Dört ay tek satır yazamadım

Güncelleme Tarihi:

Dört ay tek satır yazamadım
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 06, 2001 00:00



Doğan HIZLAN
Haberin Devamı

Ünlü yazar Yaşar Kemal eşi Tilda'nın ölümünden sonra ilk kez konuştu

Yılların dostluğu

İşine kendini kaptırıp o dünyada yaşayanları çok severim. Yaşar Kemal, roman yazmaya başladığında, kabuğunun içine çekilir. Hep ondan söz eder. Anlattığımı dinler mi, zaman zaman kuşkulanırım. Romanı zihninde yazarken niye dinlesin ki...

Yol önemli değil, yol arkadaşı önemlidir, sözünü Yaşar Kemal için söylemişler. Nice ödül törenine birlikte gittik, ödül verenler onu, o da beni ağırladı. O cüssesinin altındaki inceliği ancak yakın dostları farketmiştir. İnsanı kırmaktan çok korkar, kırılmaktan da.

Yazarın, yazmaktan öte toplumsal, siyasal sorumluluğunu da yüklenmiştir. Çünkü ülkesini sever, çünkü yabancılara karşı Türkiye'yi savunur.

Ünün değiştirmediği insanlar, genellikle sanatçıların, edebiyatçıların arasından çıkar. Alçakgönüllülük daha çok sanatçılara vergidir. Bu kanaatimin sağlamasını yapmak istiyorsanız, size Yaşar Kemal'i örnek vereceğim.

Tilda'sız Yaşar Kemal'i düşünmeye, ben de yeni yeni alışmaya başlıyorum. Evlerine gittiğimde, içine tek buz konulmuş bir kadeh kırmızı şarabı onunla içmeyi özlüyorum. Sahi nedense ben de şarabı öyle içiyorum.

Geleneksiz modernin olmayacağını Yaşar Kemal iyi bilir.

Öykücü Yaşar Kemal'i ihmal etmedim. Sarı Sıcak, düşlerime girse yanarak uyanırım.

Hálá oturur kurşun kalemle yazar, daktiloya çekenin de fikrini sormadan edemez. İnce Memed'i sevin ama ben Yer Demir Gök Bakır'ı hiç bir romana değişmem. Demirciler Çarşısı Cinayeti'ni yeniden aynı zevkle okuyabilirim.

Çokgen bakmak gerekir ona. Dışardan içerden, batıdan doğudan. Ben bu yöntemi benimserim. Arkadaş canlısıdır, vefalıdır.

Türk edebiyatını dışarıya tanıttığı için elbet ayrı bir saygım vardır.

Yazar arkadaşlarını tanıtmak için de çabalar, ün bencili değildir.

Romanını başında görmek isterim onu her zaman, mahkeme kapılarında değil.

CEBİMDE 2-3 BİN DOLAR OLMADAN GİTMEM

Hiçbir yere cebimde 2-3 bin dolar olmadan gitmem. Kavga çıkarıyorsunuz, elinizden biletinizi aldılar mı kaldınız demektir. Bulgaristan'da başıma böyle bir şey geldi. Oradaki Türklerin isimlerini zorla değiştirdikleri dönemde bir konferansa gitmiştim. Ben de bu olayı eleştirdim orada. Bu yüzden zorluk çıkardılar.

Eşiniz Tilda'nın ölümünün sizi çok etkilediğini yakından biliyorum. Bir süre çalışamadınız...

Dört ay bir tek satır yazamadım. İnsanın en yakınının, elli yıllık arkadaşının ölmesi öylesine bir acı ki, yalnız yazmak değil, nasıl yaşarım diye de düşünüyor insan. Sanki şimdiye kadar hep beraber yazıyormuşuz gibi. Ama Tilda her şeyi öylesine düzenlemiş ki, sanki öleceğini ve benim bu duruma düşeceğimi biliyormuş gibi. Zorluk çekmeyeyim diye düzenlenmiş en aşağı 15 dosya var. Eleştirmeler, gelen mektuplar, giden mektuplar vs. Elimi attığım yerde aradığımı buluyorum. Geçenlerde bulmama imkan olmayan birşey arıyordum. Baktım ki bütün kağıtların arkasına ne olduğunu, neyi nerede bulabileceğimi yazmış. Karı kocalıktan, arkadaşlıktan daha ileri bir yakınlığımız vardı Tilda'yla. Ve bir tarafım gitti benim. Yarım biri olarak nasıl yazarım diye düşündüm ama insan gene de toparlıyor kendini.

Atlatabildiniz mi bu durumu biraz?

Üç ay kadar nefes alamadığımı hissettim. Boğazıma gelip tıkanıyordu nefesim. Sonra Paris'e gittik Zülfü (Livaneli) ile. Gallimard'a uğradık. Orada çok iyi karşılıyorlar insanı. Yazar olduğunuzu hissediyorsunuz. Türkiye'de hiçbir zaman aklıma gelmiyor yazar olduğum. Daha sonra İsveç'e gittim. Gelince de doktor arkadaşlarla Saroz'a gittik. Yürüyüşler yaptım, deniz havası iyi geldi. Geçen pazartesi de oturup yazmaya başladım.

