Doğu'nun Sabancı'sı özel baraj yaptırmış

Muharrem SARIKAYA
Haberin Devamı

Başbakan Mesut Yılmaz, teşkilatıyla toplantı yaparken, Sanayi Bakanı Yalım Erez, ''Haydi Diyarbakır'ın Koç ve Sabancı'larıyla sizi tanıştırayım'' diyerek, gazetecileri Kervansaray Oteli'ne götürüyor.

İpek yolcularına asırlarca ev sahipliği yapmış Kervansaray Oteli'nin mistik havası daha girişinde hepimizi büyülüyor.

Masada önce bir sessizlik hâkim oluyor. Erez, ''Bu bölgenin delileri de burada'' diyor. Erez'in ''Deli'' diye nitelendirdiği Bedrettin Karaboğa söze başlıyor.

Karaboğa, 1994'te Kızıltepe Yem Fabrikası'nı Özelleştirme İdaresi'nden satın aldığında 11 memur ve 19 işçinin çalışmakta olduğunu söylüyor. Ardından, bugün şirketler grubunu oluşturmasının hikâyesini anlatıyor:

''Devlet o zaman yılda 1.500 ton yem üretiyordu. Şimdi ben 42 işçi, 5 memur ile ayda 2.500 ton yem üretiyorum...''

Karaboğa, iki un ve bir bisküvi fabrikasını da işletmeye sokmuş. Şimdi Kazakistan'dan Arnavutluk'a kadar ihracat yaptığını söylüyor. Ardından ekliyor:

''Mardin'de serbest bölge var. Benim gibi ihracat yapan işadamlarının toplam ihraç tutarları ise 100 milyon dolara yaklaşıyor. Ama Mardin'de hiç bir banka kambiyo işlemi yapmıyor. O kadar yıl yalvardık, hâlâ aynı sorun devam ediyor.''

* * *

Karaboğa'nın bir diğer sıkıntısı ise bankaların bölgedeki arazileri ipotek olarak kabul etmemeleri.

Ardından masaya gelen Abdullah İleri söze giriyor. Anlattıkları tam anlamıyla trajikomik.

''Türkiye'nin ilk, dünyanın dördüncü özel barajını yapmak için 1992'de kolları sıvadım'' diye söze başlıyor. Masadakilerin hayretini görünce ''5 yıl önce de bürokratlar sizin gibi hayrete düştü'' diyen İleri, şöyle devam ediyor:

''Bir atıp beş vuracaktım. Balık, elektrik üretecektim, sulama yapacaktım, hububat üretecektim, gölün çevresine de villa yapacaktım. Devlet özel baraja karşı çıktı, adını gölet koydu, bir de teşvik olarak kırmızı kâğıt verdi. Sevindim. Gittim, arazi satın aldım.

Atatürk Barajı gövdesi büyüklüğünde baraj gövdesi yaptım. 2.500 dönümlük alanda suyu

topladım.''

İleri, ''Sonra ne oldu?'' demeye fırsat bırakmadan, heyecanla anlatıyor:

''Suyu topladım, balığı, hububatı ürettim, villaları yaptım, bir de gölün tam ortasına hizmet binası diktim. Yetmedi, gittim iki büyük arazi daha aldım. Oraya da baraj yaptım.

Şimdi Diyarbakır'ın çevresinde 2 büyük özel barajım var.''

İleri, bütün bunları devletten tek kuruş almadan yaptığını belirtiyor. Bu çabayı gösterirken karşılaştığı bürokratik engellerden yakınıyor:

''Bütün bunlar yetmedi, yolumu da yaptım. Devletin bana verdiği hani o kırmızı teşvik kâğıdı var ya, hâlâ orada duruyor. Yarın ben elektriği ürettiğimde devlete ne ihtiyacım kalacak?''

* * *

Ardından Mücahit Can masaya geliyor. Kurtalan Çimento Fabrikası'nı bir süre önce özelleştirmeden alan Can da devletten yana dertli:

''Bu bankalar canımızdan bezdirdi. Bölgede hiçbir araziyi ipotek kabul etmiyorlar.''

Can, bu duruma hırslanmış bir şekilde Erez'e, ''Yalım Bakanım, bana sonunda banka kurduracaklar'' diyor.

Erez, bu sözlere destek veriyor:

''Sen kur, ben arkandayım...''

İşadamlarının anlattıkları sıkıntı bitmiyor.

Devletin iki yüzü bir anda ortaya çıkıyor. Bir yandan ''Bölgeye özel sektör gitmiyor'' diye yakınıyor, diğer yandan bölgeye ''delicesine'' denilebilecek projelerle giden işadamlarının önünü açmak bir yana, engeller koyuyor. Başbakan Mesut Yılmaz'ın Diyarbakır'a gelirken uçakta söylediği sözleri aklımıza takılıyor:

''Güneydoğu sorununun çözümü askeri, ekonomik, kültürel değil, siyasidir...''

Yazarın Tüm Yazıları