Eğer herhangi bir nedenle hastalıkta ağırlaşmaya yol açabilecek ilave bir sorun ortaya çıkmaz ise çoğu vakada iyileşme 2-3 haftada tamamlanıyor. Ne var ki yeni bazı gözlemler, beklenenden daha çok olguda COVID-19’da iyileşme sürecinin haftaları hatta ayları bile bulabileceğine işaret ediyor. Bu kişilerde hastalıkla bağlantılı “yorgunluk, uykusuzluk, nefes darlığı, göğüs ağrısı, kafa karışıklığı, unutkanlık, odaklanma güçlüğü” gibi sorunlar bir türlü bitmek bilmiyor. Bu gibi durumlarda o kişilere “LONG COVID-19 (UZAMIŞ COVID-19)” tanısı konuluyor. Peki bu kötü, can sıkıcı ihtimal kimlerde daha fazla? Sorunun yanıtını araştıran uzmanlar bakın neler bulmuşlar...
LONG COVID-19
KİMLERİN RİSKİ DAHA YÜKSEK?
Rakamlara bakılırsa bu hastalığa erkekler daha çok yakalanıyor. Hastalığın erkeklerde daha ağır seyrettiği, daha uzun sürdüğü ve daha çok can kaybına yol açtığı da ortak bir kanaat. Ayrıca hastalığın uzamış şekli kabul edilen “Long COVID-19”a da erkeklerde daha sık rastlandığı anlaşılıyor. Erkekleri fena halde korkutan bu olumsuz gelişmelerin nedenleri hakkında ise elimizde kesin bir veri yok. Muhtemel bazı faktörlerden söz ediliyor. O faktörleri yandaki kutuda sıralamaya çalışacağım.
BİR BİLGİ
ERKEKLER NEDEN DAHA ŞANSSIZ
COVID-19’da erkeklerin kadınlara oranla daha yüksek risk taşımalarının farklı nedenleri var. Birincisi, bağışıklık sisteminin kadınlarda erkeklerden daha güçlü olması. Uzmanlar bu farklılığı östrojen hormonuna ve kadınların bağışıklıkla ilgili genleri içeren iki X kromozomunu birlikte taşımalarına bağlıyorlar. Ayrıca kadınların hijyenik kurallara erkeklere oranla daha çok riayet etmeleri ve genelde de sağlıklarına daha çok özen göstermeleri önemli faktörler olmalı. Diğer taraftan, hastalığın seyrini ağırlaştıran ve ölüm olasılığını arttıran diyabet, hipertansiyon, KOAH gibi kronik hastalıklara erkeklerde daha sık rastlanması da önemli bir belirleyici. Bana sorarsanız, erkeklerin maske takma ve sosyal mesafeye uyma gibi koruyucu önlemlere uyum göstermede kadınlara oranla daha dikkatsiz ve rahat davranmaları da etkili bir faktör olabilir.
DİKKAT
Ama bilelim ve umalım ki 2021, 2020’den daha güzel, daha rahat bir yıl olacak. Ayrıca bu yıl her zamankinden daha fazla umuda sarılmamız, umut depolamamız, umut ve mutluluk konuşmamız, huzur ve mutluluk arayışlarına çıkmamızda fayda var. Konu umut ve mutluluk olunca, isterseniz gelin, yeni yılın bu ilk haftasına başucu kitaplarımdan birinden, Prof. Dr. Toksöz B. Karasu hocanın ‘Huzurlu Yaşama Sanatı’ (Boyner Yayınları,İstanbul) kitabından çıkardığım kısa alıntılarla başlayalım. Bakın Karasu Hoca sağlık ve huzur konusunda bize neler tavsiye ediyor....
TAVSİYE 1
SAĞLIĞIN KIYMETİNİ BİLELİM
Bu tavsiyeleri okurken “Olmuşsa olmuş, bitmişse bitmiştir” diyen rahmetli Süleyman Demirel’i, “İnsan kendini yalnızlıkta mı arar, yoksa yalnızlıkta mı bulur?” sorusunun sahibi H.D.Thoreau’yu, “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” diyen Hz. Mevlânâ’yı, “Yaratılanı hoş gör, yaradandan ötürü” cümlesinin sahibi Yunus Emre’yi, “İyiyi ve kötüyü seçen akıldır” diyen Hacı Bektaşi Veli’yi, “Düşünceleriniz ne ise, hayatınız da odur” cümlesinin yazarı Romalı filozof imparator M. Aurelius’u rahatlıkla bulabileceğinizi bilmelisiniz. Ayrıca şu samimi düşüncemi de sizinle paylaşmak isterim: Eğer birazdan okuyacağınız 100 önerinin sadece yüzde 10’nu bile gerçekleştirebilirsem ben de kendimi başarılı sayacağım. Buyurun...