Tilda hanım sağlığınıza çok dikkat ediyordu. O disiplini sürdürüyor musunuz?

Beş senedir ağzıma içki koymadım. Tilda'nın hastalığı ilerleyince biraz sigara içmeye başlamıştım. Öldükten sonra da o istemezdi diye düşünerek sigarayı da bıraktım. Sağlığıma çok dikkat ediyorum şimdi. Biraz kilo da verdim, iyi oldu. Ben zaten herhangi bir ödül almaya gidiyorsam, asla içmezdim. Çünkü ben, ben değilim o zaman. Bu halkın temsilcisiyim. Büyükelçi değil, o parayla temsil eder ülkesini. Sorumlu olan yazarıdır o ülkenin. Türkiye'de Yaşar Kemal olarak istediğin gibi yaşa ama dışarıda asla...

KİTAP EYLÜLDE

Bir Ada Hikayesi'nin ikinci bölümünü yazıyorsunuz. Nasıl gidiyor, yeni romanı ne zaman okuyabileceğiz?

Romanın tamamı 14 bölüm olacak ve ben şimdi onbirinci bölümü yazıyorum. Sanırım eylül ayında matbaaya verebilirim. Kitabın birinci cildi Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, bir adanın boşaltılmasını konu alıyordu. Burada tarihin en büyük sürgün olaylarından birini yazıyorum ben. Şimdiye kadar neden yazılmadı anlayamıyorum. Yeni yeni göçler üzerine araştırmalar yazılıyor.

Romanın ana temasını bulduktan sonra nasıl devam ediyorsunuz?

Benim için romanın olmazsa olmazları; teknik, dil, yapı ve insan psikolojisini vermektir. Burada insanın toprağından ayrılmasının nasıl bir psikolojisi olduğunu veriyorum. Bunun ne kadar büyük bir acı olduğunu anlatıyorum. Toprağından ayrılanın yüreğinden bir parça kopuyor. Hep dönmeyi düşünüyorlar. Romanımın ikinci cildinde bir kahraman var, Musa Kazım Ağaefendi. Giritli. Sürekli dönmeyi düşünüyor. Kızlarının sandıklarını açtırmıyor. Gelen Türklerin burada çektikleri var. Bu bana çok dokundu, çocukluğumdan beri içimdeydi. Çevremde böyle pek çok insan vardı. Örneğin bir Abdullah Amca vardı. Devlet Demir Yolları'nda görevliydi. Karısı da Girit göçmeni. Evlenmek için karısının tek şartı, bir gün Girit'e göçerlerse kendisiyle gelip gelmeyeceği olmuş. O da ben de nasıl olsa Van'dan geldim, bir göçmenim, oraya da seninle gelirim demiş. Onlar ölünceye kadar Girit'e gitmek için para biriktirdiler.

Romanın birinci cildi Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana'da ada boşaltılıyordu. İkinci ciltte olaylar ne yönde gelişecek?

İkinci cildin adı Karıncanın Su İçtiği olacak. Bu bir Karadeniz balıkçı deyimidir. ‘‘Deniz o kadar durgun o kadar durgundu ki, karıncalar su içerdi.’’ Bir durgun deniz daha güzel nasıl anlatılabilir? Romanın ikinci cildinde bomboş kalan adaya değişik yerlerden insanlar gelip yerleşmeye başlıyorlar. 72 millet orada buluşuyor. Aralarında hiç problem yok. Romanın sonuna doğru problemler başlıyor, çünkü doğayı mecburen yok etmeye başlıyorlar. Üçüncü cildin adı Çıplak Deniz Çıplak Ada. Doğa bitmiş denizde de balık kalmamıştır çünkü. O zaman sorunlar başlıyor.

ZÜLFÜ'NÜN ROMANI

Birinci cildin gördüğü ilgiden memnun musunuz?

Her yazar romanının sürükleyici olup olmadığını bilir ama bunu okurdan test eder. Ben de Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana'nın sürükleyici olduğunu öyle test ettim. Kitabın korsan baskısını o kadar çok gördüm ki, her halde yayınevi satışının üç misline çıkmıştır. Bu roman çok uzun bir zamanda değil, bir seneyi biraz aşan bir zamanda 55 bin sattı. Öyle üzerine fazla bir yazı yazılmadı, reklamı da yapılmadı.

Romanlarınız bir çok ülkede yayımlandı ve best seller oldu. En fazla satış rakamına hangi ülkede ulaşıldı?

İnce Memed en çok İzlanda'da satıldı. Sadece İnce Memed üç milyon satıldı Rusya'da. Ama bir kuruş telif alamadım. Aziz Nesin'e, Bekir Yıldız'a telif verdiler ama bana vermediler. Telif anlaşmasında Ruslar yokmuş. O yüzden alamadım. Davet ettiklerinde 150-200 ruble gibi bir cep harçlığı verirler ama ben onu da almadım.

