Cüneyt Ülsever: Türkiye'nin hal-i pürmelali

Cüneyt ÜLSEVER
Haberin Devamı

ŞU Verheugen denen adam bir kere arı kovanına elini soktu. Bu kış ne kıyametler kopacak! Bakın, halihazırda nasıl bir ülke üzerine tartışma yapılıyor. Köylülüğü çoğunluk olduğu için dün işledim, bugün genele geliyorum.

Türkiye'de siyasette kapalı toplum, ekonomide işbirlikçi kapitalizme dayalı bir sistem var. Nedir bu sistemin özellikleri?

Dün tarım sektöründe, tarımla ilgisi olmayan nüfusun % 60'ının, OECD'nin % 1.5'i kadar bile üretemeyen % 40'ı, her yıl 8.5 milyar dolar ödeyerek desteklediğini yazdım. Bu destekten de fakir köylüye ancak kemiği yalamak düştüğünü, desteği ham yapanların Bağdat Caddesi köylüleri olduğunu belirttim.

Gelelim sanayi sektörüne. Onlar da 1999 yılında kárlarının % 87.7'sini devlete verdiklerin borcun faizinden kazandılar. Üretimin kára katkısı sadece % 4.6.

Batı emperyalizminden korkanların dikkatine. Yurtiçi hasılasının ancak % 15-16'sını tasarrufa ayıran Türkiye'ye 1998 yılında sadece ve sadece 807 milyon dolar yabacı sermaye girdi. Bizim payımız doğrudan yabancı sermaye girişlerinin sadece % 0.12'i. Bu pay komünist Çin'de % 7.06, bir zamanlar benzerimiz İspanya'da % 1.76. Polonya bizden 6.3, Romanya ise 3 misli pay alıyor. Şu anda dünyada doğrudan yatırım için çok cazip bir ülke değiliz.

Rakamlar gösteriyor ki, Türkiye bir üretim değil, kapalı bir üleşim ülkesi. Türkiye'de en önemli ekonomik aktör de üleşime karar veren devletin kendisi. Ekonominin takriben % 60'ına yön veren devlet aygıtı istediğini abat, istediğini de kahrediyor.

Üleşime öncelik veren sistem Ankara-İstanbul dengesi üzerine kurulu. Politika diline işbirlikçi kapitalizm olarak yerleşen bu dengede İstanbul Ankara'yı, Ankara da İstanbul'u kollamak durumunda. Malın iyisini onlar götürdükten sonra olası itirazlara bir nebze olsun set çekmek, ayrıca biadı ödüllendirmek için geri kalana da devlet-i áli lütfettiği kadar ve saldığı korkunun başarısı oranında pay veriyor. Türkiye'de kimileri ihaleler, krediler ve devlet müteahhitliği ile nasiplenirken, kimileri arazi affına, kaçak elektriğe, devlet kapısında işe, hadi bilemedin bir büfeye, taşeronluğa razı oluyor.

Devlete, üleşim senyorajı sorgulanmasın diye, aşkın sıfatlar uydurulur, devlet neredeyse rahman devlet olur. Ayrıca ve dış düşmanlar yaratılarak, millete ‘‘biz olmazsak seni ham yaparlar’’ diye korku salınır. Allah var; necip Türk milleti de bu korku numarasını çok iyi yutar. Millet, devlet aygıtının üleşme hakkını sorgulamak yerine, birbirinden korka korka yaşamaya ve devletin kendisine göz kırpmasını beklemeye devam eder.

Bu ülkede bazı müteahhit ve sanayicilerin, bazı sivil ve askeri bürokratların, bazı aydın ve milletvekillerinin ve dahi bazı köşe yazarı ve bilim adamlarının gizli ve zımni ittifakı vardır.

Korkuya dayalı kapalı toplum düzeni biterse hepsi işgal ettikleri mevkileri terk etmek zorunda olduklarını iyi bilirler.

Millet kararını bu kış vermek zorunda. Kapalı Türkiye mi, açık Türkiye mi?

Ancak unutmayın; açık Türkiye beleş değil!

(Cumartesi devam edecek)

Yazarın Tüm Yazıları