İLK 10
HAYATI ISKALAMA!
Hayatı ıskalamamak için yavaşla.
İyimser ol, olumlu bak.
Maneviyatını güçlü tut.
Geçtiğimiz günlerde patlayan pandemi tsunamisinin bastırılması, sürecin kontrol altına alınması ve aşı meselesinde neticeye bir hayli yaklaşılması Sağlık Bakanı’nı oldukça rahatlatmış. İsterseniz sözü daha fazla uzatmadan, Dr. Fahrettin Koca 3 önemli konuda
neler söylemiş hemen onlara geçelim. Buyurun...
Kendi adıma söyleyeyim, iflah olmaz bir iyimser olarak ben o toplantıdan sonra yeniden umutlandım, “İyi günler yakındır” diye düşündüm. Fahrettin Koca açıklamalarında, “Çin aşısının Türkiye çalışmasında erken dönemdeki koruyuculuğunun yüzde 91.25 oranında bulunduğunu” belirtti. Bakan aynı toplantıda şubat sonuna kadar 50 milyon doz Sinovac aşısının uygulanmasını umduğuna da işaret etti. Anlaşılan o ki ilk aşamada 9 milyon vatandaşımız aşılanacak. Şubat sonuna kadar da rakam 25 milyona ulaşacak. Bakan açıklamalarında BioNTech aşısı hakkında da sevindirici bilgiler verdi. “Ocak ayında 1.5 milyon BioNTech aşısı gelebilir. Mart sonuna kadar 4.5 milyonu net, 30 milyonu opsiyonel olmak üzere ciddi miktarda BioNTech aşısı için de imzaları atmak üzereyiz” dedi. Kısacası pandemi sürecinin ucundaki umut ışığı kabul ettiğimiz aşılanma konusundaki gelişmeler şimdi daha net ve açık. Umalım ki o açıklamalar doğru çıksın. Sözler tutulsun. Aşılama süreci bir an önce başlasın.
İYİ HABER
AŞININ YAN ETKİLERİ DE OLDUKÇA SINIRLI
Ayrıca birçok hastanın enfeksiyonu atlatmasına rağmen COVID-19’un yıpratıcı etkileriyle mücadele etmek zorunda kaldığı da biliniyor. Uzmanların “LONG COVID/UZAYAN-BİTMEYEN COVID” olarak tanımladığı o yeni problemi eminim ki önümüzdeki günlerde daha sık konuşup tartışacağız, COVID-19 geçirdikten sonra akciğer, kalp, beyin ve böbreklerinde sorun gelişen insanları nasıl daha hızlı iyileştirebiliriz sorusuna cevap arayacağız. Kısacası COVID-19 hakkındaki bilgilerimiz henüz çok az, çok ham ve adeta emekleme aşamasında. Uzamış COVID meselesi ise bilgilerimizin en fazla sınırlı olduğu alanların başında yer alıyor. Peki, bu uzayan/bitmeyen
COVID-19’un (Long COVID) belirtileri neler? Detaylar için buyurun...
AKLINIZDA OLSUN
LONG COVID’IN BELİRTİLERİ
O kurallardan biri de şu: Eğer herhangi bir sağlık sorununu önlemek ya da çözmek istiyorsanız, öncelikle aşılar ve ilaçlardan faydalanacaksınız! Belli durumlarda da -zaman zaman- doğal ve geleneksel tedavi yöntemlerinden istifade edeceksiniz. Ama bir pandemi söz konusuysa, odaklanmanız gerekenler öncelikle aşılar ve ilaçlardır. Bu COVID-19 pandemisinde de durum aynı. Etkili ve kalıcı çözümü bilimden, bilim insanlarında bekleyeceğiz. O çözümler gelene kadar da doğal, geleneksel tamamlayıcı tıp alternatiflerinden istifade edeceğiz.
