Bize ilgi neden?

ŞU kadar yaşındayım ve bu kadar senedir de hemen hiç aksatmadan gün be gün Frenk gazete ve dergilerini okurum. Ayrıca, radyolarını dinler ve televizyonlarını izlerim.

Ama Türkiye'ye böyle çok yer ayrıldığını asla görmedim. Darbe dönemlerinde dahi...

Şimdi, sabah falanca cerideyi açtığınızda sayfanın iri puntosunda, akşam da filanca kanalı zapinglediğinizde aparatın cam ekranında hemen mutlaka biz varız.

Kah haberiyle, kah yorumuyla, kah röportajıyla, kah da karikatürüyle...

Ve, derhal söyleyeyim, bunların ‘‘kahir ekseriyeti’’ olumlu kategoriye giriyor.

En azından, illa ‘‘anti’’ addetmek için gerçekten kötü niyetli olmamız gerekir.

Laf aramızda, ben de ‘‘Basın Yayın Müdürlüğü’’nde çalışmadığıma şükrediyorum.

Yoksa, Patagonyacadan Laponcaya ülkemiz hakkında durmadan neşredilen bin bir şeyi Türkçeye tercüme etmek gerekirdi ki, doğrusu imanım gevrerdi. Neyse...

Peki, niçin Türkiye'ye bu denli önem veriliyor ve medyatik yer ayrılıyor?

* * *

EN önce, hiç şüphesiz ki yukarıdaki gelişmede güncel takvim belirleyici rol oynadı.

Bir: Avrupa ‘‘nasılsa olmaz’’ diye haniyse defteri kapatmışken TBMM'de aniden yasallaşan ve ülkemizin modern tarihinde bir dönemece tekabül eden ‘‘AB uyum paketi’’...

İki: Bunun 12 Aralık Kopenhag Zirve'sinde ne tür meyva verebileceği varsayımlarının ilkin tedricen ve yavaş yavaş; sonra hızla haber - yorum niteliği kazanması...

Üç: 3 Kasım seçimleri yaklaşırken ilk kez ‘‘Müslüman demokrat’’ deyiminin AKP sayesinde Batı lugatine girmesi ve sonuçlarla birlikte, o lugatte gayet cidden yer edinmesi...

Dört: Aktüaliteye bağımlı olarak eski Fransa Cumhurbaşkanı Valery Giscard d'Estaing ‘‘Türkiye'nin yeri Avrupa'da değildir’’ diye buyurduğunda, pişmiş aşa su katan bu açıklamanın Yaşlı Kıta'da gerçekten çok boyutlu bir siyasi - felsefi tartışma başlatması...

Beş: BM Sekreteri Kofi Annan'ın Kıbrıs'ta çözüm için hayati bir plan sunması...

Altı: Aynı ‘‘Müslüman demokrat’’ kategoride addedilen Abdullah Gül'ün cuma günü Türkiye Cumhuriyeti hükümetine başbakan atanması...

Bunlara bir de, Irak sorunundan ötürü Ankara'nın dolaylı konumu eklenebilir...

* * *

BELKİ diyeceksiniz ki, eh bunlar alt alta sıralandığında, Giscard'ın açıklamasını manşetten ama şüpheyle duyurmuş olan ‘‘Le Monde’’un ona dört dörtlük bir makaleyle cevap veren Kemal Derviş'i ilk sayfanın baş köşesine buyur etmesi; ‘‘Avrupai Amerikalı’’ ‘‘Herald Tribune’’ yine ilk sayfada ve yakın plan portreyle Recep Tayyip Erdoğan'ın çok geniş biyografisini verirken, AKP liderinin aynı zamanda Fransız ‘‘Canal +’’ televizyonunun ‘‘süper reyting’’li kukla programında yer alabilen ilk Türk sıfatını kazanması; bu haftaki özel sayısında ‘‘İslam demokrasiyle bağdaşır mı’’ temasını işleyen ‘‘Courrier International’’in içerdeki dosyalar gibi koca kapak fotoğrafını da tesettürlü bir genç kızımızın ışıltılı gözlerine ayırması; Alman ‘‘Frankfurter Algemeine’’, İtalyan ‘‘La Republica’’, İspanyol ‘‘El Pais’’ türü en ‘‘baba’’ gündelik gazetelerin çarşaf çarşaf haber - yorumlarının dışında, bilimum haftalık siyasi dergilerde de sayısız Türkiye puntosunun bulunması normaldir.

Bir açıdan haklısınız, çünkü adı üstünde gazetecilik günceli izlemektir.

O takdirde de, Portekiz televizyonu kameramanının merceği İstanbul varoşuna döndürmesi ve Estonya radyosu muhabirinin mikrofonu Kars köyüne uzatması doğal sayılır.

Madem ki Türkiye'de seçimler olmuş ve ‘‘Müslüman demokrat’’ bir parti başarı kazanmıştır, Batı medyasının da o Türkiye'ye yer ayırması mesleki zorunluluktur.

Tamam da, bu güncelliğin ve bu gazeteciliğin ötesinde başka bir zorunluluk daha var ki, işte Batı medyası onun için şimdi ülkemizle böylesine çok ve yoğun biçimde ilgileniyor.

Onu yarın işleyeceğim.
Yazarın Tüm Yazıları