Çıplak yalanlara alışacak mıyız

YENİ eğitim-öğretim yılı başladığında her zamanki gibi bir çok sorun vardı. Okula gönderilmeyen kız çocuklar, gönderildiklerinde okullarını yerinde bulamayan öğrenciler, emeklerinin maddi karşılığını alamayan öğretmenler, tüm siyasetçilerin artık en kolay söyledikleri yalan olan alınmaması gereken kayıt ücretini ödemek zorunda olan veliler...

Bunlar bu ülkenin eğitim gerçekleri deyip alışıyoruz.

Eğitimde yaşanan eşitsizlikler, kalite düşüklüğü ve okullardaki şiddet konularında hiçbir gerileme yaşanmış değil.

Bunları da garipsemiyoruz.

Tam da tüm bu gerçekleri kanıksamak gibi son derece tehlikeli ve körleştirici bir ruh haline girmişken...

Bu yıl eğitim-öğretim döneminin başında Anadolu Ajansı’ndan bir haber düşüveriyor.

Yeni bir şey mi? İlk kez mi karşılaşılıyor?

Hayır!

İnsanın köpeği ısırması gibi bir haber mi?

Hayır!

Aslında hepimizin aşina olduğu, aşina olmaktan utandığımız bir durumu anlatıyordu. Polatlı’ya doğudan mevsimlik işçi olarak gelmiş ailelerin çocukları, akranları okula giderken soğan tarlalarında çalışıyordu.

"Okullar açıldı, onlar tarlada" idi haberin başlığı.

Okul sıralarında olmaları gerekirken, aileleriyle birlikte çalışıyorlardı.

Bu haberin gazetelerde yer almasının ardından Ankara Valisi Kemal Önal devreye girdi ve çocukların okula gitmesini sağladı. Ama Karagözli ailesinin beş çocuğundan sadece dördü okula dönebilmişti.

En büyükleri Ömer 15 yaşında. Onu, Abdulkadir, Büşra ve yedi yaşındaki Kübra izliyor. Diğer çocuğun neden tekrar okula gitmediği ise ilk haberin satır aralarında gizli.

Kardeşlerin en büyüğü 17 yaşındaki Ayşegül bugüne kadar hiç okula gitmediğini söylüyor. Babalarının gözü görmüyor, anneleri ise hasta. Günlük 20 YTL’lik yövmiye için çalışıyorlar.

OKUL ÖZLEMİ ÇEKTİM

Ayşegül, "Yıllarca okul özlemi çektim. Herkes gibi okuma yazma bilmeyi arzuladım. Bu saatten sonra okula gidebilir miyim bilmiyorum ama en azından kardeşlerimin okula gitmesini istiyorum" diyor.

En küçüklerden olan Büşra bugün sayfalarda okuyacağınız haberde mutluluğunu gizlemiyor:

"Okula gittiğim için çok mutluyum. Biz de diğer çocuklar gibi okula gidiyoruz."

Cümledeki "diğer" kelimesi yüreği burkan bir anlam taşıyor.

Bu zamana kadar dışlanmışlığın simgesi bu kelime.

Bu dört çocuğun bugün okul sıralarında olmaları ne bir daha böyle haberleri yapmaya gerek olmayacağını gösteriyor ne de eğitimde sorunların aşıldığını. Bu haberleri daha çok yazacağız, okuyacağız.

Tıpkı sokaklarda çalışan çocukların haberleri gibi.

Hergün, yollarda karşılaştığımız, görmemiz için bağırması gereken çocukların haberleri gibi...

Oysa onların yerine koyabilseydik keşke kendimizi... Ne derdik?

BIRAKIP DA GİDEMEMEK

"Sen olmak zor iş çocuk" derdik belki.

"Sen olmak ve yollarda, soğukta kalmak çok zor.

Her gün sabah ve akşam, yaz ve kış boyunca bir oyun sanarak Atatürk Bulvarı’ndan aşağıya rüzgar gibi geçen otomobillerin arasında dans etmek...

Her sabah ve akşam, minibüslere doldurulup, Altındağ’ın sönük sırtlarından Kızılay’a, Çankaya’ya getirilmek, bir köşe başından izlendiğini bilerek, kirle, pisle dolaşmak değil ama kirle pisle uğraşmak çok zor.

Avuç içlerin soğuktan kanarken, yanlış öğrenmek, yanlış yaşatılmak.

Israr etmek zor iş çocuk.

Bırakıp da gidememek çok zor."

Ahmed Arif’in hepimizin bildiği, ama unutmaya yatkın insanoğluna sürekli hatırlatılması gereken Karanfil Sokağı’ndaki gibi:

"Ekmeğe, aşka ve ömre / Küfeleriyle hükmeden / Ciğerleri küçük, elleri büyük / Nefesleri yetmez avuçlarına / -İlkokul çağında hepsi- / Kenar çocukları."

ÇIPLAK YALAN

Eğitim hakkı, yaşam hakkı, sağlık hakkı gibi temel kavramlardan söz ederken ulvi cümleler kurmaya gerek yok.

Çıplak gerçek en acıtıcı olan.

Ve en kolay yalan kendimize söylediğimiz. Ama en çok onun izi kalıyor.

Bizler hergün sabah, akşam heran bu konuda yalanlar söylüyoruz kendimize.

Resmi olarak 40 bin, gayri resmi olarak 80 bin çocuk sokaklarda çalışıyor Türkiye’de. Yani devlet resmen 40 bin çocuğun sokaklarda çalıştığını kabul ediyor. Ama hiçbir şey yapmıyor.

Bu 40 bin çocuğun sokaklardan kurtulması için kaç para gerekir dersiniz? Kaç batık banka, kaç yolsuzluk dosyası eder?

Ame ne bekliyoruz ki?

Bir kaçak Kuran kursunda öldürüyoruz 17 çocuğumuzu... Ardından da çıkıp "temizlik yapıyorlardı" diyoruz.

Bizler daha çok böyle haberler yazacağız, sizler okuyacaksınız.

Ama hiçbir zaman alışmayacağız.

Bayram boyu başkanlar konuşuyor

BAYRAM
boyunca yarından itibaren yaklaşan yerel seçimlerle ilgili mevcut başkanların değerlendirmeleri Ankara Hürriyet’te olacak.

Deniz Gürel’in kaleminden yayınlanacak bu mülakatlarda çok çarpıcı değerlendirmeler yer alıyor. İlki bugüh Melih Gökçek’in seçim değerlendirmeleri.

Gökçek, satır arasında tüm kentle kavga eden siyasi anlayışını da bizlere yansıtıyor. Uzlaşmacı, yapıcı bir üslubun yerine nasıl bir siyasi anlayışın yer aldığı bu satırlarda gözüküyor.

Başkan, "Benimle takışanla hesaplaşırım. Bir adım geriye gitmem" diyor. "Bazen hoşuma gidiyor" diye devam ediyor. "Polemikler benim üstümden yapılıyor. Benim bir huyum var, ben altta kalmam."

Gökçek’in bu sözleri bizler için sürpriz niteliği taşımıyor. Onun eleştirilere kapalı yapısını biliyoruz. En doğrunun kendi doğrusu olduğunu da.

Ama keşke arada bir dışarıya da kulak verse...

Ama sadece eleştirileri duymak, yapıcı sonuçlar çıkarmak için.
Yazarın Tüm Yazıları