Çingen çalar, Kürt söyler, Türk oynar

Geçen sabah Taksim'de bir kadın cep telefonunda kavga ettiği birine mendebur bir surat ve cırtlak bir tonla, aklısıra ‘‘küfrediyordu’’: ‘‘Çingeneee! Çingeneee!’’ Ben de ona şöyle seslendim içimden: ‘‘Gerzeeek! Densiiiz! Oduuun!’’

5 Mayıs'ı 6'sına bağlayan akşam, o ablayı kulağından tuttuğum gibi, Ahırkapı'ya götürmek isterdim. Eteğinde ne kadar faşist, seçkinci, cahil taş varsa, Ahırkapı Roman Orkestrası'nın civelek melodileri eşliğinde, Arnavut kaldırımına dökebilsin diye...

Yumurtaya can veren, Hıdrellez'i icat eden güzel Allah'ım, sana şükürler olsun! Armada Otel'in önündeki Ahırkapı Sokak'ta, gayet ucuz, gayet iyi organize edilmiş şahane bir şenlik düzenlendi. (Bu arada, organizasyonun en elzem olmakla birlikte en beceriksiz standına sahip Kavaklıdere şaraplarının, daha akşamın başında kırmızı şarabın bitmesi üzerine; ‘‘İnsan böyle bir geceye tedarikli gelmez mi?’’ diye soran bir müşteriyi; ‘‘Biz tedariksiz değiliz, siz çok içiyorsunuz!’’ diye azarlayan, pek yuppie idarecisini hariç tutarım.)

Garajda düzenlenen konserde sahne alan ve Kürtçe, Türkçe, Rumca şarkılar söyleyen Rojin gülerek; ‘‘Çingen çalar Kürt söyler,’’ dedi sahneden... Kalabalığın karmasının bir mikro yansıması; ana tarafı silme Giritli, baba tarafı İstanbullu, kendisi Karşıyaka, İzmir doğumlu bir Türk olarak bendeniz de ‘‘oynayanlar’’ arasındaydım. Yanımda her biri mozaik taşı güzelliğinde çiçek gibi dostlar olduğu hálde...

Roman kardeşlerim; siz ki bu dünyanın göbek deliğisiniz, çalgılarınız hiç susmasın e mi?.. Bakınız, kırk yıllık ayıp, geçtiğimiz aylarda Türk dili literatüründen çıkarıldı. Artık güzel lisanımızda Çingene kelimesi, resmi bir küfür olarak yer almıyor. Bir tek, Çingeneler için ‘‘Garip giyinişli, kılıksız’’ benzeri tanımlamalar kullanılıyor. Ki dallı budaklı, çiçekli böcekli şıklığınızın ayırdına varılabilinsin diye, o kuruma bir moda gurusu atanması adına dilekçe yazma işini, şahsen hevesle üstlenirim. Siz yeter ki durmaksızın çalınız söyleyiniz; o gün de yaptığınız gibi habire barıştan dem vurunuz...

Festival koketi kesildi mi Goran Bregoviç'i ayakta alkışlayıp, adamın sesini kaç perdede kullanabildiğine bakmadan Ciguli'yi aşağılayan, Çingene kelimesini hakaretamiz kullanan ahmak zihniyete inat; ‘‘İlle de Roman olsun, ister çamurdan olsun,’’ sözlerini terennüm ediniz.

Çok şükür, çok şükür... Dökülmüş kurtlarımın verdiği hafiflikle; ‘‘Ne mozaiği ulan!’’ zihniyeti güden beton kafalı karşı takıma nispet, tüm milleti bir tribün şovuna davet etmek isterim. Gırtlağımızı paralarcasına bağıralım arkadaşlar: ‘‘Hepimiz Romanız! Hepimiz Romanız!’’

Kebaptan anlamayan aşkı bulamaz!