KISA BİLGİ
ÖNCE GÜVEN AŞILAYALIM
AŞILARDA da ilaçlarda da güvenlik meselesi en önemli faktördür. Ve biz iyi biliriz ki ikisinde de “yan etki” ile “toksik” veya “hasta edici” etkileri birbirinden ayırmak vazgeçilmez bir noktadır. Güvenli kabul ettiğimiz pek çok aşının veya ilacın önceden tahmin edilemeyecek yan etkileri tabii ki her zaman söz konusu olabiliyor. Ama bunlar kabul edilebilir limitler içindeyse hoş görülüyor. İşte bu nedenle damarlarımızı koruyalım diye aldığımız bir bebek aspirini mide kanamasına, alerjik reaksiyonlarımızı önleyelim diye yuttuğumuz antihisteminik hap baş dönmesine sebep olsa da, enfeksiyonumuz şifa bulsun diye içtiğimiz antibiyotik bağırsak floramızı bozsa da kullanmaya devam ediyoruz.
OKUR SORUSU
KUVERSETİN DE BİZİ KORUYABİLİR Mİ
YUKARIDA da belirttiğim gibi, hücrelerimizdeki ACE2 reseptörleri yeni koronavirüsle mücadelenin anahtar noktası. Bu reseptör virüs için adeta bir kapı kilidi görevi üstleniyor. Virüs ona tutunabilirse hücreye rahatça girebiliyor. Eğer biz virüsün ACE2 reseptörüne bağlanabilmesini önleyebilirsek, virüs hücreyi kolay kolay etkileyemiyor. Neticede de biz hastalanmıyoruz veya virüsler daha az sayıda hücreye bulaşabiliyor. Biz de süreci daha hafif belirtilerle atlatma şansı yakalıyoruz. Yukarıda da bahsettiğim FYB207 isimli ilacın da marifeti zaten bu. Yiyeceklerimizde bulunan kuversetinin de ilaca benzer işler yapıyor. Kuversetin bir flavonoid ve doğadaki 4 bin flavonoidden sadece biri. Ama sağlığımız üzerinde muazzam etkileri var. Elmada, kırmızı soğanda, turpta, kapari, lahana, suteresi ve daha pek çok bitkide bulunan doğal bir mucize. Muazzam bir antioksidan. Anlaşılan o ki kuversetin COVID-19’dan korunmada da işe yarayabilecek. Peki nasıl? Yanıtı yandaki kutuda bulacaksınız.
AKLINIZDA OLSUN
KUVERSETİN NE YAPIYOR
ONAYLANMIŞ pek çok bilimsel çalışmada net ve açık olarak gösterildi ki kuversetin güçlü bir antiviral. Etkili olduğu virüsler arasında inflüenza virüsü, rinovirüs ve SARS virüsü var. Kuversetin antiviral gücünü yeni koronavirüsün ACE2 reseptörüne tutunmasını engelleyerek de kullanabiliyor. Ayrıca araştırmalara bakılırsa, virüsün oluşturabileceği damar zararlarını engellemek, oluşabilecek ölçüsüz bağışıklık yanıtlarını dengeleyebilmek ve pıhtı oluşumunu zorlaştırmak gibi ek faydaları da söz konusu. Araştırmalar kuversetinin destek olarak da kullanılabileceğini düşündürüyor ama gelin siz çözümü burada da doğada ve doğalda arayın, bugünlerde biraz daha elma, lahana, kırmızı soğan, turp tüketmeye çalışın.
İYİ BİLGİFYB207 NE YAPIYOR
Ve bu hafta da yine “yazılısı, görüntülüsü, sözlüsü, sosyali” fark etmeyecek, medyanın her türlüsünde bir numaralı tartışma konusu “Sinovac’ın aşısını mı yaptıralım, yoksa BioNTech’in aşısını mı bekleyelim?” sorusuna yanıt aramak olacak. İşin kötüsü yanıtları da işin uzmanları değil, “klasik medyanın silahşorları” ya da “sosyal medyanın klavye delikanlıları” verecek. Neticede de ortalık toz duman olmaya devam edecek. Peki, başlıktaki sorunun bilimsel bir yanıtı var mı? Buyurun...
