Bir nefes sıhhat

Ağabeyim Oğuz Aral arada bir sağlık konusunda yazdığı yazılarda sürekli diline beni doluyor... Yazılarının içinde bir punduna getirip beni sizlere hastalık hastası imişim gibi tanıtmaya çalışıyor... Örneğin geçen hafta yazdığı yazıda da gene bu temayı işledi... Gene benimle ilgili bir alay gerçek dışı şey söyledi...Oysa şu an biraz böbrek sancısı (sanki iri bir taş var gibi), midede ağrı (ülsere benziyor namussuz), herhalde aşırı göz yorgunluğundan olacak biraz bulanık görme (beyindeki tümör ve sorunlar da bu arazı gösterir) dışında Allah'ıma şükürler olsun hiçbir sağlık sorunum yok... Aslanlar gibiyim... Tabii hiçbir insan, hele de elliyi çoktan devirmiş bir insan, bu denli kusursuz olamaz...Biraz soluk alma sorunu var... Örneğin gazetenin asansörleri beni müthiş zorluyor...İçine gireceksin, düğmesine basacaksın, zırt diye dört beş kat birden çıkacaksın, daha bir alay şey...Ama bünye sağlam olduğundan, asansör bile vız geliyor icabında...Aslında Oğuz Aral'ın söylediklerinde biraz da olsa gerçek payı yok değil... Ama inanın benim o halim tamamen eskidendi... O yıllar beni o hale getiren de Müjdat Gezen'di...Yirmibeş küsur yıl önceydi... Ben Müjdat'ı, ismen tanıyordum ama, yüzyüze gelmemiş, tanışmamıştık...O yıllar yeni yeni yapılmaya başlanan Antalya Film Festivalleri'nden birine davet edilmiştim... Kalkıp gittim...O günün koşullarında, konukların zaten sayıları az olan otellerde, ikişer kişi kalmaları gerekiyordu. Benim kaderime de Müjdat düştü...Müjdat odaya iki büyük bavulla geldi...Birinci bavulda giysileri, yatağının başucuna dizdiği aile fotoğrafları vs. vardı... O koca ikinci bavul ise ağzına kadar silme ilaç doluydu...Önce, ‘‘Çocuk ne de olsa genç bir tiyatrocu... Geçinebilmek için herhalde aynı zamanda ilaç propagandistliği de yapıyor...’’ diye düşündüm. Acı gerçeği ise, sonra anladım...BİR ADAM TANIDIM, HAYATIM DEĞİŞTİDerken odada oturduk, birbirimizle tanışmaktan ne kadar mutlu olduğumuz konusunda falan keyiflice söyleştik...Bir ara gözlerini dikkatle yüzüme dikti...Durduk oturduk yerde, ‘‘Yahu senin safrakesenle ilgili bir sorunun var mı?’’ dedi...‘‘Anlamadım yani... Nereden çıkardın ki bunu?..’’‘‘Tabii yanılıyor olabilirim ama, ne bileyim sanki bana rengin biraz yeşilmiş gibi geldi... Ayrıca gözlerinin içi de sarı... Saman sarısı olsa bir önemi yok da, sitron, yani limon sarısı... Bu da safrakesenin safra salgılamadığını gösterir... Neyse sen gene de pek kafana takma bunları... İstanbul'a döndüğünde bir doktora görünürsün olur biter... Yalnız ihmal etme...’’İşte o namussuz Müjdat hayatıma böyle girdi...Ondan sonra başladım her sabah aynanın karşısına geçip ‘‘Açık yeşil mi, koyu yeşil mi, vermillon yeşili mi?..’’ diye suratıma, ‘‘yumurta sarısı mı, civciv sarısı mı, cart sarı mı?..’’ diye gözlerimin içine bakmaya... Resim de yaptığımdan, yeşilin, sarının bir sürü tonunu biliyorum, aynanın karşısında renkten renge giriyor, herbirinden de ayrı anlam çıkarıyorum...Sonunda ben Müjdat Gezen'in hastalık hastası bir üşütük olduğunu anladım ama, iş işten geçmiş, illeti bana da bulaştırmıştı...İş bu kadarla kalsa iyi... Gerçek iki dost olduğumuz daha sonraki yıllar beni öyle hale getirdi ki...Karşılıklı oturur, dikkatlice birbirimizin yüzüne bakar, ‘‘Ölüyor muyuz yoksa?..’’ diye sarılışıp ağlaşmaya başlardık...* * *Yalnız Müjdat'la benim aramda çok önemli bir fark vardır... Bu tip pozisyonlardan sonra o yıldırım hızıyla, zaten sürekli hazır durumda onu bekleyen muhtelif doktorların birine koşar...Bense kafamda binbir şüphe kendi kendime kalırım... Zira hayatta en çok korktuğum şey doktor ve hastanedir...