler. Şimdi önümüzde duran en büyük sorun, depremden evleri oturulamaz hale gelmiş ailelerin, ev meselesini çözmek. Pek tabii, kıt kanaat geçimini temin eden iş sahiplerinin, işyerlerini de unutmamak gerek. Bütün bunları hem de kısa zamanda yapmak için ‘‘para’’ya hem de kısa zamanda kasaya girecek paraya ihtiyaç var. Diğer bir deyişle, harcama temposuna uygun bir gelir akımı olmalı ki, işler aksamadan yürütülsün.

* * *

Depremden sonra, en çok tartışılan konulardan biri ‘‘sigorta’’ oldu. Eğer, yeteri kadar sigorta yapılmış olsaydı, tüm yıkılan binaların yeniden yapımı için gerekli para, sigorta şirketlerinden sağlanırdı dendi. Hatta, yerli sigorta şirketleri yükledikleri rizikoları, yabancı sigorta şirketleriyle bölüşmüş olacaklarından, lazım olan paranın çoğu da yurtdışından gelirdi diye düşünüldü. Bunlar, içinde doğruluk payı olan bir düşünceler. Ama tümüyle doğru da değil.

Sigortacılık modern kapitalist ekonomilerin en önemli kurumlarından biridir. Sigorta sektörü çok önemli bir tasarruf kaynağıdır. Sigortalara ödenen primlerle biriken paralar, ülkenin uzun vadeli finansman kaynağıdır. Sigortalar, işlevleri icabı, kötü bir tesadüf sonucu, varlıklarını kaybedenlere tazminat ödeyerek, ortaya çıkan sosyal yaraların, iktisadi sakıncalar yaratmadan sarılmasına imkán sağlar. Tabii, sigortacılığın en büyük faydası, sistem işlemeye başladığı zaman ‘‘pro-aktif’’ olarak rizikoları küçültmesidir. Pro-aktif, iş başa geldikten sonra çaresine bakmak yerine, o işin başa gelmemesi için çare geliştirmek demektir. Bir örnekle açıklamak gerekirse, eğer sadece depreme dayanıklı olarak inşa edildiği sigorta eksperlerince saptanan binalar depreme karşı sigorta edilir, üstelik primleri de çok cüzi olur dense, binalar depreme daha dayanıklı olarak inşa edilir. Kötü tesadüf, deprem olursa da hasar az olur. Tabii az da tazminat ödenir. Amaç, çürük bina yapıp, depremde yıkılınca çok tazminat almak değil, sağlam bina yapıp, depremden hasar görmemek ve az, hatta hiç tazminat almamaktır.

Sigorta, büyük sayılar kanununa göre hesap edilen risklerin, bir prim karşılığında satılmasıdır. Sigortalı, risk satıcısı, sigorta şirketi de risk alıcısıdır. Ancak alınan şey risk olduğu için, parayı satan öder. İsterseniz, cümleyi tersten kurar, sigorta riski alır ama ‘‘poliçe (tazminat ödeme taahhüdü) satar’’ da diyebiliriz. Peki, eğer risk satıcısının riskli işleri ‘‘yeteri kadar büyük sayıda ise’’ hálá, bu riski satmaya gerek var mıdır? Cevap, yoktur. Eğer devletin 200.000 makam aracı varsa, devlet araçlarına kasko sigorta yaptırmaz. Hesap onu gösterir ki, ödenecek primler, alınacak tazminattan fazladır.

* * *

Şimdi meseleyi deprem bağlamında tekrar irdeleyelim. Eğer bir ülkede, halk binalarına deprem sigortası yaptırma bilincine erişmemiş ise (veya böyle bir kültür ve kurumlaşma yoksa) nasıl hareket etmek en iktisadidir? Yapılması gerekenler şudur: a) Devlet (Bu tanıma belediyeler de girer), binaların depreme dayanıklı yapılıp yapılmadığını denetler ve zor kullanarak halkın itaatini sağlar (Sulu zırtlak TV kameralarına ve habercilerine rağmen), b) Bir afet fonu kurar, zelzele olsun olmasın, bina vergilerinin bir kısmını bu fonda biriktirir, c) Afet anında zararı fondan karşılar, yetmezse ek vergi salar.

SON SÖZ: Devlet, emme basma tulumba gibidir, vergi emmeden, yardım basamaz.



Yazarın Tüm Yazıları