NETİCE ŞU
O şarkıda olduğu gibi “Baharı bekleyen kumrular gibiyiz!”, “Ellerimiz havada, gözlerimiz yolda!” aşıyı bekliyoruz. Peki aşı gelince, aşılamalar bitince salgın da bitecek mi? Ahmet Hakan’ın coşkuyla dile getirdiği gibi hepimiz bir anda “Yaşasın, bu iş bitti” deyip maskelerimizi havaya fırlatabilecek miyiz? Üzülerek söyleyeyim ne bu salgın bu baharda bitecek, ne de maskeler baharda havaya fırlatılıp önümüzdeki yaza maskesiz girilecek. Peki o zaman bu aşı telaşının sebebi ne? Sebep net ve açık: Salgının kontrolünü sadece umutla beklediğimiz o aşılar başarabilecek. Anlatmak istediğim şey şu: Beklentilerimizi abartmayalım. “Aşı geldi, iş bitti” yanılgısına düşmeyelim. Bilelim ki aşılama programları her şey yolunda gittiği takdirde tabii ki hastalığı kontrol altına almış olacak. Ama yine bilelim ki pandeminin üstüne kalınca bir çarpı çizmek yıllar süren aşılama programlarıyla ancak başarılır. Özeti şudur: Aşı bilimi bize bir aşının herhangi bir bulaşıcı hastalığı tamamen kontrol altına almasının yıllarca sürebileceğini söylüyor. Evet, aşı bir umut. Evet, aşı bu salgını bahar aylarında bir parça kontrol altına alabilir. Ama unutmayalım ki aşılara rağmen bu iş ilkbahara bitmez, sonbahara bile neticeleneceği bence hâlâ kuşkulu. İşte bu nedenle bir süre daha “maske-mesafe-temizlik” üçlüsü hep gündemimizde olacak.
GEÇMİŞ OLSUN
Henüz Faz 1 ve Faz 2 çalışmaları süren bu yeni ilacın, koronavirüsün bedende yayılmasını en geç 24 saat içerisinde tamamen durdurabileceği öne sürülüyor. Bilindiği gibi, halen geliştirilen aşılar pandemide sadece koruyucu amaçla kullanılıyor. Tedavi için elimizde hâlâ bu virüse yüzde 100 etkili olduğu kanıtlanmış herhangi bir ilaç yok. Haber de zaten bu nedenle dikkati çekti ve önem kazandı. Umalım ki bundan sonraki haberler de olumlu gelsin. Umalım ki aşı konusunda olduğu gibi ilaç tedavisinde de yüzümüz gülsün. Konunun detaylarını cumartesi günkü yazımda daha etraflı açıklayacağım.
ÖNEMLİ
HASTALIĞI GEÇİRENLER Mİ AŞILANANLAR MI DAHA DİRENÇLİ OLACAK
ŞUNU net ve açık olarak biliyoruz: COVID-19’dan iyileşenlerin kanında onları yeni bir koronavirüs saldırısına karşı koruyabilecek güçte antikorlar -istisnalar dışında- hep var. Ve o antikorlar hastalıktan iyileşenleri en az 3-6 ay -yine özel istisnalar dışında- neredeyse yüzde 99 oranında koruyabiliyor. Aşılarla elde edilen bağışıklık için ise firmalar en fazla yüzde 94-97 civarında bir garantiyi verebiliyor. Kısacası emin değilim ama hastalığı geçirenlerde oluşan bağışıklık gücü aşıyla sağlanandan -muhtemelen- bir tık daha fazla olmalı. Ama her halükârda hastalığı geçirmek yerine aşılanarak antikor kazanmanın daha akılcı olduğu da unutulmamalıdır.
BANA GÖRE
Neticede de özellikle sosyal medya tam anlamıyla bir “aşı bilgisizliği çöplüğü” haline geldi. Oysa farklı hastalıklara karşı geliştirilen aşıların özellikle son yüzyılın en önemli tıbbi buluşlarından biri olduğu kesin. Çok değil, yüzyıl önce her yıl ve sadece her biri milyonlarca insanın ölümüne yol açan pek çok bulaşıcı hastalık (çiçek, kolera, tifo vb) ile mücadeleyi aşılar sayesinde kazandık. Kızamık, kabakulak, kızamıkçık, tetanos, kuduz dahil birçok hastalığı aşılar sayesinde kontrol altına aldık. Difteri, boğmaca, tetanos ve kızamığa karşı oluşturulan aşı kampanyalarıyla da milyonlarca bebek ve çocuğumuza “hayatta kalma şansı” sağladık. Peki o zaman sorun ne? Bu aşı karşıtlığının ya da aşıya güvensizlik meselesinin arka planında ne var?
