Buna da şükür! Kadınları eskiden hiç saymazdık

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Günlerdir nüfus sayımında kadınlara mesleklerinin niçin sorulmadığını, niçin böylesine ‘‘maço’’ bir sayım yaptığımızı tartışıp duruyoruz... Cevap, hayli basit: Kadınları nüfus sayımlarına dahil etmemek ve sayım sırasında onlara başka türlü şeyler yapmak bizim millî bir geleneğimizdir de, ondan...

Uğruna evlere hapsolduğumuz geçen pazar günkü nüfus sayımı, arkasında birçok tartışma bıraktı... Bir haftadır sayımda kadınların mesleklerinin neden sorulmadığını, ekonomiye katkılarının niçin belirlenmediğini ve nasıl olup da böylesine ‘‘maço’’ bir sayım yaptığımızı tartışıp duruyoruz...

Ama bütün bu soruların doğru cevabı bir türlü verilmiyor, hiç kimse ‘‘Sayımda rezalet çıkartmak bizim mill; geleneğimizdir... Eskiden sayım memurları kadınları dağa kaldırırlardı, şimdi ise adam yerine koymamakla yetiniyorlar... Bu bile gelişme sayılır’’ demiyor...

Bizde beş asırlık geçmişi olan sayımlar, o devirlerde bakın nasıl yapılırdı:

Sayımdan maksat hiçbir şekilde memleket nüfusunu belirlemek yahut nüfus istatistikleri çıkartmak değildi... Sadece ki amaç vardı: Asker olacakların ve vergi mükelleflerinin sayısını öğrenmek, o kadar... Bu yüzden yalnızca erkekler sayılır, tarladaki ürünler, sürülerdeki hayvanlar ayrıntılarıyla kaydedilir ama kadınlar yok farzedilirdi... Listelere ancak 1880'lerden sonra dahil edildi kadınlarımız...

Nüfus sayımına ‘‘il-yazma’’, sayım memuruna ‘‘il-yazıcı’’ denirdi... Asırlar geçti, saf Türkçe yerini karma bir dile bıraktı ve ‘‘il-yazıcı’’lar ‘‘defter emini’’ oldu, ‘‘Defterhane-i Hakanî’’ye bağlandılar... Bugünün Milli Savunma Bakanlığı'yla İstatistik Enstitüsü'nü ve Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü'nü bünyesinde toplamış gibi bir kuruluştu Defterhane... Nüfus, dolayısıyla da asker sayısı ve alınacak vergi miktarı orada belirlenirdi...

Sayım demek, olay çıkması demekti o zamanlarda... Kırsal kesimdeki erkek nüfus kendileriyle beraber malları, tarladaki ürünü, eşeği, katırı, koyunu, öküzü de yazılacağı, dolayısıyla vergiye kaynaklık edecek geliri ortaya çıkacağı için sayım zamanlarında ortadan genellikle kaybolurdu... Çözüm, sayımı devletin önde gelen isimlerine yaptırmaktan geçerdi ve Ebussuud, İbn-i Kemal, Umur Bey gibi Osmanlı devrinin önemli bilim adamlarıyla idarecileri bile gerektiği zaman ‘‘tahrir emini’’, yani sayım memuru olurlardı...

Biz sayımları vaktiyle böyle işte yapardık ama o zamanlarla bugünler arasında küçük bir fark vardı: Defterhane, şimdinin İstatistik Enstitüsü gibi İstanbul'un göbeğine bile sayım memuru göndermekten aciz değildi... Dağın tepesindeki adamlara varıncaya kadar sayılır, il-yazıcılar keçinin zor çıktığı yerlere tırmanır, sayımı eksiksiz yaparlardı... Göçebe aşiretleri kaçırmamak için akarsu kenarlarında pusuya yatılır, hayvanlar su içmeye getirilince sayım memurları baskın yapar ve erkekleri de, hayvanları da deftere kaydederlerdi... Arada bol bol olay çıkar, sayım memurları göz koydukları kadınları dağa kaldırır, İstanbul'a şikâyetler gider ve saraydan ‘‘Bu işi temizleyin’’ diye ferman üstüne ferman yollanırdı...

