Eeee-Devlet İstatistik Enstitüsü neredesin?

CeBIT'in ilk günü yemedim içmedim, soluğu fuarda aldım. E-devletmiş, internetin ötesi imiş çok umurumda değil.. Kendime dijital fotoğraf makinası alacağım, onun peşindeyim.

Gelmişken de ‘‘kıro kalmayayım, bir dolanayım’’ dedim. Önce ‘‘basın’’ odasından yararlanabileyim diye gözümün bebeğini bilgisayara depoladılar. Netekim gittim basın odasına, gözümü gösterdim, kapı açıldı, şak diye içeri girdim. Ama aldı, beni bir korku. Terminatörde izlemiştim. Adamın şifresinden yararlanabilmek için gözünü çıkarıp sırığa takıyorlardı. Gözümü oğuştura oğuştura 7 numaralı salona daldım. Gürültüden gezmek ne mümkün. Turkcell'le, Aria otogardaki rakip otobüs firmaları gibi bas bas bağırıyorlar. Bir şey anlayana aşkolsun. Garibim Aycell'de arkada kıyıda köşede kalmış, indirim hesapları yapıyor. Bu kafayla giderse de daha çok da yapacağa benziyor. Aria, Turkcell kurulmuşlar ön sıralara, Aycell'e de pazardaki konumuna uygun duvar dibi kalmış. Adam hiç olmazsa fuarda daha iyi yer alır. Turkcell, Aria, Telekom, Nokia standları bence fuarın en iyi standları idi. Yalnız gelecek yıl lütfen gürültü ölçümü yapılsın ve belirli desibelin üstünde ses yayınına izin verilmesin. Medeni fuarlarda böyle oluyor.

Sonra fuarın diğer bölümlerini gezip e-devlet standlarına geldim. Nereye gitsem önüme bir Hürriyet standı mutlaka çıktı. Bazen hep aynı yerde mi dönüyorum kuşkusuna kapılmadım desem yalan olur. Aferin kim tasarladıysa. E-devlet standları önemli biliyorsunuz. Fuarın bu yılki konsepti neredeyse onlar üzerine kurulu. Devlet elektronik ortama geçiyor ya, bilgi paylaşacaz ya.. Birden aklıma Devlet İstatistik Enstitüsü geldi. Arandım, tarandım DİE standı yok. Başbakanlık standına gidip sordum. ‘‘Valla burada olmalı’’ diye bir düşündüler, tarif etmeye çalıştılar ama daha sonra ellerindeki listeye bakıp şöyle söylediler: ‘‘Yok. Galiba nüfus sayımını iki kere yanlış yapınca gelmeye yüzleri olmadı!’’

Düşünebiliyor musunuz devletin en önemli bilgi sağlayıcı kurumu, ‘‘e-devlet’’ konseptli fuarda yok!

Emin olun kendimizi kandırıyoruz. Ama ben kendimi kandırmadım, gittim Fuji, Kodak, Panasonic, HP, Canon, Minolta standlarını gezip en uygun dijital fotoğraf makinesini aldım: Minolta Dimage, 2 milyon piksel, 3 optik zoom. Hem de % 25+ % 10 fuar indirimiyle.. Fuarın bana en büyük faydası bu oldu.

Bir de İDO stand açmış, Feribot biletleri % 20 indirimli. Kaçırmayın. Bugün son gün...


Ayılana gazoz bayılana Çamlıca


ÜLKER Çamlıca filmini hiç beğenmedim. İtalyan kılıklı adam geliyor geliyor, topa vuruyor. Top çocuğun bir tarafına geliyor ve Ayılana gazoz, bayılana Çamlıca.. He he he.. Stratejik olarak iyi çalışılmadığı, Çamlıca'nın geçmişinin iyi analiz edilmediği, pazar bölümlerinin iyi gözden geçirilmediği çok belli. Herşeyden önce bence hedef kitle yanlış. Çamlıca ‘‘Ayılana Gazoz Bayılana Limon’’dan çok daha değerli bir marka, bu kadar hafife alınmayı haketmiyor. (Y&R/Reklamevi * *)

‘‘12 DEV Adam reklamlarda oynadıkları için başarısız oldular’’ demek çok saçma.. ‘‘12 Dev Adam başarısız oldular. Gördünüz mü reklamlar beklenti seviyesini arttırıp, hayal kırıklığı yaratıyorlar. Bu nedenle reklamlar sefil şeylerdir’’ demek ondan daha saçma hatta aptalca... Ben 12 Dev Adam'a teşekkür ediyorum. Sayelerinde çok keyifli maçlar izledim. ‘‘12 Dev Adam’’lı reklamlara da teşekkür ediyorum. Onlar beni maçlara hazırlamasa sanırım izlediğim maçlardan bu kadar keyif alamazdım.