SORU ŞU
AŞI KARŞITLARI BAKIN NE DİYOR
AŞI karşıtlarının ne dedikleri konusu oldukça uzun bir yazıya sığar ama özeti şu: Onlara göre aşılar bizi iyi değil, hasta ediyor! Örneğin aşılanma oranı arttıkça çocuklarda otizm hastalığının oranı da artıyor. Ayrıca kronik yorgunluk, fibromiyalji, bunama dahil pek çok sağlık sorununun sorumlusu da yine yaptırdığınız aşılar(!). Aşı karşıtları bu iddialarını şimdilerde daha da geliştirdiler. Aşıların -özellikle koronavirüs için geliştirilen hızlı aşıların- genetiğimizi bile değiştirebileceğini, bu aşılarla birilerinin bedenlerimize mikroçipler de yerleştirebileceğini öne sürdüler. Kısacası bu “kafası karışık kişileri” ikna etmek öyle pek kolay görünmüyor. Peki işin doğrusu ne? Yanıt tek cümleden ibaret: AŞISIZ OLMAZ ARKADAŞ!
PCR testlerindeki pozitiflik oranı neredeyse yüzde 20’lere yaklaştı. Günlük vaka sayıları 30 binleri çoktan aştı. Ağır hasta sayımız ise sadece son 1 ayda -maalesef- iki katına ulaştı. Ne kadar üzülsek, söylemeye açıklamaya ne kadar korkarsak korkalım, yoğun bakımlarda doluluk oranlarımız da alarm veriyor. Peki, biz ne yapıyoruz? Biz hâlâ tıpkı Fatih’in İstanbul’u fethinden önce Bizans’ı yönetenlerin “Melekler dişi miydi, erkek miydi?” gibi saçma sapan bir konuyu tartıştıkları gibi “Favipiravir’i, Hidroksiklorokin’i yutalım mı, yutmayalım mı? Coronavac aşısını yaptıralım mı, yaptırmayalım mı?” gibi anlamsız bazı tartışmaları ısrarla sürdürüyoruz. Ve ne yazık ki bu tartışmaların biteceğine dair bir işaret de ufukta hâlâ görünmüyor. İşte bu nedenle bugün canım fena halde sıkkın. Ciddi ölçüde üzüntülüyüm. Hatta isyanlarda bile olduğumu söyleyebilirim. İsyanımın bir nedeni daha var: Kaybettiğimiz sağlık savaşçılarımızın sayısı da artıyor.
BİR RİCA
BARİ BİZE ACIYIN
SADECE iki gün önce beş hekim kardeşimizi daha kaybettik. Pandemi cephesinde virüsle göğüs göğüse savaş veren beş meslektaşımızı, beş canımızı Dr. Ahmet Zare, Dr. Mustafa Selek, Dr. Mehmet Karakum, Dr. Ferruh İlter, Dr. Ahmet Tezcanlı’yı ebedi âleme uğurladık. Bu sevgili canlar, bu çalışkan ve güzel insanlar, bu fedakâr doktorların ebediyete intikalinde hepimizin ortak kusurları, dikkatsizlikleri, uyumsuzlukları, aymazlıkları da var. Ve bu beş kardeşimiz, salgının başından beri kaybettiklerimizin sadece birkaçı. Hepsini rahmetle anıyor. Ailelerine, dost ve arkadaşlarına baş sağlığı, sabırlar diliyorum. Sizden ricam şudur: Kendinize acımıyorsanız bari bize acıyın!
