Demirel ve sistemini arayan Türkiye

Sedat ERGİN
Haberin Devamı

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in geçen çarşamba günü TBMM'nin yeni yasama döneminin açılışı dolayısıyla yaptığı konuşmadaki en önemli tespit herhalde şu sözlerde yatıyor:

‘‘İktidarın sınırlandırılmasında temel yöntem olan kuvvetler ayrılığında en fazla aksama görülen nokta, yasama-yürütme ilişkisinde ortaya çıkmaktadır. Yasama ile yürütme iç içe geçme istidadı gösterdiğinde, bir anlamda kuvvetlerin sayısı ikiye inmektedir.’’

Cumhurbaşkanı'na göre, sakınca burada bitmiyor:

‘‘Buna ilaveten, yargı bağımsızlığının işleyişinde de aksama ortaya çıktığı takdirde, kuvvetler ayrılığı sistemi tamamen ortadan kalkmaktadır.’’

Cumhurbaşkanı, bu tespitleriyle Türkiye'nin bugün yaşadığı bunalımın temel sorunsallarını gerçekçi bir şekilde tarif etmiş olmaktadır.

Cumhurbaşkanı'nın sözlerinden yola çıkarsak, Türkiye'de kuvvetler ayrılığının bugün ortadan kalkmış olduğunu ya da fiilen yürümediğini teslim etmemiz gerekiyor.

Bir başka deyişle, Türkiye'de kâğıt üstünde Anayasa'da tanımlanmış olan sistemin, uygulamada iflas ettiği, bizzat Cumhurbaşkanı'nın ağzından Türkiye Büyük Millet Meclisi ve kamuoyuna iletilmiş bulunuyor.

* * *

Cumhurbaşkanı Demirel, aynı konuşmada çıkış yolunun parametrelerini de gösteriyor.

Bunlardan birincisi, ‘‘yürütmenin yasama karşısında bağımsızlaştırılması’’, ikincisi ise buna paralel olarak ‘‘yasamanın da yürütmeyi daha iyi denetlemesini sağlayacak mekanizmaların oluşturulması’’dır.

Demirel'in bu değerlendirmeleri kendi mantığı içinde tutarlı bir bakışı yansıtıyor.

Buradaki kilit kavram, ‘‘iktidarın sınırlandırılması’’ ifadesinde yatıyor.

Çünkü, Türkiye'de bir süredir ‘başkanlık’ ya da ‘yarı başkanlık sistemi’ başlıkları altında yürütülen tartışmalarda, bunalımdan çıkışın sihirli anahtarı olarak yürütmenin başındaki kişiye geniş yetkiler tanınması görülmekteydi.

* * *

Bu kolaycılık içinde, kendisine geniş yetkiler tanınmış olan başkan ya da başbakanın karşısındaki parlamentonun işlevinin ne olacağı, yetkilerinin hangi çerçeve içinde tanımlanacağı sorusu boşlukta kalmaktaydı.

Cumhurbaşkanı Demirel, TBMM'deki konuşmasında atıf yaptığı ‘‘iktidarın sınırlandırılması’’ kavramıyla bu boşluğu doldurmuş olmaktadır.

Böylelikle, tartışmada eksik kalan parlamentonun denetim işlevinin güçlendirilmesi ve yürütme ile yasama arasında bir denetleme mekanizmasının oluşturulması gereğinin altı çizilmiş olmaktadır.

Cumhurbaşkanı'nın sistemin tıkanmışlığına ilişkin tespitleri, aslında bugün sokaktaki vatandaşın da büyük ölçüde mutabakatını almış, kamuoyunda üzerinde genel görüş birliği olan noktalardır.

Sorunun özüne inersek, Türkiye, 1997 yılında kendini yönetemeyen, yönetemediğini de kabullenen bir ülke durumundadır.

Kendini teşhis, çıkış yolunun bulunabilmesi için ilk adımdır.

Türkiye'nin kendisini nasıl daha iyi yönetebileceğine ilişkin sivil bir tartışma sürecini başlatmış olmaktan kaybedeceği hiçbir şey yoktur.

Yazarın Tüm Yazıları