Cepheden cepheye

Emin ÇÖLAŞAN
Haberin Devamı

1914 - 1918 yılları arasında Birinci Dünya Savaşı'nı, İmparatorluğun çöküşünü, Mondros ve Sevr teslim anlaşmalarını yaşadık. Hemen ardından Mustafa Kemal Paşa isminde bir mucize adam ortaya çıkıp yeniden bir devlet kurdu...

Dört yıl süren Birinci Dünya Savaşı'nda Türk çocuklarının nice cephelerde dökülen kanları... Çanakkale, Galiçya, Kafkasya, Suriye, Irak, Filistin, Medine, Yemen... Yüz binlerce insanımızı gurbet ellerde, aslında bize ait olmayan ‘‘vatan topraklarında’’ bırakıp geri çekilişimiz...

Sarıkamış Dağları'na Rus ordusuyla savaşmak için sevkedilen 90 bin askerimiz kar ve soğuk karşısında hezimete uğruyor, donarak ve tifüs hastalığı nedeniyle birkaç gün içinde şehit düşüyor.

Aynı günlerde, aynı haftalarda Türk çocukları Arap çöllerinde İngiliz ordusuyla, açlıkla ve daha da önemlisi, susuzlukla boğuşuyor.

Rus ordusu, İngiliz ordusu, kar, buz, çöl, sıcak, açlık, susuzluk, hastalık ve ölüm...

Ama sadece bu kadar değil... ‘‘Arap dindaşlarımız’’ bize karşı isyan etmişler. İngiliz altınlarına satılanlar, Türk askerini arkadan vuruyor. Medine'de Peygamberimizin mezarını savunan Fahrettin Paşa ve emrindeki Türk çocukları, İngiliz altınlarıyla doyurulan Arap isyancıların ihanetiyle boğuşuyor!

Rus orduları doğu sınırımızdan içeri dalıp Erzurum'a kadar ilerlemiş. Bitlis, Van, Muş düşman eline geçmiş. Doğu Karadeniz, Rus ordusu tarafından işgal edilmiş.

Doğu Anadolu'da sadece Rus ordusuyla mı boğuşuyoruz? Hayır!.. Yıllardan beri Anadolu toprağını bizimle paylaşan Ermeniler, devlete isyan ediyorlar. Rus işgalinden yararlanıp bağımsız bir devlet kurma hayaline kapılarak Türk ordusunu arkadan vuruyorlar.

Dış düşman bellidir, elinizden geleni yaparsınız, ama iç düşman için ne yapacaksınız?

Hükümet, 1915 yılında tehcir, yani toplu sürgün kararı alıyor. Ermeniler topluca savaş bölgelerinden diğer yerlere aktarılıyor. Tehcir sırasında, izleri günümüze de yansıyan üzücü olaylar yaşanıyor.

Güneyde İngiliz orduları saldırıya geçmiş, Basra ve Bağdat elimizden çıkmış... Ordularımız Suriye, Filistin, Medine ve Yemen'de direniyor.

Batı'da Çanakkale'ye yüklenmişler. İngiltere ve Fransa, İstanbul'u ve Boğazlar'ı ele geçirip müttefikleri Rusya'ya denizden yardım yolunu açacaklar.

İki-üç yıl önce Balkan Savaşı yaşamışız. Bulgar ordusu İstanbul kapısına dayanmış. Çatalca önlerinde bile savaş verip yenik düşmüşüz. İmparatorluğun serhat kenti Edirne'yi düşmana kaptırmışız. Tam bu sırada Balkan ülkeleri bizim toprakları paylaşamadıkları için birbirleriyle kapışınca, İttihat Terakki hükümeti, Edirne'ye saldırıp geri almayı başarmış.

***

Birinci Dünya Savaşı'na Almanlar'ın yanında nasıl ve hangi gerekçelerle girdiğimiz bugün bile belli değil. Enver Paşa tek başına karar alıyor ve Talat Paşa, Cemal Paşa gibi hükümet üyelerine ‘‘Bir oğlumuz oldu’’ diye müjdeliyor!

Almanya, savaş boyunca bizi kendi çıkarları için kullanıyor. Örneğin Azerbaycan'ı ele geçiren Türk ordusuyla Alman askerleri arasında çatışma çıkıyor. Almanya, kendi çıkarı olmayan yerde bizim kazanmamızı istemiyor.

