Bu şanssız kuşak erken mi dünyaya geldi

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Biz talihsiz bir kuşak mıyız? Bu dünyaya çok mu erken geldik? Koskoca bir gençliğimiz yokluklar, ahlak zabıtaları arasında yitip gitti mi?

Acaba benim yaşımda ve daha büyük insanlar da zaman zaman benim gibi bu soruları kendi kendilerine sorarlar mı?

* * *

Dün Etiler'de yeni açılan D&R adlı müzik ve kitap merkezinden daha adımımı atarken bu soru, daha doğrusu bu kahredici duygu yine yakama yapıştı.

Raflara yerleştirilmiş CD'leri ve kasetleri seyrederken, bir an kendimi Paris'in, New York'un, ne bileyim gelişmiş metropollerin plak mağazalarında sandım.

Sonra çocukluk, delikanlılık yıllarıma, o yılların İzmir'ine döndüm.

Koskoca bir hayat, şerit gibi gözümün önünden geçti.

Orada kendimi gördüm.

Satın aldığım ilk plak, Paul Anka'nın Diana adlı şarkısıydı.

78 devirlik bu plağı koltuğumun altına aldığım zaman hissettiğim duyguları bugün hâlâ unutamıyorum.

O plağı, yeşil formika kaplı müzik dolabının içindeki pikaba yerleştirirken hissettiğim şeyleri de...

* * *

Plakçı dükkânlarının o zavallı hali gözümün önüne geldi. Üç-beş yüz 78'lik, beş, bilemediniz on 45'lik plak.

Tabii üç-beş yeni şarkı.

Ve yıllar boyu bir arpa boyu yol gidemeyen aynı zavallı kültür tüketimimiz.

Amerikan pazarlarından edinilmiş kullanılmış plaklar vs.

Dışarıya gitme şansına sahip arkadaşlarımızın plak koleksiyonlarına gıptayla, hadi itiraf edelim zaman zaman kıskançlıkla atılan nazarlar.

Bütün bunlar bizim, koskoca bir gençliğimizin, delikanlılık hülyalarımızın akordu bozuk melodileri olarak kaldılar.

Bütün o yılların doyumsuzluğunu, tatminsizliğini, Paris'te öğrenci olarak yaşadığım yıllarda gidermeye çalışmıştım.

Fnac Mağazası'nı keşfettiğim gün, 20'li yaşlarımın en önemli kültürel devrimlerinden birini yaşıyordum.

* * *

Koskoca bir 20 yılın tatminsizliğini üç-beş yılda atmak mümkün olmadı.

Gece yarılarına kadar açık müzik ve kitap mağazalarında geçirdiğim saatler, yitip giden delikanlılığımı bana geri getiremedi.

Sadece, kalkıp giden bir trenin son vagonuna atlamış gibi hissettim kendimi.

Ama hâlâ, yurtdışına her çıkışımda, kendimi Virgine Megastore'lara atarım.

Bu kültür süpermarketleri, bu sanat galeriaları benim duygu ve keyif vahalarımdır.

Oralarda bir şeyh gibi dolaşır, yaşarım.

Şimdi bu kültür vahaları Türkiye'de de açılmaya başlıyor.

Önce Erenköy'de, şimdi Etiler'de...

Yarın İzmir'de, başka semtlerde, başka şehirlerde.

Benim kaybolup gitmiş delikanlılığımın coğrafyalarında.

* * *

Dün Etiler'deki D&R Mağazası'nın kapısından girerken, o soruyu kendi kendime yine, bir defa daha sordum.

Küçüklüğümün fakir, zavallı plakçı dükkânlarından bugüne yürüdüğümüz yolun güzergâhını yeniden gözden geçirdim.

Daha kapıdan girerken güler yüzlü insanlar sizi karşılıyor.

Deep Forest'in sondan bir önceki CD'sinin en güzel şarkısı salonu dolduruyor.

Sol tarafta Türk popu.

İç tarafta caz plakları. Ve Kerem Görsev'in üç CD'si yan yana.

Onun yanında New Age. Loreena McKennitt'in bütün plakları.

Aynı Virgine'de, Fnac'da, Tower Records'ta gördüğüm düzende.

Sanki birileri New York'un, Paris'in, Londra'nın bu kültür vahalarını alıp getirerek, İstanbul'un ortasına yeniden kurmuş.

* * *

Üst kata çıkıyorum.

Kendimi bir anda, Washington'da, Barnes and Nobles kitapçısının Georgetown'daki binasında buluyorum.

Tabii onun küçük bir bölümünde.

Tertemiz, ağaç kokulu raflara yerleştirilmiş kitaplara bakıyorum.

Yabancı kitaplar bölümünde, sigar meraklıları için bile kitaplar var.

Her taraftan hayat fışkırıyor.

Mağazanın müdürü ile konuşuyorum.

Daha açıldığı gün müthiş bir ciro yapmışlar.

Kültür vahası ticaretle buluşmuş.

Uzun yıllardan beri Türkiye'de ilk defa CD aldım.

Kapıdan çıkarken, o illet soru yine yakama yapıştı.

Türkiye'de kültür vahaları birbiri ardına açılıyor.

Acaba bu şanssız kuşak dünyaya çok mu erken gelmişti?

Benim cevabım mı?

Galiba biraz öyle...

Yazarın Tüm Yazıları