Bu antikorlar beni ne süreyle korur?” Araştırmaların sonuçları da uzmanların görüşleri de net ve açık değil. Ortak kanaat, hastalığı geçirenlerde antikorların sağladığı korumanın ortalama 3-6 ay sürebileceği. Ekim sonunda yayımlanan bir çalışmada (İzlanda çalışması) COVID-19’dan iyileşenlerin yüzde 90’ında ölçülebilir düzeyde IgG antikorlarının oluştuğu, antikor seviyesinin 2 ay boyunca yükselmeye devam ettiği ve antikor yüksekliğinin en az 4 ay sürdüğü gösterildi. Önemli olan şu: Bilelim ki bu virüse karşı da IgG yapısında antikor oluşturabilmek çok önemli bir savunma gücü. Virüse karşı yeteri kadar IgG antikoru geliştirenler, bedenlerinde kâfi miktarda antikor bulunduğu sürece aynı virüsü kaptıklarında yeniden hastalanmazlar. Ama yine bilelim ki antikor üretme gücü kişiye göre değişebiliyor. Bazı kişiler daha fazla antikor üretebilirken, diğerleri daha az antikor geliştirebiliyor. Netice şudur: Uzmanlar prensip olarak hastalığı geçirenlerin 3 ila 6 ay antikor koruması altında olabileceklerini söylüyor, ardından da şu bilgiyi ekliyor: Antikorlarınıza güvenmeyin, korunmaya devam edin.
BİR AYRINTI
İYİLEŞTİM ANTİKORUM DA VAR HÂLÂ MASKE TAKMALI MIYIM
COVID-19’dan iyileşenler yeterince antikor taşıdıkları sürece yeni bir bulaş durumunda kolay kolay yeniden hastalanmazlar. Ama ne var ki bulaş nedeniyle ağız ve burunlarda taşıdıkları virüsleri başkalarına aktarabilirler. Bu nedenle ister hastalığı geçirerek, ister aşılanarak antikor geliştirmiş olalım, “Pandemi bitti düdüğü” çalana kadar maskelerimizi takmaya devam edeceğiz.
KISA BİLGİ
Durumun vahametine ve tehlikenin büyüklüğüne 3 haftadan bu yana ısrarla dikkati çekiyoruz. Daha 3 gün önce pazartesi günkü yazımızda da “Durum vahim” demiş ve tehlikenin büyüklüğüne dikkati çekmiştik. Ardından da “Salgın tabelasında sarı değil kırmızı ışık yanıyor, eğer toparlanmazsak çok daha can yakıcı önlemler bizi bekliyor diye uyarmıştık. Netice beklediğimiz gibi oldu. Bizim o yazımızda 4 Aralık Cuma akşamı başlayıp 14 Aralık Pazartesi sabahı bitmesini tavsiye ettiğimiz “kısıtlama paketi” aynen uygulamaya konuldu ama çok yerinde bir tedbirle başlangıç tarihi 3 gün öne alınarak 1 Aralık’a çekildi. Eğer bu tedbirlere de uymamakta ısrar edersek bilelim ki çok daha acı reçetelere katlanmak zorunda kalacağız. “Peki, bu kararlar yeterli mi?” sorusunun yanıtına gelince...
AMAN DİKKAT
Kısacası, trafik tabelasında “sarı” değil “kırmızı” ışık yanıyor. Eğer “can yakıcı” sözcükleriyle ifade edilen bazı tedbirleri bir an önce alıp uygulamaya da ciddiyetle sokmazsak sağlık sistemimiz tıkanacak, kayıplarımız daha da artacak. İşte bu nedenle gelebilecek eleştirileri daha en baştan kabullenerek geçen hafta yaptığım önerileri -üzülerek ve daha da sertleştirerek- bir kez daha tekrarlamak istiyorum.
BANA GÖRE
NE YAPMALIYIZ
Özellikle koronavirüse bağlı zatürre hastalarının tedavisinde daha önce COVID-19’u geçirip iyileşen hastalardan alınan antikor içeriği yoğun özel plazmalar çok sık kullanıldı. Ne var ki Arjantin’de yapılan ve önemli bir tıp dergisinde, New England Journal of Medicine’de yeni yayımlanan bir araştırma, plazma tedavisinin ciddi bir işe yaramadığını net ve açık olarak ortaya koydu. Araştırmanın sonuçlarına göre bu hastalara ek plazma desteği verilmesi ne hastalığın (zatürrenin) ilerlemesini önleyebiliyor ne de ölüm riskini azaltmada yardımcı olabiliyor. Kısacası, umut “akıllı füzeler” olarak da tanımlanan yapay/sentetik antikorlarda gibi görünüyor.
