Çömez

Şu anda yaz tatilimi geçirmek için gelmiş olduğum Tunus’tan yazıyorum bu yazıyı.

Tatile çıkmadan evvel yoğun işlerimin arasında (Malum reklam çektim ya harıl harıl!!!) benim tatilde bulunacağım dönemde yayınlanması için dört adet yazı yazdım ve bıraktım Kelebek yönetimine.

Bir tane yazım eksik kaldı ama o yazının yerine de ‘Yazarımızın yıllık izninin bir bölümünü kullanması sebebiyle yazısını yayınlayamıyoruz’ ibaresini koyarlar diye nasıl rahatım anlatamam.

Cumartesi günü gelen telefonla tam anlamıyla yıkıldım. Telefondaki ses, çarşamba yazısını da istiyordu. Kendimin bile zor duyduğu bir sesle ‘Yazmasam olmaz mı’ dedim ama karşıdaki ses çok kararlıydı. ‘Hayır yaz’ dedi... Ne yaparsınız bu durumda, oturup yazarsınız değil mi? Eeee çömezlik zor şey!!!

Su kayağı nasıl yapılır?

Çocukluğumda su kayağı yapanlara hep imrenerek bakmıştım. Denize bakan evimizin balkonuna akşam üstü çıktığımda, su kayağı yapanları görür, biraz da kıskanarak onları seyrederdim.

O zamanlar Türk filmlerindeki neredeyse bütün sonradan görme zengin çocuklarının da su kayağı yaparak vakitlerini geçirdiğini görduğümde, (Bakınız Engin Çağlar) bu spora imrenmekten derhal vazgeçmiş ve su kayağının yerini kafamda belirlemiştim: Su kayağı benim için artık yapılmaması gereken bir spordu.

Sonrasında yıllarca tıpkı tenis gibi, kayak gibi su kayağını da statü belirleyen bir spor olarak görüp hiç yapmadım, hatta daha ileri gidip yapanı da eleştirdim.

Bu tatilde nereden aklıma düştüyse, su kayağı yapmayı denemek istedim (Rahat battı!!!) Henüz o kayakların üzerinde dikilebilmiş değilim. (Anlayın ne kadar yetenekliyim!!!) Üstelik sırtım, kollarım, ayak bileklerim, avucumun içi her yerim ağrıyor... Yıllar sonra su kayağı benden intikamını aldı sanırım!!!

NASIL BÜYÜDÜM

Ben büyürken, seviyor mu, sevmiyor mu diye kibrit falı bakılırdı.

Popüler kültür mantarı!

Şu an halen tatilde olan ve sizlere bu yazısını tatilden ulaştırmaya çalışan popüler kültürle yanıp tutuşan popüler kültür mantarınız, tatilde de boş durmadı tahmin edebileceğiniz gibi. Tatile her yıl olduğu gibi bu yıl da iki bavulla çıktım. Bir bavulda giyeceklerim, diğer bavulda da okuyacaklarım vardı. Benim için en iyi okuma zamanlarından birisi de tatiller çünkü. İşte tatil sırasında okuduğum kitaplar:

- Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun / Hatice Meryem

- Bu İşte Bir Yalnızlık Var / Tuna Kiremitçi

- Geceye Uyananlar / Cahide Birgül

- Her Şeyi Gören Gözler / Fidan Terzioğlu

- Terapi / Levent Mete

- Paramparça / Duygu Asena

- Kardelenler / Ayşe Kulin

- Beni Odana Götür / Neşe Cehiz

- Aşk Büyüsü / İlhan Uçkan

- Ruh Hastası / İsmail Güzelsoy

- Aşkın ve Kederin Kitabı / Kaya Sancar

- Beşpeşe / Murathan Mungan / Faruk Ulay / Elif Şafak / Celil Öker / Pınar Kür

Nasıl fena değilim değil mi? Yukarıdaki listeden özellikle Ruh Hastası ve Beşpeşe şiddetle ve de şiddetle önerilir...

Da Vinci Şifresi için günlerce köşe yazıları yazıp kitabı tartışan yazarlarımız niye Türk edebiyatına gelince hiçbir şey yazmazlar anlamıyorum. Yoksa Türk edebiyatı okuyor olmayı kendilerine yakıştıramıyorlar mı?

Ruh Hastası romanı da en az Da Vinci Şifresi kadar, hatta ondan daha fazla etkileyici ve tartışılmaya değer... (Kitabı bu kadar çok sevmemin adı ile ilgisi olduğunu düşünen okurları kınıyorum!!!)

Bu yıl yurt dışında geçirmekte olduğum tatilimde iki şey çok dikkatimi çekti, bunları da yazmadan geçemeyeceğim. Birincisi herkes saçını soğan kabuğu denilen o renge boyuyor. İkincisi de üst üste iki mayo giymek erkekler arasında çok moda! Neye yarıyor diyorsanız bilmiyorum, anlamadım ben de...
Yazarın Tüm Yazıları