RADİKAL'de Hakkı Devrim üstadımızın köşesinde Eti reklamında söz edilerek ‘‘Uyku bastırdı deriz, açlık bastırır demeyiz’’ deniyordu. Doğru Eti reklamına kadar ‘‘açlık bastırdı’’ demezdik. Eti reklamından sonra böyle dememizde bir sakınca var mı? Açlık da uyku gibi fiziksel dürtülerle ortaya çıkan birşey değil mi? Türkçe'nin böyle böyle zenginleşmesinde ne sakınca olabilir? Bir kere de ‘‘Babam öyle demese’’ olmaz mı?

‘‘PERİHAN Mağden'in romanını eleştirecektin, Mağden'in gazabından korkup vaz mı geçtin?’’ diye mesaj gönderenler var. Hiçbir şeyi de unutmuyorsunuz farkında mısınız? Aklınız da hep fesata çalışıyor. Sabredin bir çözemediğim ‘‘penis boyu’’nun anlamı kaldı. Onu da çözeyim, ‘‘Limited İki Genç Kızın Romanı’’ başlıklı eleştirimle karşınızdayımmm. Dayımm... Mmmm... Yeme de yanında yat!

ŞİMDİ biraz haber verelim. ANAP 3 Kasım 2002 seçimleri için Mehmet Kök'ün Terminal Ajansı ile anlaştı. 14 ajansın katıldığı Profilo konkuru Rafineri'de kaldı. ‘‘Rafineri bu konkuru Profilo'nun eski ajansı Y&R'nin desteği ile aldı’’ diye dedikodu aldı yürüdü. Çünkü Rafineri Y&R'nin kontrolünde Turkcell'in ‘‘çizgi altı’’ işlerini yapıyor. Doğru ya da yanlış ister istemez dedikodu çıkıyor. Esas bomba dedikodu. Ülker'in Çamlıca'dan sonra Panda'yı da aldığı. Ama doğrulatamadık. Ve Coca-Cola'nın sporcu içeceği Powerade Tarım Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı ile sorunlarını çözüp piyasaya girdi. Helal olsun Coca-Cola'ya. Red Bull inim inim inlerken devlet katındaki sorunlarını tereyağından kıl çeker gibi çözüyor. Bir de Red Bull'un önünü Coca-Cola kesti dedikodusu var ki, benim buna hiç inanasım gelmiyor. Coca-Cola birinin önünü kesmek istese gider Lipton Ice-Tea'nin önünü keser, niye Red Bull'la uğraşsın ki? Sizce uğraşır mı?


MÜSİAD'dan mesaj var


MÜSİAD Başkanı Ali Bayramoğlu aradı. ‘‘TÜSİAD-MÜSİAD Paradoksu başlıklı yazında bize haksızlık etmişsin. MÜSİAD üyelerinin kafasında böyle bir paradoks yok. Suni karşıtlıklar doğurmamak gerekir. Biz bakkal, market, toptancı seçerken senin sözünü ettiğin gibi ‘seçici' davranmıyoruz, ‘müstakil' olmaya özen gösteriyoruz. Hiçbir partiyi desteklemiyoruz ya da karşısında değiliz. Türkiye yanıyor, ekonomik sorunları konuşacağımız yerde içkiymiş, başörtüsüymüş gibi konularla zaman kaybetmeyelim’’ dedi.

Katılıyorum. Hem de tüm kalbimle.. Örneğin, hemen Hidiv Kasrı'ndaki, Çamlıca Tepesi'ndeki ‘‘tribünlere oynamaya’’ yönelik ‘‘içki yasaklarını’’nı kaldıralım. Örneğin, bir daha da Sincan'da yılbaşında hindi satışını yasaklamayalım. Örneğin ‘‘başörtüsü’’ konusunda kendini savunan T.C devletini ‘‘zorba, dayatmacı, otoriter’’ diye nitelemeyelim. Ve bir daha baş harfleri ‘‘Müslüman’’ı çağrıştıracak şekilde, dernek kurup ‘‘örtülü’’ ayrımcılık yapmayalım. Katılıyorum. Zaman kaybetmeyelim.