KALP-DAMAR HASTALIKLARI
Bu yılki doğum gününüzde kendinizi gözden geçirin
Ellili yaşlara girerken nelere dikkat etmeniz gerektiğini şimdi daha iyi biliyorsunuz.
İŞİTMENİZE DİKKAT
İşitme kaybı, çok sık görülen ama gözden kaçan bir sağlık sorunudur. Herhangi bir acıya sebep olmadığı ve gözle görülen bir kayıp yapmadığından pek çok kimse böyle bir sorunu olduğunun farkına bile varmaz. İşitme kaybı, genellikle 45-50 yaşından sonra görülür. Eğer işitme sorununuz varsa bunu nasıl anlayacaksınız? Normal bir tonda yapılan konuşmayı duymakta zorluk çekiyor veya televizyonun sesini biraz daha fazla açmak ihtiyacı hissediyorsanız işitme sorununuz muhtemelen başlamış demektir. Doktorunuzla bu sorununuzu konuşmalısınız.
GÖRÜŞÜNÜZÜ İZLEYİN
45-50 yaş civarında görme sorunlarınız ortaya çıkabilir. Göz kontrollerinizi yaptırmalısınız. Gözlükler veya kontak lensler, görme sorununuzun çözümünde yardımcı olacaktır. Göz doktorları görme sorunlarınızı ortadan kaldıran, yüksek teknolojinin de desteklediği çeşitli cerrahi yöntemler de uygulamaktadır. Elli yaş sonrası için özellikle sinsi seyirli göz sorunu ''Glokom‘‘un erken tanısı için belirli aralıklarla göz basıncınızı ölçtürmeyi unutmayın! Zira 45 yaşından sonra, göz içi basıncın artması, sorunu çok daha fazla görülmektedir. Glokom görme problemlerine ve hatta görme fonksiyonunun tümüyle kaybedilmesine bile yol açabilen tehlikeli bir hastalıktır. Eğer aşağıdakiler size uyuyorsa beklemeksizin glokom testi yaptırmanızda yarar var:
- Şeker hastası iseniz,
- Ailenizde daha önce glokomu olan kimseler var ise,
- 65 yaş üzeri iseniz.
KOLESTEROL SEVİYENİZ
Kan damarlarının tıkanmasına sebep olabilen kolesterolün yüksek olması, koroner kalp hastalığının ana sebebidir. Kolesterol seviyeleri erkeklerde orta yaşlardan itibaren yükselmeye, kadınlarda ise menopoz öncesi artmaya başlar ve menopoz ile birlikte belirgin bir yükselme gösterir. Kilo fazlası olanlar ve obezler yüksek kolesterol seviyelerine sahip olabilirler. Koroner kalp hastalığı riski kadınlarda ve erkeklerde ellili yaşlarda başlar. Araştırmalar, yüksek kolesterol seviyelerinin doğru gıdalar tüketip fazla kiloları vererek ve fiziksel olarak aktif olarak düşürülebileceğini ve daha sağlıklı olunabileceğini göstermektedir. Ailenizde kolesterol yüksekliği sorunu yoksa, her beş yılda bir kolesterol seviyelerinizin ölçülmesi yeterlidir. Eğer kolesterol seviyeniz yüksek ise, daha sık kontrol ettirmeniz gerekir. Ellili yaşlara girerken LDL ve HDL kolesterol seviyelerinizi kontrol ettirin. Trigliserit düzeyinizi araştırın. Doktorunuza sormanız gereken öncelikli sorular şunlardır:
- Hangi sıklıkta kolesterol seviyelerinizi ölçtürmeniz gerekir?
- Sizin için en iyi kolesterol seviyesi nedir? Hangi değerler güvenli sonuçlardır?
- Nasıl bir beslenme ve yaşam tarzı uygulayacaksınız?
- İlaç tedavisine ihtiyacınız var mı?
Eğer yüksek kolesterol seviyeniz varsa, doktorunuzla nasıl düşüreceğiniz hakkında konuşun.
KOLON KANSERİ TANISI
Kolon kanseri, kanserden ölümler sıralamasında ikinci sırada yer almaktadır. Elli yaş sonrası kadınlar ve erkeklerin, gençlere göre çok daha fazla bu hastalığa yakalanma ihtimali vardır. Kolon kanserini teşhis etmek için etkili testler bulunmaktadır. 50 yaşından sonra bu testler belirli aralıklarla yapılabilir. Dışkıda gizli kan testi sık kullanılan ve ucuz bir testtir. Dışkıda az miktarlarda kan olup olmadığına bakılmasıdır.
