Candan bir kral

Güncelleme Tarihi:

Candan bir kral
Oluşturulma Tarihi: Nisan 08, 2007 00:00

Candan Dumanlı 68 yaşında. Aralıksız 14 yıl Ankaragücü’nde oynadı. 2’si A milli olmak üzere 20 kez Ay-yıldızlı formayı giydi. Türkiye liglerinde 28 yıl boyunca teknik direktörlük yaptı.

CANDAN Dumanlı... Futbolculuğu süperdi. Bir dönemin en önemli oyuncularından biriydi. Teknik adamlıkta da çok başarılı oldu. Türk futboluna adını altın harflerle yazdırdı. Hep sevildi, sayıldı. O müthiş kişiliği ile takdir topladı. Kendine has üslubu ve engin bilgisi ile dost toplantılarının aranılan ismi haline geldi. Evet, camiada çok özel ve güzel bir yeri bulunan Candan Dumanlı ile hoş bir sohbet yaptım. Buyrun okuyun, beğeneceğinizden eminim.

Kendinizi tanıtır mısınız?

68 yaşındayım. Aralıksız 14 yıl Ankaragücü’nde oynadım. 2’si A milli olmak üzere 20 kez Ay-Yıldızlı formayı giydim. Ankaragücü başta olmak üzere Türkiye liglerinde 28 yıl boyunca teknik direktörlük yaptım.

İltifat olsun diye söylemiyorum, Ankara’dan yetişen unutulmaz futbolculardan birisisiniz. Fakat sadece 2 kere milli oldunuz. Neden?

Futbola Kayseri Fener Gençlik’te başladım. Oradan genç milli takıma çağrıldım. Kayseri’de oynayıp da, genç milli takım formasını giymek, şimdi Milan’da oynamak kadar önemli ve zordu. Keza bunu A milli takım için de söyleyebilirim. Ben sol açık oynuyordum, A milli takımda sol açıkta görev yapan inanılmaz futbolcular vardı.

Mesela?

Lefter... Türk futboluna böyle bir isim gelmedi. Efsaneydi. Şimdi forma giyse, Dünya’nın bir numaralı ismi olurdu. Sonra Hilmi, Aydın, Uğur, Zeynel, Ergun, Halil? Hepsi çok büyük yetenekti. Bizim adımız A milli takım için telaffuz edildiğinde bile sevincimizden 3 gün uyuyamazdık. Çünkü milli takımın tamamı, üç büyük takımdan seçilirdi.

Profesyonel futbol yaşamınızda Ankaragücü’nde başka takımda top koşturmadınız.

İnanılmaz sayıda teklif aldım. Fenerbahçe’nin de kapısından döndüm. Ama Ankaragücü’nde kaldığım için mutluyum. Çünkü kulübümü çok sevdim. Hala da seviyorum. Üstelik o zamanlar Ankaragücü, daha popülerdi. Müthiş bir taraftarı, sahası, kulüp binası, soyunma odası vardı.

Diğer kulüplerde bunlar yok muydu?

Ülkemizde o zamanlar imkanlar çok kısıtlıydı. Basit bir örnek vereyim. Krampon olarak tabir edilen futbol ayakkabımızı aldığımız zaman, iki gün zeytinyağının içinde bekletirdik.

O niye hocam?

Deri yumuşasın diye... Sonra da kramponu giyer, sıcak suyun altına girerdik. Kendimizi değil, ayakkabımızı yıkamak için... Tabii sen şimdi bunun nedenini soracaksın. Krampon, sıcak suyun altında ayağın kalıbını daha iyi alır. Haliyle ayağa iyi oturur.

Anlıyorum... Sizin döneminizde futbol oynamak, bayağı meşakkatli imiş. Ben de genç okuyucular için, bunun tercümesini yapayım, yani bayağı zor ve zahmetli imiş!

Ne diyorsun sen! Maçın devre arasında soyunma odasına girdiğimizde, gürültüden antrenörümüzün sesini duyamazdık. Çünkü her futbolcunun elinde, bir çekiç, bir de örs bulunurdu. Herkes harala gürele, kramponundaki çivileri çakardı. Soyunma odasında inanılmaz bir gürültü olurdu. Yine de ne kadar çakarsan çak, ayağımız kan çanağına dönerdi.

Şimdi her profesyonel futbolcunun en az 5-6 kramponu var.

Üstelik hepsi pamuk gibi... Adidas marka krampon ve eşofmanı ilk gördüğümüzde, hepimiz karşısına geçtik, müzedeki eşyaya bakar gibi baktık. Gözümüzü alamadık. Şimdi, futbolcu maçtan sonra formasını tribüne atıyor. Bizde nasıl atacaksın. Adamın canını alırlar! Zaten iki takım maç formamız vardı. Sezon boyu bunlarla idare ederdik. Alsancak Stadı’nda kömür tozunun içinde oynardık. Ankara’ya gelir, aradan üç gün geçer, biz hala kömür tozu tükürürdük.