Bence Devlet İstatistik Enstitüsü'nün Başkanı Sıddık Ensari'yi kınamamamız ve sayım geleneğimize sınıf atlatıp işi ‘‘kadınların mesleklerini sormamak’’ derecesine ‘yükselttiği (!) için aslında kutlamamız gerekir...

Zinadan kirpiği dökülen

sayım memuru

Doktorasını ‘‘Defterhane’’ üzerine yapan Dr. Erhan Afyoncu, bu konuda çalışmış tek tarihçidir... Arşiv belgelerini ve tam bir belâ olan mali yazı ‘‘siyakat’’ı gazete okur gibi okur... Hafta içinde, eski sayımlarda yaşanmış hoşlukları anlatan bir kaynak bulmaya çalışırken Erhan’ı aradım... Osmanlı Arşivleri'nde Defterhane'yle ilgili onbinlerce evrakı elinden geçirmiş olan bu genç tarihçi, bana Prof. Ömer Lütfi Barkan'ın bir kitabını, ‘‘Hüdavendigâr Livası Tahrir Defterleri’’ni hatırlattı...

Barkan, eski sayımların bazan nasıl bir rezalete döndüğünü, sayım memurlarıyla ilgili ne dedikodular çıktığını sayfalar boyunca anlatıyordu, Türk tarihçiliğinin en büyük isimlerinden sayılan, 16. asırda yaşamış Álî'den de bir örnek veriyordu...

Álî, ‘‘Nüshatu's-Salâtin’’inde, sayım görevlilerinden birini, Trabzon Sancakbeyi Ömer Bey'i yazarken bakın, neler diyor:

‘‘...Yazıcılar arasında öyle birisi vardı ki, cezası âhırete bırakılmış bir adamdı... Defalarca sayım yapmış olan bu zalim kâtip rüşveti elden, doğrudan doğruya para olarak almıyordu... Kendisine işi düşenlerden 100 altınlık bir atı sıkı bir pazarlık yapmış görünerek 20'ye; 50 altınlık bir deveyi yahut katırı da çok daha ucuza, hukuki bakımdan kusursuz bir şekilde satın almış görünerek pazardan edindiği bu atı yahut deveyi bir başka pazarda satıp aradaki büyük farkı cebine atıyordu...

Hususi hayatı da beğenilecek gibi değildi... Ak sakalına rağmen birkaç günlüğüne de olsa her gittiği yerde genç bir kızla nikâhlanmayı âdet edinmişti... Çok zina etmeden yüzü buruşup gözlerinin kirpiği dökülmüştü... Eski-püskü kürkler ile, kirpiler heyetine girmişti... Bu haliyle onu kim görse ya köy hatibi, yahut kadı naibi zannederdi... Dört defa 100 bin akçe ile sancakbeyi olduğu halde kapısında ancak beş-on kişi bulunduran hasis bir ihtiyardı...’’

TÜBİTAK'tan

kâğıt uçak kitabı

TÜBİTAK'ın ‘‘Popüler Bilim Kitapları’’ serisi bilmem dikkatinizi çekti mi? En karmaşık teknik konuları herkesin anlayabileceği bir üslûpla anlatan kitaplar bunlar... Ve en önemlisi çoktan unuttuğumuz bir işin, bilimsel metodun temellerini öğretiyorlar...

Çocukluğumda model uçaklara meraklıydım... 60'lı senelerin sonunda piyasada ‘‘Pırpır’’, ‘‘Öncü’’, ‘‘Kartal’’ isimli değişik modeller vardı... Hafta sonlarındaki en büyük eğlencemiz bu uçakların balsa ağacından iskeletlerini kurup üzerlerini pelür kâğıdıyla kapladıktan sonra Maçka Parkı'na uçurmaya gitmekti... Park o zaman yerli yerindeydi, ağaçları daha kesilmemişti ve Maçka'daki güzelim yeşil alanı müteahhitler uğruna ‘‘Demokrasi Parkı’’ denilen bir ucubeye çevirmek kimselerin aklına gelmemişti...