Kebap dediniz mi, mümkün olsa kelimenin bizatihi kendisini yemeye iştahlı; hamak keyfi sürmekten patlıcanlı kebap yemeye, kebabın her türünden had safhada hazzeden ekábir ruhlu bir etobur olarak, Seren Serengil'in, eski kocasına laf geçirme niyetli sarfettiği; ‘‘Gümüş tabakta kebap yemek gibi’’ benzetmesini, şahsi ‘‘S.S. Seçme Saçmaları’’ listemin baş sırasına oturtmuş bulunuyorum. Kebap'ın, saray sofralarından geçmiş, kendisinden haza kültürlü bir ‘‘mamul’’ olduğunu hiç hesaba katmadığı için... ‘‘Ben her zaman kendimden daha az kuvvetli erkekleri seçtim. Aslında bende tuhaf bir karşımdakini adam etme, ona sınıf atlatma, seviyesini yukarı çıkartma gibi zaaflar var,’’ diyor, zengin annesi sayesinde çocukken piyano ve bale dersi almış olduğunun altını, makyajının eleştirildiği her sefer çizmeyi adet edinmiş ‘‘sanatçımız.’’ Yakın bir tarihte, TV'deki eğitici, öğretici ve kadınları kendine benzetip ‘‘adam edici’’ programında da gözyaşlarıyla ifade etmişti benzer bir meramını: ‘‘Bir daha yanımda benim seviyemden düşük bir adam görürseniz bana sanatçı demeyin!’’ Düşünmüş bulunduk háliyle: ‘‘Sizin lügatınızda adam gibi adamın kıstası nedir? Bijan takım giyip Ferrari kullanması mı, yoksa öksürmene kalmadan mutfağa koşup bir bardak su getirmesi mi? Hani, biz size zırva şarkılar 'çığıran' detone bir ton tutturmuş olduğunuz için sanatçı demesek?..’’

Mehmet Gül hiç susacak mı?

Keşke insanların da üzerinde bir açma kapama düğmesi bulunsa. MHP'nin bir numaralı medya maydanozu Mehmet Gül, yine icraata kuş kondurmayı başardı. Eski milletvekili, yememiş içmemiş, bir kitap döşenmiş; misyonu en az ensesi kadar kalın: Názım'ın dünya şairi ve sıkı bir komünist olmadığını kanıtlayacak. ‘‘Feminizmle komünizmle bir yere varılmaz!’’ incisinin hatibi olarak, komünizme de ancak, feminizmden anladığını iddia eden bir maço kadar vakıf olduğu zaten cümlemizin málûmu ya, neyse... Gül'ün iki hafta içinde kitapçılarda raf ve taraf tutması beklenen eseri kaleme almasının nedeni, şimdiye dek Názım hakkında okuduğu şeylerin tekinin bile olumsuz olmamasıymış, iyi mi... ‘‘Has'etinden prangalar eskitmiş’’ yani. (Hazır yeri gelmişken bir başka ‘‘feminist’’ şair Ahmed Arif'i de burada saygıyla anmak isteriz!) ‘‘10 bin Rum, 30 bin Ermeni, 20 bin Yahudi var diye 70 milyonluk ülkede mozaikten söz edilir mi yahu?!’’ cümlesindeki hem kekeme hem geveze belágatını da göz önünde bulundurunca, kitabın neye benzediğini, Gül'ün neyi, hangi bilimsel, kronolojik, sosyolojik, filolojik; hepsini geçelim, elbette ki ideolojik kriterlerle, ne şekilde kanıtlayabildiğini aşağı yukarı tahmin edebiliyoruz şimdiden. Mehmet Gül'ü bu ‘‘zıp’’çıkışından dolayı, Názım'ın Dünyanın En Tuhaf Mahluku adlı şiiriyle tebrik etmek isteriz: ‘‘Akrep gibisin kardeşim, / korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. / Serçe gibisin kardeşim, / serçenin telaşı içindesin. / Midye gibisin kardeşim, / midye gibi kapalı, rahat. / Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun kardeşim. (...)’’
Yazarın Tüm Yazıları