Ecevit ya da tevazuun iktidarı

Sedat ERGİN
Haberin Devamı

DSP lideri Bülent Ecevit, siyasette yaklaşık 42 yıldır süren yolculuğunda dün yeniden başbakanlık koltuğuna oturdu. Bu, hep dalgalı denizlerde mücadeleyle geçen, büyük heyecanlar, başarılar ve zaferlerin yanı sıra yenilgilere de sahne olan, iniş çıkışlarla dolu bir yolculuk.

Demokrat Parti zamanında 32 yaşında kıdemsiz bir milletvekili olarak İsmet Paşa'nın yanında başlayan, CHP Genel Sekreterliği'ne, oradan Genel Başkanlığa uzanan, daha sonra askeri rejimlerin, yasakların çilesi ve yalnızlığıyla örülen bir yolculuk.

Ecevit'in 1987 yılında siyasi yasakların kalkmasıyla birlikte yeniden demir aldığı bu yolculuğun, onu dün tam 21 yıl sonra yeniden başbakanlığa taşımasının sırrı nedir?

Kuşkusuz, bu sorunun tek bir yanıtı verilemez. Türkiye'de siyasetin bugünkü haliyle ilgili pek çok faktör sıralanabilir.

Ancak bütün bu siyasi faktörlerin üzerine çıkan, hepsini aşan çok temel bir neden olsa gerekir.

Bu, çok yalın bir yanıtla, gerek mütevazı yaşam biçimine, gerek siyasetteki çizgisine yayılan doğrultu tutarlılığıdır.

Bülent Ecevit, pek çok açıdan eleştirilebilir. Solda bütünleşmeye kapıyı kapalı tutması, parti içi demokrasiye mesafeli bakışı, hatta devlet düzeninin şeriat esaslarına göre düzenlenmesini savunan bir cemaat liderine gösterdiği sempati bu fasılda hatırlatılabilir.

Ancak bir şey var ki, getirilebilecek bütün bu eleştirilerin üzerinde bir belirleyiciliğe sahip. O noktada, eleştiri geçersizleşiyor.

Bunu açıklayabilmek için Özal döneminin Türkiye'ye getirdikleri ile bu ülkeden götürdüklerinin bir muhasebesini yapmak gerekiyor.

Türkiye, Özal dönemiyle birlikte ekonomik alanda çok büyük sıçramalar yaparken, toplumsal yaşamda ve hukuk düzeninde buna tam zıt bir nehir yatağının içine itilmiştir.

Bu akıntı içinde içinden geçilen kaotik değişimin dayatmasıyla Türk toplumuna hákim olan değerler sistemi, ortak ahlaki referanslar hızla başkalaşmıştır. Türk toplumu, yirmi yıl öncenin Türk toplumu değildir.

Ve Özal döneminde Türk insanına ‘‘çağ atladık’’ teranesiyle takdim edilen zenginleşme, toplumun ancak çok sınırlı bir kesimiyle sınırlı kalmıştır.

Geride, bu zenginleşmeden pay alamadığı için kendisini mağdur hisseden ve ayrıcalıklı kesimin kültürel birikim olarak yalnızca gösterişe dayanan şatafatçılığına içten içe kızgınlık besleyen çoğunluk kalmıştır.

Bülent Ecevit ismi, işte bu değer kargaşası içinde bozulmayan ve toplumun çoğunluğunun hálá itibar ettiği eski ahlakın en çarpıcı sembollerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ecevit, bu haliyle Özal döneminin taşıdığı kargaşa ile kolektif zihni sarsılmış olan Türk toplumuna karşı tezin de pekala yaşayabileceğini, pekala geçerli olduğunu göstermektedir.

Bunun siyasete yansıması ise özel çıkar gruplarıyla ahbap-çavuş ilişkilerine girmeyen, kendisini paranın kirletici etkisinden koruyabilen ve halkla ilişkiler şirketleri ve imaj danışmanlarının muhtelif cilalarına itibar etmeyen bir çizgidir.

Bu çizgi, makam koltuklarına oturulduğunda beliren ‘‘yarın hiç olmayacak’’ zihniyetine dayalı iktidar sarhoşluklarına da itibar etmez.



Yazarın Tüm Yazıları