Sizin döneminizdeki futbolcular çok yetenekliymiş...

Müthiş... Kalecilerden örnek vereyim. Turgay Şeren, Necmi Mutlu, Özcan Arkoç, Ali Artuner, Arap Yılmaz, Sabih, Seyfi, Varol Ürkmez, Pire Mehmet, Aydın Tohumcu, Baskın Soysal... Türkiye, kaleci cennetiydi. Her mevkide, çok sayıda yıldız oyuncu vardı. Şimdi ise A milli takıma oyuncu bulunamıyor. Eğer Lefter, Can ya da Kadri, bugün oynasaydı, en az 200’er kez A milli takım formasını giyerlerdi.

Çok ilginç.

Mithatpaşa Stadı bileğe kadar çamur olurdu. Topa tüm gücünle vurursan, 20 metre gitmezdi. Kale çizgisine topun takıldığını çok bilirim. Vurursun, kaleciyi geçer, tam içeri girecek, çamura takılır. Tabii tüm bunları söylememin nedeni, bazı gerçeklerin bilinmesi... Anlatıyorum ki, genç futbolcular, bulundukları ortamın değerini daha iyi anlasınlar.

Kesinlikle haklısınız.

Futbolda her türlü başarıyı, sevinci, mutluluğu doya doya yaşadım. Hiçbir şeyde gözüm yok. Sadece, halı gibi sahalarda futbol oynayamadığıma yanarım. Bu tür sahalarda top koşturmanın keyfi ayrı olsa gerek.

Torun aşkı başka

"İki torunum var. Adları, Çağan ile Yamaç. Torun sevgisi, insana yaşam sevinci veriyor"

Müthiş...

Her yaşın kendine göre bir güzelliği var derler ama, ben buna pek katılmıyorum. Yaşlılık pek iyi değil. Yaşlılığın en güzel tarafı, torun sevgisi. Allah herkese torun sevgisi nasip etsin. İnsana yaşam keyfi, yaşam sevinci veriyor.

- Belli ki, torunlarınızı çok seviyorsunuz.

İnanılmaz... İki torunum var. Çağan ve Yamaç... Çağan 2, Yamaç 7 yaşında. Kısmetse Çağan futbolcu olacak. Tevfik Fikret İlköğretim Okulu’nda futbol kurslarına gidiyor. Kendisinde büyük yetenek görüyorum. Bir dede olarak, futbolcu olması için uğraş veriyorum. İnşallah da olacak. Sen de, ilerleyen yıllarda önce Yamaç’la, sonra da Çağan’la röportaj yaparsın.

Lefter’in penaltısını kurtarmak yasaktı

Fenerbahçe son dakikada penaltı kazandı. Lefter kullandı, kalecimiz Orhan kurtardı. Hakem Muzaffer Sarvan tekrarlattı gol oldu. Penaltıyı neden tekrarlattığını sorduğumuzda, aldığımız yanıta inanamadık...

Mutlaka ilginç anılarınız vardır.

İstanbul’da Fenerbahçe ile oynuyoruz. Maçın son dakikalarına 4-1 mağlup girdik. Tek golü ben attım. Son dakikada hakem Muzaffer Sarvan, Fenerbahçe lehine bir penaltı verdi. Topun başına Lefter geçti. Vurdu, kaleci Orhan Sözeren kurtardı. Ama hakem, atışı geçerli saymadı. Anlayamadık, itiraz ettik. Tabii boşuna... Lefter, yine topun başına geçti, vurdu, bu kez gol oldu. Hemen ardından maç bitti. Saha kenarına doğru yürümeye başladık. Önümüzde hakem Muzaffer Sarvan vardı. Bizim arkadaşlar, haliyle "Hocam, anlayamadık, penaltıyı niye tekrarlattınız" diye sordu. Sarvan, ne cevap verdi, biliyor musun?

Ne cevap verdi, hocam?

"Arkadaş, Lefter’in penaltısı kurtarılır mı? Olur mu öyle şey. Ayıp... Onun için tekrarlattım" dedi. Aynen böyle dedi. İnanamadık. Haliyle hep beraber güldük.

Lefter’in karizma müthişmiş!

Devamı da var. Maçtan sonra biz Ankara’ya dönmek için trene bindik. Gece oldu. Her birimiz ayrı kompartımanda uyuyoruz. Tuvalet ihtiyacım geldi. Tam kapıdan çıkacaktım ki, bir baktım, teknik direktörümüz, Sabri Kiraz... Hemen içeri girdim.