Almanya'nın bastırmasıyla Filistin ordularımız iki kez ‘‘Kanal harekâtı’’ düzenliyor. İngiltere, Mısır'ı ele geçirmiş. Almanya bize diyor ki, ‘‘Siz Süveyş Kanalı'na sürekli saldırın, mümkünse ele geçirin ve İngiliz ordularını Mısır'da bağlayın. Kanal'ı alırsanız hem İngiliz sömürgelerinden gelecek asker ve malzemeyi önlersiniz, hem de benim ordularımı Avrupa'da rahatlatırsınız...’’

Süveyş Kanalı'na Sina Çölü üzerinden iki harekât düzenliyoruz. Temmuz ayının çöl sıcağında askerin hakkı günde bir matara su. Yiyecek sadece peksimet.

Birliklerimiz binbir güçlükle Kanal'a ulaşıyor. Bazıları şişme tulumlarla karşıya geçmeye çalışıyor. Sonuç tam bir hezimet. Ömründe deniz görmemiş, yüzme bilmeyen askerlerimizin bir bölümü suyun üzerinde, diğerleri karşı sahile ayak basınca şehit düşüyor.

4. Ordu Kumandanı Cemal Paşa, Almanlar'ın baskısıyla yapılan ikinci Kanal harekâtını durdurup çekilme emri veriyor... Ve 15 bin askerimizin hayatını kurtarıyor.

***

Savaş sürüyor. Bir yanda Türkiye-Almanya, öte yanda Rusya-İngiltere-Fransa.

Öyle bir süreç ki, hezimetlerle kahramanlıklar iç içe.

Bütün bu cephelerde yüz binlerce Türk evladını şehit veriyoruz.

Donarak, çöl sıcağından, açlıktan, susuzluktan, hastalıktan ve düşman kurşunlarıyla...

Ama bir tek kazancımız oluyor. Birinci Dünya Savaşı vatana, cephelerde pişmiş yeni komutanlar kazandırıyor...

Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Kazım Karabekir, Kazım Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Fahrettin Altay, Kazım Özalp, Asım Gündüz, Ali İhsan Sabis, Fahrettin Türkkan, Fevzi Çakmak, Refet Bele ve daha niceleri...

Onlar ve arkadaşları bu savaşlardan kazandıkları deneyimle, teslim sonrasında paylaşılan, başkenti İstanbul bile ele geçirilen çökmüş imparatorluğun elde kalan son toprakları üzerinde yeniden savaş verip Türkiye Cumhuriyeti'ni kuracaklar.

***

Sevgili okuyucularım, yarınki yazımda Falih Rıfkı Atay'ın Zeytindağı isimli muhteşem kitabından birkaç alıntı yapacağım. Atay, Birinci Dünya Savaşı'nda Suriye ve Filistin cephesinde vuruşan 4. Ordu Kumandanı Cemal Paşa'nın karargâhında görevli bir yedek subay.

Cemal Paşa, o sırada Suriye, Lübnan, Filistin'in adeta Allah'ı. Sert, otoriter, Harp Divan'ları tarafından verilen idam kararlarını derhal uygulayan, öte yanda ise yufka yürekli bir asker. İmparatorluğun son döneminde ülkeyi Enver ve Talat Paşa ile birlikte yöneten üç önderden biri. Savaş sonrasında Talat Paşa Berlin'de, Cemal Paşa ise 1922 yılında Tiflis'te Ermeni suikastçılar tarafından öldürülüyor.

Falih Rıfkı Atay, Birinci Dünya Savaşı'nda yedek subaylığını işte bu ünlü Cemal Paşa'nın karargâhında, onun yanında yapıyor. Karargâhtaki yaşama, Suriye, Filistin ve Medine'deki savaşlara, Türk çocuklarının ölüme gitmesine, imparatorluğun yenilgisine tanık oluyor ve Zeytindağı'nı yazıyor.

Geçmişimizden çok koptuk. Geçmişi iyi bilmeyince günümüzün, bağımsızlığımızın, özgürlüğümüzün, Türkiye Cumhuriyeti'nin değerini de anlayamıyoruz. Yarın Zeytindağı'nda buluşmak üzere.

Yazarın Tüm Yazıları