Bodrum’u balık figürüyle markalaştıran ressam

Figüratif resmin büyük ustası Prof. Adnan Turani der ki; "Sanat yapıtı, bataklıkta açıp serpilmiş, insanı büyüleyen bir nilüfer çiçeğine benzetilebilir.

Bu güzel çiçek, yaşadığı ortamla ilişkisi olamayan bir yerde sergilenirse, onun bataklıkta büyüdüğü akla gelmez." O halde, Bodrum’u, yarattığı balık figürüyle markalaştıran asistanı Engin Dalyancı’yla konuşmalıyız. O balık ki, içine girdiği seramik, cam, metal, ahşap ne varsa hepsini birer senfonik şiire dönüştürüyor. Engin Dalyancı’yla Ortakent’teki Dalyancı Galerisi’nde buluştuk. Tatlı dilli, güler yüzlü, sakin bir genç adam. Her taraf kendi el emeği, göz nuru olan sanat eserleriyle dolu. Füzyon tekniğiyle yapılan birbirinden güzel, göz alıcı tabaklar, tablolar, fincanlar, lavabolar, masalar ve daha bilmem neler. Bodrum’un iştah kırbaçlayan ünlü simidiyle dolu masaya oturur oturmaz, "Benimkisi, yaşamın yorgunluğunu vıcık vıcık boyanın hamurunda arayan bir insanın serüveni" diye söze başladı Engin usta. Sonrası zaten kendiliğinden su gibi aktı, gitti. Halikarnas Balıkçısı’nın Gümbet tepesindeki ebedi istirahatgáhından Dalyancı’yı da gözlediğinden hiç şüphem yok. Balıkçı’ya bir merhaba yakışır şimdi....
/images/100/0x0/55ea746af018fbb8f8810a6e
- O balık benim kendi iç dünyam aslında. Sürekli deştiğim için kendimi çok iyi ifade edebiliyorum. İnsanlar ise benim dışımda. Balık, insanlardan kaçışımın bir simgesi. İnsanları, ancak gerçek yüzlerini gördüğümde resmedebiliyorum. Son dönemlerde insanlarla çok yoğun, içli dışlı yaşamadığım için onları yapmıyordum. Şimdilerde ise, balıklarla insanları aynı resimde buluşturmaya başladım. Yine en sonunda insanlarıma geri döneceğimin bir göstergesi. Balık, bana göre bir sınır tanımayan, kalıplara sığmayan özgür bir yaşam. Ben böyle yaşadığım sürece, o balık hep benim yanımda olacak. Renklerden de illa kobalt mavisi olacak. Beşiktaş taraftarıyım ama, siyahtan nefret ederim. Ankara’da yaptığım resimler ise gri ve siyahtı. Balığın ve özgürlüğün rengidir kobalt mavisi. 7 yıl öncesine kadar çok hızlı bir yaşamım vardı, alkolü de bıraktım. Çok iyi bir rock dansçısıydım, inanılmaz. Pink Floyd, Led Zeppelin, Deep Purple, Scorpions hayranıydım.

SANAT CİDDİ İŞTİR

- Doğum yerim Çorlu, çocukluğum öğretmen olan babamın görev yaptığı köylerde geçti. Fazla konuşmayan, içe dönük bir çocuktum. Sürekli resim yapan, güleç yüzlü ilkokul öğretmenim beni resme tutkun etti. Ne var ki, aile koşulları beni Sanat Enstitüsü Motor Bölümü’nde okumaya zorladı. Mezuniyetten sonra bir fabrikaya girdim ama, bunun bana ait bir yaşam olmadığını anladım. 1983’te Ankara Gazi Eğitim Fakültesi Resim-İş Bölümü’ne girdim. Sanat eğitimini acayip ciddiye alırdım. Öteki dersleri ikinci plana atıp neredeyse atölyede yatıp kalkardım. İnsanların iç dünyalarında gizlediği gerçekleri yüzlerindeki çizgilerden yakalamaya çalışırdım. "Gerçek Yüzler" dediğim desenler işte böyle çıktı. Bilkent Üniversitesi’nde Prof. Adnan Turani’nin, Mustafa Ayaz’dan sonraki son asistanıyım. 1989’da askerlik görevini Iğdır’da öğretmen olarak yaptım. Boş zamanım çok olduğu için, köseleden çanta, kemer, sigaralık yapıp hafta sonları Doğu Beyazıt’ta satardım. Burada Anadolu insanının yaşantısının nasıl halıya, kilime döküldüğünü gördüm. Bitkilerden kök boya elde etmeyi ve kullanmayı öğrendim. Turani hocamdan öğrendiğim boya dili ve kompozisyon bilgilerini en iyi şekilde değerlendirmeye kararlıyım. Ama, yaşam hengamesinden bunların daha onda birini yapabilmiş değilim.

