Clinton'ın Yılmaz'a AB sorusu ‘Buradan nereye gidiyoruz?’

Sedat ERGİN
Haberin Devamı

Başbakan Bill Clinton, önceki günkü görüşmede Türkiye-AB ilişkileri tartışılırken bir ara Başbakan Mesut Yılmaz'a şu soruyu yöneltti:

‘‘Where do we go from here?’’

Türkçe'ye, ‘‘Buradan nereye gidiyoruz?’’ diye çevirebileceğimiz bu soru, ABD Başkanı'nın, ‘‘Olan olmuş, üzgünüz. Ama bu krizi aşabilmek için bundan sonra ne yapabiliriz? Ona bakalım’’ şeklindeki pragmatik arayışının bir ifadesi.

Washington, Türkiye-AB ilişkilerini kaplayan krizden hoşnut değil ve girilen belirsizliğin Türkiye'nin Batı dünyası ile bağlarını zayıflatmasından endişe ediyor.

Amerika'nın bir başka endişesi daha var: Türkiye ile AB arasındaki tırmanma, Kıbrıs ve Türk-Yunan sorunlarının çözümünü, dolayısıyla Amerika'nın bu alandaki dış politika hedeflerini zora sokabilir.

Amerika'nın Lüksemburg kararlarından duyduğu hoşnutsuzluk, Başkan Clinton tarafından çok açık ifadelerle kayda geçirildi. Clinton, bir ara Yılmaz'a şunları söyledi:

‘‘Biz de zirve öncesinde Avrupalılar'a Türkiye'yi dışlamamaları gerektiğini söyledik. Ancak dinletemedik. Bugün Fransa Cumhurbaşkanı Chirac ile telefonda konuştum. İngiltere önümüzdeki ay AB'de dönem başkanlığını üstleniyor. Size yardımcı olmaya çalışacaklar. Biz de elimizden geleni yapacağız. Ancak siz de kapıyı tümden kapatmayın.’’

AB ile ilişkiler, Yılmaz'ın ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ile görüşmesinde daha ayrıntılı bir şekilde masaya yatırıldı. Hafta başında NATO Dışişleri Bakanları toplantısı için Brüksel'e giden Albright'ın, Avrupalı muhataplarıyla konuşmalarının önemli bir bölümü, Türkiye'nin Lüksemburg kararlarına gösterdiği tepki üzerinde geçmişti.

Albright, izlenimlerini aktarırken, ‘‘Görüştüğüm bütün Avrupalı meslektaşlarım bir hata yapıldığını kabul ediyorlar’’ dedi.

Albright'ın Avrupa ile ilişkilerden sorumlu yardımcısı, ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Mark Grossman da Avrupa'daki havayı aktardı, ‘‘Onlar da bu hatayı nasıl düzeltiriz arayışı içindeler’’ dedi.

Yılmaz, bu yaklaşımlar karşısında, ‘‘Türkiye'nin AB'ye kapıyı kapatmadığı’’ güvencesini vererek, Amerikan tarafını rahatlattı, ancak şu pozisyonun altına düşen hiçbir formülü kabul etmeyeceğini de kayda geçirdi:

‘‘Türkiye'nin 12. tam üye adayı olduğunun bir AB zirve kararıyla tescil edilmesi ‘olmazsa olmaz' koşuldur.’’

Bu noktada, Amerikan Yönetimi’nin önümüzdeki aylarda Türkiye-AB ilişkilerini yakınlaştırmak için perde arkasından yoğun bir diplomatik seferberliğin içine gireceği anlaşılıyor.

Washington, bir yandan AB başkentlerini Türkiye'ye karşı daha esnek davranmaya teşvik ederken, Türkiye'yi de AB'den gelecek yeni yaklaşımlara, orta yol formüllerine olumlu karşılık vermesi yönünde ikna etmeye, başvurunun geri alınması olasılığını önlemeye çalışacak.

Bu diplomatik kampanyada ABD ile AB'nin, yeni dönem başkanı İngiltere'nin yakın bir işbirliğine girecekleri şimdiden belli olmuş durumda.

Sonuçta, Türkiye, AB ile ilişkilerde derin hayal kırıklığı yaşadığı bir dönemde Amerikan Yönetimi'nden anlayış gördü, Washington'un desteğini yanına aldı.

Beyaz Saray'ın görüşmeden sonra, ‘‘Türkiye yüzünü Batı'ya dönmüş bir ülkedir. Türkiye'nin geleceğini AB'ye tam üyelikte görüyoruz’’ açıklamasını yapmış olması bile başlı başına önemli.

Önümüzdeki aylarda Türkiye ile AB arasında gerçekleşecek olan ve Türkiye'nin 21. Yüzyıl'da dünya sahnesindeki yerinin şekillenmesi açısından belirleyici önem taşıyan bu kritik pazarlıkta, Türkiye'nin önemli bir müttefiki var: Batı dünyasının başat gücü ABD...

Bununla birlikte, AB'ye karşı ABD'nin desteğinin alınmış olmasının değeri azımsanmasa da, son sözü yine Avrupalılar’ın söyleyeceği hususunu akıldan çıkarmamak gerekiyor.

Yazarın Tüm Yazıları