Sonar'ın patronu faks gönderdi


SONAR
Araştırma şirketinin sahibi ve herşeyi Hakan Bayrakçı bir faks göndermiş. ‘‘1995'te MHP adaylığım doğrudur. AKP ile hiç ilgim yoktur, bu bir dedikodudur. Aytaç Durak olayı 1997 değil 1994'te olmuştur. O olayda SHP adayı önde olduğu için bize iftira atılmıştı. Ama ben o dönemde yine de belediye başkanlarından sorumlu Rasim Aydın isimli elemanı tedbiren işten çıkarmıştım. Nezih Bey'le tartışmamızın uzaktan yakından bu konuyla bir ilgisi yoktur. Başka bir konuda söz istemiştim, vermedi, ben de toplantıyı terk ettim. DYP ile ilgili olarak ise 3 Kasım'ı bekleyin. Sonar'ın 1990 ara seçimi, 1991 genel seçimi ve 1994 yerel seçimleri ile ilgili başarılı tahminleri de vardır. Arşivlere bakınız’’ diyor.

Bayrakçı, ‘‘AKP ile ilgim yok’’ diyorsa yoktur. 1994'te Aytaç Durak'ın ‘‘Sonar'dan gelenler para istediler ben de kovdum’’ demesi iftira mı değil mi bilemem, ancak bu konu gazetelere yansımıştır. Bana ulaşan sağlam bilgiye göre Araştırmacılar Derneği de bu konuda 20-25 kişinin bulunduğu bir toplantı yapılmış ve bu toplantıda Bayrakçı, ‘‘para isteme yapıldıysa benim bilgim dışındadır’’ diyerek topu Adana bölge sorumlusuna atmıştır. Bu toplantıda ‘‘Madem iftira niye tazminat davası açmadınız?’’ diye soruluncaHakan Bayrakçı'nın suskun kalması üzerine de rahmetli Nezih Neyzi ağzını açıp gözünü yummuştur. Ben de yine sayın Sonar'cılara soruyorum. Gerçekten, niye o zaman böyle bir iftira karşısında suskun kaldınız?


Hürriyet doğrusunu yaptı

HÜRRİYET
geçen hafta Deutsche Bank'ın yaptırdığı araştırmayı ekonomi sayfasında ve küçük olarak verdi ve bence doğru yaptı.

Siyasi konjonktür gereği, AKP ve CHP seçmenlerinin daha kararlı seçmenler olmaları, ANAP, MHP, DYP, YTP, DSP gibi partilerin barajı geçmek için küçük oy oranlarına gereksinim duymaları, kararsızların hálá fazla oluşu kamuoyu araştırmalarını manşetlere taşıma konusunda daha ‘‘duyarlı’’ olmayı gerektiriyor. Çünkü bu seçimler diğer seçimlere daha ‘‘precise’’ yani bir bakıma daha kesin tahmin yapmayı gerektiriyor.

Ne yazık ki şu andaki varolan araştırma alt yapısı da Türkiye'de bu kadar az hata payı içeren kamuoyu araştırması yapmaya elverişli değil. Bu araştırma alt yapısının elverişsizliğini de Ahmet, Mehmet ya da Erdem ağzıyla kuş tutsa düzeltemez.

Türkiye'deki şu anda yapılan kamuoyu araştırmalarının hepsi yaş, cinsiyet, eğitim kırılımları için hálá 1990 nüfus sayımı sonuçlarını kullanıyor ve bu sonuçları 2002 yılına projekte ediyor (tahmin ediliyor). Neden? Çünkü DİE hálá bütün iller için 2000 nüfus sayımı sonuçlarının yaş, cinsiyet, eğitim gibi alt ayrımlarını bitiremedi. Ben en son 61 ilde kaldım.

Ayrıca hiçbir araştırma şirketinin elinde illere ait doğru dürüst mahalle ve sokak listesi yok. Olanlar eksik. Örneğin Adana'nın sokak isimleri son beş yılda beş kere değişti. Elimde eksiksiz listeler var diyen yalan söylüyor. DİE henüz 2000 sayımında gittiği sokak listelerini yayınlayamadı. Kısa bir süre içinde de yayınlayamayacak.

Bu nedenle araştırma şirketleri alanda çalışan görevlilere daha fazla insiyatif veren örnekleme modellerine gidiyorlar ki bu da ister istemez örnek seçim kalitesini düşürüyor, örnekleme dışı hata yapma olasılığını arttırıyor. İşte bu nedenle de kamuoyu araştırmalarını manşetlere taşırken, köşemize alıp yorumlarken de ‘‘duyarlı’’ olmak gerekiyor. Yani anketlerin sınırlılıklarını söyleyelim, bilgilendirelim ama asla abartmayalım!


Çekirgelik


Yönlendirilmeye karşı kendini savunmak için medyanın daha fazla özgüvene gereksinimi vardır ve bu özgüvene ulaşmanın yolu da araştırma bilmekten geçer(Philip Meyer)
Yazarın Tüm Yazıları