Çünkü doktorların gerçekleri tüm çıplaklığıyla yüzüme söylemelerinden korkarım...Bu yüzden birkaç kez hastanelerden kaçtım...Yıllar önce bacağımda bir sorun oldu... Bu iş için Londra'ya, üstelik zor randevu alınan bir doktora gittim... Bir durum çıkmasın, canım sıkılmasın diye adama hep şikayetimin kolumdan olduğunu söledim... Daha sonra sorunu çözmek için aynı doktora aylar sonra ikinci kez gitmek zorunda kaldım...Benim bir de gittiğim doktorları lafa tutma, oraya neden geldiğimi unutturma taktiğim vardır...Daha doktorun karşısına oturur oturmaz, sinemadan maça, politikadan borsaya aklıma ne gelirse konuşmaya başlarım ki, doktor fırsat bulamasın, bana ‘‘Şikayetiniz neydi?..’’ diye soramasın...Bir defasında bir tahlil için idrar alma sırasında, kendiminkini biraz koyuca bulup beğenmemiş, çaktırmadan oradaki bir başka şişe ile değiştirmiştim... İdrarda had safhada üre çıktı... Beni yaka paça hastaneye yatırırlarken, gerçeği anlatıp yakayı zor kurtardım...Ama sizlere bu konuda öyle bir olay anlatacağım ki, böylesini hayatta bir daha duyamazsınız...* * *Gazeteci ve eski turizm bakanlarından Barlas Küntay çok sevdiğim, gençliğimde çalıştığım gazetelerde kader birliği yaptığım, çok çok yakın bir arkadaşımdır...Barlas, eskiden gerçekten komple bir sporcuydu... Lisanslı yüzücü ve yelkenciydi... Futbol oynardı... Her sporu yaptı...Ama sağlam yapısı ve güçlü bünyesine karşın, sekiz on yıl önce kalbinden sakatlanıp by-pass ameliyatı olmak zorunda kaldı... İşte anlatacağım olay da o sırada geçiyor...Barlas'ın gerçekte çok sevdiği, en önemlisi çok güvendiği Kayhan isminde, benim de çok sevdiğim, bir çocukluk arkadaşı var. Gerçekten vefakar, cefakar bir arkadaş.Barlas, Amerika'ya ameliyata gideceği zaman Kayhan Barlas'ı yalnız bırakmadı, Barlas'la birlikte Amerika'ya gitti.Amerika'ya gittikten sonra Barlas'ı hastaneye yatırıyorlar. Kayhan da aynı odada yanında refakatçi olarak kalıyor. Bu arada da Kayhan, geldikleri günden itibaren hastaneye yatana kadar durmadan koşuşturuyor, yapılacak işleri yapıyor. Hastaneye yattıktan sonra da koşuşturmayı sürdürüyor.Derken günler geçiyor... Tüm hazırlıklar tamamlanıyor. Ve Barlas'ın ameliyat olacağı gün gelip çatıyor.O akşam doktorlar son kez geliyorlar... Barlas ve Kayhan'a yapılacak şeyleri anlatıyorlar. Barlas'a erkenden uyuması gerektiğini söyleyip gidiyorlar.Tabii bizim Barlas'ı uyku falan tuttuğu yok... Aslında gerçekten cesurdur ama bu iş başka iş... Daha sonra yaptığının muziplik de olduğunu söylese korkuyor ne de olsa... Kayhan ise gene bütün gün koşuşturduğundan Barlas'ın karşısındaki refakatçi yatağında daha kafasını yastığa koyar koymaz uyuyor.Derken aradan biraz zaman geçiyor... İçeri bir zenci hastabakıcı giriyor... Elindeki bir makine ile ameliyata hazır olsun diye Barlas'ın göğsünü tıraş ediyor.Saatler geçiyor. Artık yavaş yavaş ameliyat saati yaklaşıyor... Tabii Barlas'ta uykunun zırnığı yok. Kayhan ise beşinci uykuda.Ve sabahın altısında Barlas'ın oda kapısında sedye ile iki zenci görünüyor.Zenciler içeri giriyorlar... Yatağın içinde oturmakta olan Barlas'a, ameliyat olacak olanın kim olduğunu soruyorlar... Ve işte ne oluyorsa o zaman oluyor. Barlas zencilere birden karşısındaki yatakta yatmakta olan Kayhan'ı gösteriyor... Çam yarması gibi iki zenci de Kayhan'ı kuş gibi alıp sedyeye koyuyorlar... Kapıdan çıkıp gidiyorlar... Kayhan bu arada elini kolunu falan oynatıyor, ama çok derin uyuduğundan uyanmıyor. Ve Barlas'ın bu arada kafasına dank ediyor... Bakıyor işin şakası falan yok. ‘‘Durun, murun’’ diye arkalarından bağırıp, odadan dışarı fırlıyor... Bir bakıyor, adamlar oda kapısının hemen yanındaki asansöre binip çoktan yok olmuşlar bile...Barlas'ı alıyor bir telaş... Hastanede bir alay ameliyathane var. Hangisine gittiklerini bilmiyor...Sağa sola koşturuyor... Yakaladığı bir iki hemşireye durumu anlatmaya çalışıyor... Hemşireler durumu kavrayamıyorlar. Bu arada zaman da geçiyor... Artık iyice telaşa kapılıyor, çıldıracak gibi oluyor ki, birden asansörün kapısı açılıyor, şaşkın ve kızgın iki zenci ile sandalyedeki Kayhan görünüyorlar kapıda.Kayhan ameliyathanede, ‘‘Durun, ameliyat olacak hasta ben değilim’’ diyormuş... Doktorlar ise, ‘‘Buraya her ameliyata gelen böyle söyler’’ diyorlarmış...K
Yazarın Tüm Yazıları