Efsane gibi hikayeler

Güncelleme Tarihi:

Efsane gibi hikayeler
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 11, 2001 00:00

Bazı kitaplar vardır, şöyle bir bakayım, sayfalarını karıştırayım diye başlarsınız, bir bakmışsınız ki, bitirivermişsiniz.Pakistan-Hindistan Öyküleri'ni elimden bırakamadım.İki ülkenin kendine özgü kültürü, çeşitli kaynaklardan beslenen bir edebiyatı var.Hiç kuşkusuz buna bir de batının etkisini katarsanız, öykülerin gerçekten edebiyat birikiminize gerekli baharatı kattığına inanırsınız.Kişiler, olayların örgüsü, atmosfer ve yer, kara mizah diyebileceğimiz bir türü anımsatıyor diyebilirim.Yoksulluğun içindeki o gülümseme, başka edebiyatlarda bu kadar etkileyici değildir.Parasız, umarsız insanların yarattığı dünyanın büyüleyici görünümü, sanırım bir çok etnik kökenin, değişik dinlere mensubiyetin kültürel sentezidir.Celal Soydan öyküleri derlemiş ve Urduca'dan çevirmiş. Sanırım öykülerden bu kadar lezzet almamın nedenini, başka bir dile aktarılarak edebi gücünden fire vermemesinde aramak gerekiyor.Farklı iki ülkenin ürünleri olduğundan içindeki öykülerin adlarını ve yazarlarını sıralama gereği duydum.Kefen-Munşi Parim Çand, Yol kenarında-Saadat Hasan Manto, Kara Şalvar-Saadat Hasan Manto, Kaçra Baba-Krişen Çandar, Palto-Gulam Abbas, Evin Yolu-Belvent Singhy, Ağıt-Ahmen Nedim Kasimi, Elhamdülillah-Ahmet Nedim Kasimi, Abla-Mümtaz Müfti, Yorgan-İsmet Çağatay, Dünyanın Son Aç İnsanı-Muhammed Munşa Yad, Kapı-Halide Hüseyin, Atlar Şehirde, Yalnız Adam- Mazhar-ul- İslam, Kurtuluş-Yunus Cavid.Duygusallık, elde olmadan yapılan sahtekarlık, küçük mutluluklar bu öykülerin başlıca özelliği.Kefen öyküsü, adının çağrıştırdığı trajik boyutuna mizahı ekleyerek bambaşka bir eser ortaya çıkarmış.Ölüyü kaldırmak için topladıkları parayı meyhanede yiyen iki kahramanın öyküsünden bir bölüm okuyalım:‘‘Zaman ağlama zamanı değildi. Kefen ve odun tedarikini düşünmek gerekiyordu. Ama akbabanın yuvasında asla et olmadığı gibi bunlarda da asla para olmazdı. Baba oğul ağlaya sızlaya köyün ağasına gittiler. Ağa, onları görmekten nefret ederdi. Defalarca kendi elleriyle dövmüştü onları; hırsızlığı alışkanlık haline getirdikleri için; söz verip işe gitmedikleri için. Sordu: 'Ne var bre Gheysu! Ağlaman niye? Artık yüzünü göstermiyorsun, anlaşılıyor ki bu köyde yaşamak istiyorsun.' Gheysu, alnını yere koyup yaşlı gözlerle 'Efendimiz, büyük felaket içindeyim. Mahdu'nun karısı gece vefat etti. Gün boyu çırpınıp durdu. Gece yarısına kadar ikimiz de onun başucunda oturduk. Elimizden geleni yaptık. Ekmek pişirenimiz kalmadı artık. Mahvolduk ağam. Yuvamız viran oldu. Kölenizim. Onun cenazesini kim kaldırır sizden başka? Sizden başka kimin kapısına gideyim?’’Yol Kenarında öyküsünde gerçekten ağlayan, çaresiz bir kadının ruh hali, psikolojik çözümlemesi olağanüstü bir üslupçulukla tasvir edilmiş:‘‘Bilirsin böcekler, çiçek ve tomurcukları emerek balını çıkartırlar, ama böceklerin dudaklarında o çiçek ve tomurcukların tortusu dahi gözükmez... Tanrı kendine taptırır; kendisi kulluk yapmaz. O, yokluk ile birlikte tenhalıkta biraz vakit geçirdikten sonra varlığı tekmile ulaştırdı... Peki yokluk nerede şimdi? Varlığın ona ihtiyacı kaldı mı artık? Varlığı doğurur doğurmaz loğusa yatağında ölüp giden bir anneydi yokluk, dedi. Kadın ağlar ama kanıt sunamaz. Onun en büyük kanıtı durmadan akıttığı gözyaşıdır.’’Kara Şalvar, bir fahişenin acı raslantılarla dönen dünyasını dile getiriyor. Büyük bir şehre göç eden bu fahişenin yoksulluk içinde kıvranışını ama gene de Muharrem ayı için bir siyah elbisenin özlemini çekişini ustaca anlatmış. Ayrıca şaşırmasını da:‘‘Üç ayda on sekiz buçuk rupi. Ev sahibinin ingilizce 'flat' dediği dairenin aylık kirası yirmi rupi idi. Bu 'flat'da öyle ilginç bir tuvalet vardı ki, bir zincir çekmeyle bütün pislik, suyla birlikte ortadan kayboluyordu; ama çok gürültü çıkarıyordu. İlk zamanlar sifonun gürültüsü onu epeyce korkutmuştu. İlk gün tuvalette ihtiyacını giderip kalkmaya yeltendiğinde belindeki şiddetli ağrıdan dolayı oradan sarkan zincire tutunmuştu. Zinciri gördüğünde, o evlerin kendileri için özel yapıldığını; kalkarken zahmete girmeden ona tutunulup kolayca kalkalım diye zincirin oraya takıldığını düşünmüştü. Ama kalkmak için zincire tutunduğunda yukarıdan şiddetli bir 'fooorşşş' gürültüsü geldi ki korkudan çığlığı bastı.’’Urdu edebiyatının öyküleri, sizin dünyanıza büyülü bir pencere açacak.Yer yer bir efsaneye tanıklık etmiş gibi hissedeceksiniz kendinizi.DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİEski Şiirler Yeni Türküler Vedat Türkali GendaşAnadolar Muzaffer İzgü BilgiDüşünürlerin Eşliğinde Roger-Pol Droit CanAnita'nın Laneti Mahfi Eğilmez OmTaş Meclisi J.-Christophe Grange Doğan
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!