Niye hocam!

Korktum, çekindim. Bizlerde, büyüklerimize karşı inanılmaz bir saygı vardır. Aldığımız terbiye gereği, yanlarında pek duramazdık. Allah rahmet eylesin, hocamız da, ciddiyeti ile tanınıyordu. Herkesin gülmekten yerlere yattığı olaylara bile tepkisiz kalırdı. Tebessüm dahi etmezdi. Üstelik Fenerbahçe’ye farklı yenilmişiz, mahcubuz. Kompartımandan çıkamıyorum.

İnanamıyorum...

Bir ara bir baktım, Sabri Hoca yok. Hemen odadan çıktım, tuvalete gittim. Geri dönerken, ne oldu, dersin. Sabri Hoca karşımda. Çok korktum, başımı öne eğdim. Yüzüme şöyle bir baktı ve beni haşlamaya başladı. "Söyle bakayım, maçtan sonra hakemin yanında niye güldün" dedi. Ben de olayı aynen naklettim. Muzaffer Sarvan’ın, Lefter’in karizmasından dolayı penaltıyı özellikle tekrarlattığını söyledim.

Peki, ne oldu?

O hiç gülmeyen muhterem hocam, kahkahayı bastı, gülmekten yerlere yattı.

Sağ beki genel müdür yaptım

"Fenerbahçe ile oynuyoruz. Çok iyi bir sağ beki var. Ben de o gün nefis oynadım, her pozisyonda Atillayı geçtim. Atilla da futbolu bırakıp genel müdür oldu"

Bir sol açık olarak çok etkili, yaratıcı olduğunuzu duydum.

Bire birde iyi adam geçerdim. Bununla da ilgili bir şey anlatayım. Sezon 63-64... Fenerbahçe ile oynuyoruz. Karşımda Atilla... Çok iyi bir sağ bek. Maç başladı, ben her pozisyonda geçiyorum. Nefis oynadım. Atilla, çok zor durumlara düştü. Zaten o maçtan sonra, hiç forma giyemedi. Aradan 10 yıl falan geçti. Bir gün Kızılay’da yürüyorum, karşıma Atilla çıktı. Hemen sarıldık, kucaklaştık. Hal hatır sorduktan sonra, "Candan, sana çok teşekkür ederim. Çünkü senin yüzünden futbolu bırakmak zorunda kaldım. Ama çok büyük bir firmaya genel müdür oldum. Gül gibi geçiniyorum. Çok mutluyum" dedi.

Atilla Bey’e iyilik yapmışsınız. Teknik adamlığınızda da büyük başarılara imza attığınızı biliyorum.

Türk futbolunda kendini en fazla geliştiren kesim, antrenör kesimidir. 28 yıl teknik adamlık yaptım. Şunu özellikle belirtmeliyim ki, günümüzde yıldız oyuncu yetişmiyor. Çünkü, mahalle futbolu bitti. Eskiden sokak aralarından iyi oyuncular gelirdi. Çocuk, sokağa bir çıkar, akşama kadar top oynardı. Tekniğini geliştirirdi. Topa binlerce kez vururdu. Ben de mahalleden yetiştim.

Çözüm ne peki?

Bu sadece Türkiye’nin değil, Dünya futbolunun sorunu. Eskiden Cruyff, Pele, Maradona, Müller, Beckenbauer vardı. Şimdi hangisi var? Mahallede topa binlerce kez vuran çocuk, antrenmanda en fazla 100 kere vurabiliyor. Haliyle tekniği gelişmiyor. Yani, durum biraz vahim?

Maçlara gidiyor musunuz?

Bir yıldır gitmiyorum. Çünkü üzücü olaylar yaşanıyor. Kavgayı, gürültüyü sevmiyorum. Spor dostluktur, kardeşliktir. Amerika ile Çin bile, masa topu sayesinde uzlaşma sağladı. Bizim de güzellikleri görmemiz gerekir. 40-50 yıl önce karşılıklı oynadığımız futbolcu arkadaşlarımla hala görüşürüm. Hayat, paylaştığın sürece güzeldir.

Süper bir hafızaya sahip olduğunu duydum. Üstelik sporun her branşı ile de ilgileniyormuşsunuz.

Doğrudur. Tevazu göstermeye gerek yok, aktüel konuları benden iyi bilen çıkmaz. Televizyonun ve internetin olmadığı yıllarda bile her türlü hadiseyi yakından takip ederdim. Halen de 50 yıl önceki maçı ya da olayı, en ince detayına kadar hatırlarım. O maçta oynayan futbolcu hatırlamaz, ben hatırlarım. Bu ilgi, son hızıyla da devam ediyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!