Din ve millet

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Büyükbabam değil beş vakit namazında kaza eylemek üç ay oruçlarında dahi ancak iftar vakti sofraya oturacak kadar dini bütün bir Müslümandı.

Bahriye kariyerine Donanma-ı Şahane gambotunda başlamış bir Osmanlı zabiti sıfatıyla da ‘millet’ duyarlılığından ziyade ‘ümmet’ kimliğine daha yakındı.

Ama hem müminliğine, hem de emperyal tebalığına rağmen Arapları sevmezdi.

Belki Kanal Cephesi'nde arkadan kurşun yemiş olmanın kuyruk acısıyla, belki de ‘ne Şam’ın şekeri, ne Arabın yalellisi' ırkçılığını dil pelesengi edinmiş bir Dersaadet kültürüne aidiyet refleksiyle, Sultantepe'deki kanaryalı evin güsulhanesinde abdest tazeledikten sonra bu tutumunu ‘Peygamber Efendimiz bile ben Arabım ama Arap benden değil buyurmuşlardır’ cümlesiyle açıklardı.

Çok Muhammedi olan Büyükbaba Hazreti Muhammed'in öz kavminden hazetmezdi.

* * *

YUKARIDAKİ davranış biçiminin sırf Miralay Lütfü Bey'le sınırlı kaldığını sanmıyorum. Küçüklüğümden beri geniş çevremde hep aynı reaksiyonlara rasladım.

Kuşkusuz, benim de aidiyetini taşıdığım İslam inançlı Türk kitlenin Arap ve Acemlere duyduğu tepki hem kollektif hafızayı hatırlamaktan; hem İmparatorluk bünyesinde bizim hakim ulusu oluşturmamızdan; hem de periferik milliyetçiliğin bilinçaltımızda Türk milliyetçiliğini kamçılamış olmasından kaynaklanıyordu.

Bu açıdan da Büyükbaba ‘Osmanlı ve Türk İslamı’nı yansıtıyordu.

* * *

EVET, dün bir ‘Osmanlı İslamı’ olmuştu... Bugün de bir ‘Türk İslamı’ var!

Zira, semavi mesaj iletse dahi istisnasız bütün dinler gibi Müslümanlık da dünyevi kavim ve halkların etnik ve tarihi özelliklerine göre farklılaşmıştır.

Teolojik açıdan değil siyasi - milli bab'da konuşuyorum, Acem Şiiliğinin Sünnilikten kopması Cermen Protestanlığın Katoliklikten ayrışmasına benzeşir.

Türk Aleviliğinin aynı İrani Şiilikten uzaklaşması ise bu kez Felemenk Kalvinizminin yine aynı Alman Protestanlığına mesafe koymasını çağrıştırır.

Öte yandan, seküler mekanizmalar ilahi dini yönlendirmiş ve çoğu zamanda da onu kendileri için bir kurumsallaşma aracı olarak kullanmışlardır.

Vatikan son tahlilde Roma İmparatorluğunu devam ettirmek kaygısını taşıdığı ölçüde Muaviye de Şam'da kurduğu ‘Şura’yla devlet geleneğini yerleştirmiştir.

Zaten din milletlerin ve devletlerin oluşumunu da belirlemiştir. İngiltere Anglikan Klisesi'ni yarattığı oranda Britanya olmuştur. Suudi Arabistan kutsal mekanların varlığıyla özleşir. Güney Slavları ise Sırplar Ortodoks, Boşnaklar İslam, Sloven ve Hırvatlar da Katolik olduğu için bugün ayrı harita çizerler.

Diğer taraftan coğrafi ve kültürel özellikler de dine mutlaka damga vurur.

Asuri Hristiyanlar secdeye vararak istavroz çıkartır. Boşnak Müslümanlar camide namaza kadın-erkek beraber durur. Filipinli İseviler Kutsal Cuma'da pagan törelerle dövünür. Togo'lu Muhammediler vudu büyüsüyle imama gider. Sefarat Musevilerin Şabat ibadeti ise Hasidim tarikatı Yahudilerinden ayrılır.

Dolayısıyla, ‘Türk İslamı’ da diğerleri gibi kendi farklılıklarını yaşar.

* * *

ANCAK ‘Türk İslamı’nın mevcudiyeti onu ‘resmi İslam’ kılmaz. Kılmamalıdır.

Çünkü, velev ki Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde yapılmış olan seküler müdahaleler bugünkü din algılamamızda etkili olmuş olsa dahi, çok uzun bir zaman dilimine yayılan yukarıdaki süreç öz itibariyle sivil nitelik taşır.

Müslümanlığımız kolektif hafızadan süzülmüştür. Dinamiği kendine özgüdür.

Mümin bahriye miralayı Lütfü Bey'in doğru-yanlış Araplara duyduğu tepki de herhangi bir ‘resmi İslam’ın empoze edilmiş olmasından değil bizzat O'nun kavmi, milli ve içtimai aidiyetinden ve kişisel deneylerinden kaynaklanmıştır.

İnanç sistematiği oluşturan semavi dinler devrimde değil evrimde dönüşür.

Ve, ilahi imanda değil yalnız dünyevi ritüelde farklılaşır.













Yazarın Tüm Yazıları