Deniz Baykal'la...

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Deniz Baykal'ı ya 1981 ya da 1982 yılında ve Strasbourg'da tanıdım. Fransa kentine, bin birinci defa Ankara'daki cunta rejimini kınayacak olan Avrupa Parlamentosu veya Avrupa Konseyi toplantısı için gitmiştim.

Bu organlarda görüş belirtmek için oraya davet edilmiş olan sabık CHP milletvekili, önünde fincan, yalnız ve tek başına kafeteryada oturuyordu.

Bizim Türk ‘‘rical''e mensup tek bir Allahın kulu yanına yaklaşmıyordu.

Hele hele, ‘‘Netekim Paşa'' yönetimini Batı kurumlarında aklattırabilmek için ortalıkta fink atan kapıkulu diplomatlar ve hınk deyici akademisyenler, sanki şeytan görmüş gibi, sakıncalı politikacıdan fellik fellik kaçıyorlardı.

Oldum olası mağdurdan yanayım ve ikbal günlerinin yardakçılarıyla yıldızım asla barışmadı, Ecevit'in eski partisine karşı bir nebze sempatim olmasa dahi, izin isteyerek derhal Baykal'ın masasına iliştim. Kahvesini paylaştım.

Şimdiki CHP Genel Başkanı'yla ‘‘uçurum yıllarında'' tanıştım.

* * *

Geçen akşam çok dar bir gazeteci grubu olarak Deniz Baykal'la yemek yedik.

Ilık Ankara gecesi, leziz İtalyan taam ve kekremsi kırmızı şarap, insancıl dostluklar tabağımızda en az başkent politikası kadar yer tuttu.

Ama malum, CHP önderi bir ‘‘siyaset makinası'' ve şükür ‘‘uçurum yılları'' bitti, üstelik meslek icabı, biraz politikacı Baykal'dan söz etmem gerekiyor.

* * *

Kesin olan şey şu ki, Strasbourg'dan itibaren şahsen tanıdığım ve medyadan günlük olarak izlediğim Deniz Baykal entelektüel birikim ve dünyayı kavrayış açısından Türkiye siyaset sınıfının en kaymak tabakası arasında yer alıyor.

Yukarıdaki birikim ve kavrayış önce dış politikada; sonra felsefi sosyal demokrasi arayışında; daha sonra da, altı ok partisi açısından paradoksal gözükse bile, demokratik bir sivilliği sahiplenme arzusunda berraklaşıyor.

İlkin, ne mutlu ki, Antalya milletvekili, RP'nin garabet diplomasisini aslında şimdiden ve fiilen uygulamaya koymuş bir Ecevit'e hiç benzemiyor.

CHP lideri çağın devinimini iyi saptıyor ve Kıbrıs'tan Gümrük Birliği'ne kadar, altına benim de imza atabileceğim bir dış politika perspektifi çiziyor.

Zaten bu saptama sosyal demokrasi anlayışında da kıpırtıya yol açıyor.

‘‘Sol'' yafta taşıyan statüko zaptiyeleri kıyamet koparsa bile, Baykal ‘‘Biz Üçüncü Dünya solcusu olmayacağız'' dediğinde, modernist bir açılımın haberciliğini yapıyor. Partisine damga vuran köhne ideolojiye rağmen yapıyor.

Söz konusu bünyesel çelişki sivilleşme konusunda da tekrarlanıyor.

Mevcut durumun ‘‘normal'' olmadığını ve kurumsal demokrasi işleyişinin yeniden rayına oturtulması gerektiğini ısrarla vurgulayan Deniz Baykal hem ‘‘asker - sivil - aydın zümre'' CHP'sinin geleneksel zihniyetine karşı mesafe alıyor; hem de, ‘‘realpolitik'' bir yaklaşımla en az gelecek ilkbahara kadar desteklemeye devam edeceği hükümetin sivilleşme işlevini dışarıdan üstleniyor.

Bana kalırsa, Baykal kendi partisinin bir, hatta iki adım önünde gidiyor.

Dönüşen dünyada mutlaka dönüşmek zorunda olan bir CHP'yi hedefliyor.

* * *

Hedef gerçekleşir mi? ‘‘Siyaset Makinası'' Baykal dirayeti sürdürür mü?

Ben, Türkiye'nin modern ve sivil bir sosyal demokrat partiye mutlaka ihtiyacı olduğuna inandığımdan, can-ı gönülden bunun böyle olmasını istiyorum.

Herhalükarda da, Strasbourg Parlamentosu'nun kafeteryasında, darbe ertesi yalnız ve tek başına bırakılmış bir Deniz Baykal'ı asla görmek istemiyorum.

Yazarın Tüm Yazıları