SOKAK RESSAMLIĞI

- Bodrum’a 1990’da yerleştim, 40 liraya güzel bir ev kiraladım. Uzun saçlı, barlardan çıkmayan, alkolü çok seven bir hippiydim o zamanlar. Belediyeye başvurup resim yapmak için Kale’nin karşısında yer istedim. Bana Raşit’in Kahvesi’nin önünde küçük bir yer verdiler. Sokak ressamlığının ilk günlerinde Bodrum Kalesi, Bodrum evleri, yelkenlileri resmediyordum. Sonra güneşi, denizi yaşamaya başladım ve balığımı keşfettim. Abdullah dedem, 1940’lı yılların Büyükçekmece’nin ünlü dalyancısı. Soyadımız da oradan geliyor, babamın hemen bütün akrabaları balıkçı. İstanbul’da bir büyük lodos fırtınasında çoğunu kaybettik. Bu olay beni derinden etkiledi, deniz tutkum oradan. Yaşam zenginliği giderek beni malzemede çeşitliliğe götürdü. Seramik, cam, ahşap, metal ve kağıt birbirini izledi.

YURTDIŞINDA SERGİLER

- 1992 kışında Hatice ile tanışıp evlendik. Hatice, bana çok inanan biri olarak benim en büyük yardımcım. Sadece resim yapıp satmak yetmeyince yeni çıkışlar aramaya başladım. Cam ustası Nasuh arkadaşım bana füzyon tekniğiyle can eserler yapmamı önerdi. Füzyon, pencere camının yüksek ısıda eritilerek yeniden biçimlendirilmesi, takıdan tabağa, mimari yapı elemanından sanat objesine kadar yüzlerce farklı nesneye dönüştürülmesini sağlayan bir teknik. Bu sayede, binlerce yıldır doğallığını koruyan camı, balıklarımla renklendirip biçimlendiriyorum. Yurt içinde ve dışında 20’nin üstünde sergi açtım. İhracat çok iyi gidiyor. Norveç, Hollanda, Avusturya ve Yunanistan’dan çok talep oluyor. Yeni bir anlaşma yaptım, Atina’da ünlü bir firmaya distribütörlük veriyorum. Türkiye’nin hiçbir yerinde bayilik vermedim, eserlerimin taklitlerinden sakının, çünkü sahtesi çok yapılıyor.

Cam üzerine kök boyayı ilk ben uygulayacağım

- Bodrum’a katkısı olsun diye Tuzla’da 13 dönüm arazi aldım. Amacım göz nuru dökerek yaptığım füzyon cam eserleri, burada kuracağım büyük bir atölyede seri olarak üretmekti. Yerli ve yabancı turistler gelip üretimi seyredebilecekti. Bodrumlu gençlere de bir iş olanağı çıkacaktı. İki yıl uğraştım ama, turizm bölgesi diyerek izin vermediler. Sanmışlar ki, Paşabahçe gibi bir cam fabrikası kuracağım. Sonunda İstanbul Çayırova’da bir yer kurdum, üretim orada yapılıyor. Seramiği ise Kütahya’da öğrendim. 4 yıl boyunca her kış Kütahya’da bir atölyede çalıştım. Yaptığım eserleri kendim boyuyor, sonra da sırlatıp fırınlatıyordum. Çok zor bir çalışma temposuydu, alkol de artınca sağlığım bozuldu. İstanbul’da bir dostla tanışıp seramik üretimini ona verdim. Seramikteki desenlerimi iki yılda bir, camdakileri ise sürekli değiştiriyorum. Gördüğünüz atölyemde sürekli resim yaparım, gece de olabilir, gündüz de. Genellikle yağlıboya, biraz da cam tablolar. Onların da hepsinde elbette benim balığım var. En pahalı tablomun fiyatı 1,5 milyar lira. Camda yeni renkler toprak rengi. Kök boyayı cama ilk defa ben uygulayacağım. Kök boyada renk dağılımı çok güzel oluyor, gren vermiyor.

Balık, kaçışımın simgesi

Ressam Engin Dalyancı, eserlerinde son derece basit çizimli, yalın ve sevimli balık figürünü kullanarak Bodrum’un adını tüm dünyaya sanatıyla duyurdu. "Balık, iç dünyamın, insanlardan kaçışımın bir simgesi aslında" diye konuşan Engin Dalyancı’nın en büyük yardımcısı ise 1992’de evlendiği eşi Hatice Dalyancı. Ailesi Girit göçmeni olan Hatice Dalyancı, bir halkla ilişkiler uzmanı ve satış elemanı gibi çalışarak kocasına eserlerini yaratacak boş zaman yaratıyor.
Yazarın Tüm Yazıları