Dağa kar yağdı

Serdar TURGUT
Haberin Devamı

Pazar günü Ankara-İstanbul arasında otobüs yolculuğu yaptık.

Ben bu yolculuk esnasında Milan Kundera'nın 280 sayfalık ‘‘Testaments Betrayed’’ adlı kitabını baştan sona okudum ve ayrıca ‘‘Maiden's Grave’’ adlı romandan da 60 sayfa bitirdim.

İmkânsız gibi gözüken bu işi gayet rahatlıkla başardım, çünkü otobüsle normal olarak 5 saat sürmesi gereken yol, Bolu Dağı'ndaki kar nedeniyle 11 saat sürdü.

Bunun beş saati de aynı noktada duran otobüsün içinde geçti.

Temelde zaten dramatik olan bu olayı benim açımdan daha da acıklı kılan şey ise özellikle tamamen sabit durduğumuz saatlerde tuhaf bir şekilde kafamın matematiğe daha fazla çalışmaya başlamasıydı.

Yaptığım hesaplamaya göre sabah saat 11.30'da İstanbul yerine New York'a doğru hareket etmiş olsaydık, İstanbul'a varacağımız saatlerde New York'ta çoktan otelimize yerleşmiş ve üstelik bir de barda içki içmiş bile olabilecektik. Ve işte bu düşünce, olayı benim için olağanüstü klostrofobik bir dehşete dönüştürmeye yetti de arttı bile.

***

Bizim otobüsün şoförü dünya otobüs şöförlerinin Gandhi'si olabilecek karakterdeydi.

Adam kesinlikle illegal bir hareket yapmıyordu. Bütün 11 saat boyunca gayet sakindi ve gülümsüyordu.

Bu adam ayrıca kesinlikle de Türk değildi.

Dağda bir doğa felaketi yaşandığı ve yolda kalan arabaların sayısı bir milyona filan ulaştığı dakikalarda sıradan çıkıp, yol temizlemeye çalışan kamyonların arkasına takılarak cinlik yapan arabalardaki şoförler tipik Türk'tüler. Doğal olarak yolda Türk sayısı bayağı fazla olduğundan bir süre sonra Bolu Dağı'nda bizim otobüs dışındaki her araç birbirini sollayıp ileriye doğru gitmeye çalıştı. Kımıldamadan tek yerinde duran ise şoförlerin Gandhi'si komutasındaki bizim otobüstü.

Hatta bir ara görevi toplumdaki illegaliteyi aza indirmek olduğu söylenen polis bile bizim otobüse acıdı ve şoföre ‘‘Kardeşim sen de sol yapıp gitsene be yahu’’ diye bağırdı.

Ha tabii bu arada sol yapılan yerde de yolun kapalı olduğunu, üstelik de o taraftan İstanbul yönünden gelen arabaların oluşturduğu kervanın bulunduğunu da bilmem anlatmaya gerek var mı?

Yani yapılan sollamalar illegal olduğu kadar, tamamen akıldışı ve kendi kendini öldürücü bir mantığa da sahipti. Başka bir ülkede bu yapılsaydı olabilecek trafik rezaletini çözmek için 15 gün filan gerekebilirdi. Ama burası Türkiye olduğu için bir şekilde olay kendi kendine çözülüverdi.

Bu ‘OLAY BİR ŞEKİLDE ÇÖZÜLDÜ’ kavramında Türkiye'nin son 30 yıllık tarihinin de ipuçları yatmakta, bunu da bilin.

***

Tıklım tıklım dolu otobüste havadan geçebilecek Ebola Zaire türü bir virüs kapma ihtimaline karşı ne yapabileceğimi düşünürken, kriminologların ‘Stockholm Sendromu’ diye adlandırdıkları şeyin de tamamen yanlış olduğuna karar verdim. Bundan 20 yıl kadar önce Stockholm'de bir banka soygunu sırasında işler ters gidiyor ve polis bankayı sarıyor. Soyguncular bankada çalışanları ve müşterileri rehin aldıkları için baskın da düzenlenemiyor. Bu durum beş gün sürüyor.

Beşinci günün sonunda soyguncular teslim olurken polis rehinelerden üçünün soygunculara sırılsıklam âşık olduklarını tespit ediyor.

Kriminologlar bu olayı Stockholm sendromu olarak adlandırıyorlar. Yani uzun süre kapalı bir yerde tutulan insanlar arasında sevgi bağları oluşurmuş.

İşte bu teori tamamen yanlış çünkü yolculuğumuzun altıncı saati sonunda, yani biz Bolu Dağı'nda hâlâ aynı noktada dururken aniden otobüs içindeki herkesten aşırı derecede nefret etmeye başladığımı hissettim.

Çiklet çiğneyen ağzın yaptığı bir ses...

Su içilirken çıkarılan hafif gürültü...

Hostese sorulan temelde tamamen manasız ve irrasyonel ‘‘İlerde acaba bir kaza mı var’’ şeklindeki bir soru...

Bende cinayet işleme hislerini uyandırmaya başladı.

İlerleyen saatlerde diğer yolcuların sadece nefes almaları bile aynı hisleri duymama neden oldu.

Kriminolojide bunun adının bundan böyle ‘‘Bolu Dağı Sendromu’’ olarak bilineceğine eminim.

***

Sevgili dostlar.

Bu konuyu aslında tek bir yazıda kesecektim.

Ama bu 11 saat boyunca ben 30 numaralı koltuktaydım. 29 numaralı koltukta da Rana oturuyordu.

Durum böyle olunca konunun tek bir yazıda bitirilmesine de tabii ki fiilen imkân kalmadı.

Yaşananları size yarın aktaracağım.

Ama bugün Rana'ya BOLU DAĞI SENDROMU'nun ortaya çıkarılmasında yapmış olduğu olağanüstü katkılar nedeniyle teşekkür etmeyi de bir borç biliyorum.

(Yarın: Sıkışık ortamlarda pişmaniye yemenin anlamsızlığı üzerine notlar...)






 








Yazarın Tüm Yazıları