Son zamanlarda bizden neler okuyorsunuz? İlginizi çeken hangi kitap var.

Ben her yıl mutlaka bir klasik okurum. Türk yazarlarını da okuyorum. Zülfü Livaneli'nin son romanı bana çok ilginç geldi. 24 yıl önce bu romanın bir parçasını Zülfü bana İsveç'te okumuştu. Oradaki sürgün insanları anlatıyor. Uzun zamandır soruyordum romanın ne olduğunu. Engereğin Gözündeki Kamaşma'yı yazdı bu arada. Yurt dışında çevrildiği her dilde best seller oldu. Şimdiye kadar okuduklarım arasında sürgünlüğü en iyi anlatan roman diyebilirim 'Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm' için. Teknik ve psikolojik olarak da mükemmel bir roman. Öldürmek mi, bağışlamak mı, ikileminin psikolojisini en iyi veren roman. Gerçek bir şaheser. Böyle bir yargıyı da hiçbir Türk eleştirmen veremez. Buna cesaret edemez. Benim yurt dışında çıkan kitaplarım için yabancı basında çıkan yargıları bizde kimsenin verebildiğini görmedim. Kim için olursa olsun. Bir Türk yazar için nedense bunu söylemekten çekinirler.

Neden söyleyemiyorlar?

Söyletmezler. Cesaret de edemez zaten. Yazsa bile çevresi onun abarttığını düşünür. Arkasından küfür ederler fıkaranın. Demirciler Çarşısı Cinayeti için Les Nouvelles Litteraires dergisinde,‘‘büyük bir yazarın olgunluk çağının şaheseri’’ denildi. Hangi Türk bu yazıyı yazabilir? Hakkımda böyle yazılmış 3 bin 800 yazı var. Sadece bir tanesi aleyhimde. Saturday Rewiev'de çıktı o da. Deniz Küstü kitabımı beğenmemiş. Şimdi Zülfü'nün bu son romanı da benim için Türk dilinde sürgünlük üstüne yazılmış en iyi romanlardan biri. Ben hiç korkmadan o yüzden bu yargıya varabiliyorum. Aksini iddia eden varsa çıksın yazsın. Zülfü'nün yazar olarak bir talihsizliği var. Müziği, yazdıklarını örtüyor.

YENİ ROMANIM BİR ANLAMDA AİLEMİN HİKAYESİ

Mustafa Kemal Paşa ve Venizelos'un Lozan Konferansı'nda aldığı bir kararla Anadolu'da yaşayan 1.5 milyon Rum ile orada yaşayan 500 bin Türk mübadele edildi. Bu bir anlamda benim de ailemin hikayesi. Benim ailem bir sürgün aile. Kafkaslardan gelmiş bir kısmı. Bir kısmı da Asuri. 1854'te Çar'a isyan etmişler ve Van gölü kıyısındaki ilk köyün oraya gelmişler. Fakat o köyden göçmeleri korkunç. Birinci Dünya Savaşı'nda Rus orduları yukarıdan aşağıya, Kars'tan Van'a doğru iniyorlar. Köyden binlerce insan geçerek kaçıyor. Bizimkiler pek aldırmamış önce. Başlarında da babamın amcası olan bir bey var. Top sesleri gittikçe yaklaşıyor ve sonunda köyün içine bir gülle düşüyor. Büyük bir yarık yapıyor ve oradan su çıkıyor. Mecbur kalıyorlar o köyden göç etmeye. Oradan şunu çıkardım ben. Bir kişinin, bir insan topluluğunun, yaşadığı topraktan ayrılması, yüreğinin kopması gibi bir şeydir. Bir sürü de macerasını yaşadım Çukurova'da. Yunanistan'ın dağlık bölgelerinden kopartılan insanlar gelip Çukurova'ya yerleşmiş, çok acı çekmişler. Bizimkiler de yaylalarda geçiriyorlar yazlarını. Bir gün haber geliyor ki muhacirlerin hepsi sıtmadan öldü diye. Ölülerini gömecek adam kalmamış. Bizimkiler dağdan inip onların ölülerini gömüp geri gidiyorlar. Aynı şey birkaç kez tekrarlanıyor. Ben bunları yaşadım. Bir kısmı kaçıyor, bir kısmı ölüyor, bir kısmı da dayanıyor şartlara. Şimdi 7-8 köy var orada. Bu benim içime dert oldu. Benim ailemden kim varsa, anam, amcalarım ölünceye kadar geldikleri yurtlarını her gün anımsarlardı. Oralar üzerine Türküler çıkarırlardı.

YAZAR KORSAN BASKIYA SEVİNİR Mİ?

Ben sevindim. Demek ki romanım çok satıyor diye. Bir tür gösterge oldu benim için. Hatta kendim bile aldım onlardan. İnce Memed'lerin hepsi korsanda zaten. Ama iyi basmıyorlar keratalar.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!