Sonraki yıllarda motorlu, uzaktan kumandalı uçaklara terfi ettik ve senelerce uçurduk... Ama kanatlarından biri her inişte mutlaka parçalanan, pervanenin gerisindeki lâstiği sık sık kopan yahut kuyruğu tersine dönüp gövdeye saplanan balsa ağacından yaptığımız o uçaklar, umursamazlık dolu çocukluk günlerimizin hasreti olarak kaldı...

Yeni çıkan bir kitap, TÜBİTAK'ın ‘‘Popüler Bilim Kitapları’’ serisinden çıkan ‘‘Katla ve Uçur’’ beni yıllar öncesinin o hafta sonlarına, Maçka Parkı'na götürdü...

TÜBİTAK'ın son popüler yayınları bilmem dikkatinizi çekti mi? Görmediyseniz alın, okuyun ve en karmaşık teknik konuların herkesin anlayabileceği bir hale getirilişine şahit olun... ‘‘Bir Gölgenin Peşinde’’den, ‘‘Sıfırın Gücü’’nden, ‘‘İlk Üç Dakika’’dan hoşlanacağınıza; matematiğin, fiziğin, aerodinamiğin ve en önemlisi bilimsel metodun temellerini farkedeceğinize eminim...

Zamanın yorgunluğunu içinizen bir an için olsun atmayı denemek isterseniz, Richard Kline'ın ‘‘Katla ve Uçur’’unu alın, birkaç dakikanızı ayırıp içindeki şablonları kâğıttan uçaklara dönüştürün ve uçurun... Ben bu hafta sonu böyle yapacağım ve zamanımı çok eski dostlarım olan model uçakların kâğıttan yapılma yeni nesilleriyle, Voyager'la, Condor'la, Sting Ray'la, geçireceğim...

Ersin Gümüş

ANKARA :

Rauf Yekta Bey'in sözünü ettiğiniz kitabının adı ‘‘Türk Notasıyla Kıraat-ı Musikiyye Dersleri’’dir. İstanbul'da, 1919'da basılmış fakat yayını tamamlanamamış bir risaledir. Bende bir nüshası var ama kitapçılarda bugüne kadar hiç rastlamadım. Kitap, sizin de yazdığınız gibi Özege Kataloğu'nda geçmiyor.

Devlet Korosu Sanatçıları -SAMSUN:

Defalarca kınama ve maaş kesilmesi cezası almış olan koro yöneticilerinin görevden alınma kararlarını kimlerin sümen altı ettiği beni de meraklandırıyor... Bu konuyu haftaya ele alacağım...

Emre Aslan - İstanbul:

Cecil Beaton, İngiltere'nin önde gelen portre fotoğrafçılarındandır ve kraliyet ailesinin en tanınmış fotoğraflarını o çekmiştir. Beaton'un İstanbul sarayında da çalıştığını söyleyenler hata ediyorlar. Fotoğrafçılığa 1930'da başlayan Beaton 1979'da öldü.

Zaptiye katkınızı bekliyor

Çevrenizde birileri başkasının kitabının üzerine imzasını atıp kendi adıyla mı yayınladı? Veya tarih;, kültürel bir cinayete mi tanık oldunuz?

Bana yazın, ama kanıtıyla yazın... İster doğrudan Hürriyet'e adıma gönderin, ister ‘‘PK. 250 Teşvikiye-İstanbul’’ adresine yollayın, isterseniz (212)2276124 numaralı faksa bildirin ve hemen meşhur edelim o kişiyi... Unutmayın: ‘‘Kültürel muhbirlik, tarihimizin ve kültürümüzün emniyetidir’’...

Yazarın Tüm Yazıları