Dr. Kuantum’la sohbet, her olasılığa göre şerbet

"What the bleep do we know?" (ne biliyoruz ki) filmindeki Dr. Kuantum’la yemek yeme fırsatım oldu.

Masa kalabalıktı ve zavallı adama dakikada 20 soru sorduk. Kişi başı. Sorular da öyle yol ya da yemek tarifleri değil. Yetişkinlerin sorarken salak durduğu sorular. Bu soruların genelde, cevabını biliyormuş gibi yapılır. Kimse de sormadığından, ya kutsallar ya bişeyler, kimse parmak kaldırmaz. Halbuki biz, bir dünya dolusu, hayatı okumayı öğrenememiş veletiz. Yani kabaca. Şunlar soruldu adamcağıza: Hayat nedir? Algı nedir? Ben var mıyım? Tanrı var mı? Ölünce nolur? Kuantum günlük hayatta işimize yarar mı? Zaman nedir? Akar mı? Üzerine binilip ileri geri seyahat edilir mi? Ego ne? Ego kötü mü? ...! (son iki soru benim, nedeni için geçiniz bir sonraki paragraf)

Hayatımın bundan sonraki 10 yılında, hakkımda tek bir güzel kelime duymadan yaşayabilirim. Marka konferansında konuşmamı dinleyip, galiba çok beğenen bu 70’lerindeki bilim adamı, benim sahnede: ’glorification of a feminine form’ yani ’kadın oluşumunun zaferi’ gibi durduğumu söyledi! İnanın bunu hak edecek değilim. Tek yaptığım peruk takmak ve biraz gitarla karışık espiri yapmaktı. Fakat lafa bakın, duyunca miss piggy gibi pembe pudradan domuz bir kadına dönüşüyorum. Birisi de, mail atmış. ’Nil sen Türkiye’nin Miranda July’isin’ diye. Bu iltifatlar karşısında şişen egomu, köşeye sıkıştırmak istedim. Bir bilseniz aslında ne dandik olduğumu.

Yukarıdaki soruların cevaplarını dinlerken, çoğu zaman dinlediğimden birşey anlamadım. Keşke, fizik kanunlarının kafamda açılımları olsa. Ama yok. Duyduğum birkaç cümleyi, çok karmaşık bilimsel dayanakları var diye, doğru kabul ettim. Yazdıklarım sayıklama gibi gelebilir. İçleri kuantum atlamalarıyla dolu olabilir. İdare edelim artık. Nasıl yani, neden falan gibi sorular da sormayın. Aklıma geliş sırasıyla:

Zamanda yolculuk mümkünmüş. İleri ve geri gidilebilirmiş. Işık hızı hadisesi yolculuğa imkan verdiği vakit, ki yakındır, zaman turları yapılabilirmiş. Offf, biraz daha geç doğup, geçmişe tatile gitmek isterdim. Bir tatil, 1724’e Hint okyanusunun ortasında Marion Dufresne’nin gemisinde venüsü görmeye çalışan astronomların yanına; hop ordan öbür tatil 2342 geleneksel venüs güzellik yarışmasına...

’Tanrı var mı?’ ya ’bence’ ekleyip, ’var’ dedi. İnsana, bir hücreler bütünü olarak bakınca, içinde herhangi bir yerde ’ben’ denen bir çekirdeğe rastlanamıyormuş. Hani o, içimizde ben diye çağırdığımız şey var ya, o beyinde de kalpte de değil fiziken. Burda değil yani. Dışımızda demek bu ’ben’ denen. ’O zaman o ’ben’e, Tanrı diyorum ben’ dedi. Bence görsel olarak şöyle o zaman: İçimizdeki ben denen yer boş, hepimizdeki bu boşluktan bir ip geçiyor. Bu ip, bizi ve ’milyonlarca ben’imizi birbirine dikiyor. O iplik, ya da o iğne ya da bu dikişi yapan, Tanrı oluyor. Benim kalbime oturur bu.

Hazır bu kadar ben demişken, o içimizde ben ben ben diyip duran şey egoymuş. Gitgide büyüyüp bize hükmetmeden, onu kontrol altına almak iyiymiş. Yani, ego ayağını kaydırmadan, kabuğunu soyucaksın. Bunu nasıl yapmalı sorusuna benim cevabım hep, dalga geç. Dalga geçince sönüyor benimkisi.

Hayata en uygun spor, önce fokuslanıp sonra en etkili şekilde teslim olmakmış. Kaykaycılar gibi dedi. O dev borularda bir noktaya doğru hızla giderler, ve havada kaldıkları vakit kendilerini bırakmaları gerekir. Ancak kendilerini bırakırlarsa, sapasağlam aşağı düşebilirler. Bunu kelimelerle anlatmak zor. Kelimesiz bildiğimiz şeylerden bu.

Bir de korkuyu konuştuk. Kendimizi sağlama almaya çalışıyoruz ya hepimiz. Buyrun dalga geçelim: Sandalyenin altından çekilmediğine emin olarak oturmak için, sandalyeyi popona yapıştırıyorsun. Oh artık rahatsın, ne zaman oturmak istesen, sandalyen hazır. Tabi böyle yürümen biraz zor olucak, yamuk ve kambur ve yavaş gidiceksin. Ama en kötüsü, korkunu kendine yapıştırmış biri olarak, sürekli o tedirginliğinle yaşaman gerek. Kısaca, kendini güvende hissetmek için yaptıkların, sana daha büyük güvensizliklere malolucak. Bu çıkacak tek falın olucak...

Bu kayıpların çoğunu ben de

bulmuş değilim henüz.

Beraber bu köşede arıyoruz işte,

her Pazartesi gündüz.
Yazarın Tüm Yazıları