Kolonoskopi küçük, ışıklı bir tüp ile rektum ve kolona bakılmasıdır. Doktorunuz pratik, güvenli, tehlikesiz ve ucuz bu işlemi hastahanede, kendi ofisinde veya kliniğinde yapabilir. Bu test her 5 yılda bir yapılmalıdır.
GÖĞÜS KANSERİ ÖNEMLİ
Kadınlar yaşlandıkça, göğüs kanserine yakalanma riskleri artar. Göğüs kanseri 50 yaş üzeri kadınlarda daha sık görülür. Araştırmalar, göğüs kanserini teşhis etmenin en etkili yolunun ‘‘mammografi’’ olduğunu söylemektedirler. Bu bir X-ray filmidir. Memede oluşan bir kitle çok küçükken bile bu filmde gözükebilir. Özellikle dijital mamografiler bu konuda çok güvenlidir. Eğer erken teşhis edilirse, kolay tedavi edilebilir. 50 yaş üzerindeki kadınlar 1-2 yılda bir mammogram çektirmelidir.
RAHİM KANSERİ TANISI
Seksüel açıdan aktif bütün kadınların rahim kanserine yakalanma ihtimali vardır. Birçok rahim kanseri, erken teşhis edilirse çok daha kolay tedavi edilebilir ve bu hastalıktan ölümler önlenebilir. ’’Pap Testi‘‘ rahim kanserinin erken teşhis edilmesini sağlayabilir. Hayat kurtarıcı bir testtir. Bilimsel bulgular, 45-50 yaş sonrasındaki kadınların en az her 3 yılda bir pap testi yaptırmaları gerektiğini göstermektedir.
PROSTAT KABUSU
Prostat kanseri, 50 yaş üzerindeki ve ailesinde prostat kanseri görülen erkeklerde, çok daha yaygındır. El veya ultrasonografik yöntemle prostat bezinin incelenmesi ve PSA kan testi, prostat kanserinin teşhis edilmesini kolaylaştırabilir. Kuşkulu durumlarda biyopsi ile kesin tanı konulmaktadır.
Unutmayın!
Elli yaş sağlığınızın ne düzeyde olduğunu saptamak ve daha güvenli bir sağlık planlaması yapmak için çok iyi bir zamanlamadır. Hayata yeni, güzel ve taze bir başlangıç için 50. doğum gününüzü iyi değerlendirin!
KAN BASINCINIZ NASIL
Yüksek kan basıncı, kalp hastalığı, inme, böbrek hastalıkları ve göz sorunlarına sebep olabilir. Bilimsel çalışmalar, sağlıklı gıdalarla beslenmenin, ideal kiloyu koruma ve aktif bir yaşam sürmenin kan basıncını kontrol altına almayı sağladığını göstermektedir. 50 yaş sonrasında belirli aralıklarla kan basıncınızı kontrol ettirin. Doktorunuza sormanız gereken sorular şunlardır:
Belirtiler veya uyarıcı işaretler nelerdir?
Hangi sıklıkta kan basıncımı ölçtürmem gerekir?
Kan basıncım ne kadar olmalıdır?
Nasıl bir beslenme tarzı uygulayacağım?
Tuz tüketimimi nasıl ayarlayacağım?
Sizi ne zaman arıyayım?
İlaç kullanacak mıyım?
KAN ŞEKERİNİZ NASIL
Şeker hastalığı, çok önemli sağlık sorunlarına yol açabilir: Görme sorunları, böbrek ve kan dolaşımı problemleri bunların en önemlileridir. Şeker hastalığını teşhis etmek, özellikle erken teşhis etmek, bu sorunların oluşmasını engeller. Eğer aile geçmişinizde şeker hastalığında bir sıklık varsa, sizde de şeker hastalığının olup olmadığına bakılması için bazı kan testlerini yaptırmanızda fayda vardır. Açlık kan şekeri ile yetinmemenizi ve mutlaka tokluk kan şekerinizi de tetkik ettirmenizi öneriyoruz. Kuşkulu durumlarda diğer testler ve şeker yükleme testinden yararlanılabilir.