Bir moda tasarımcısının tuhaf durumları

Bir heyecan, bir telaş. Öncesinden yaşamak zamanı, insanın hayal ötesini indirmek bu anlara; bir tuhaf tatmin, bir benzersiz hoşluk anlatamam.

Konusu olan tuhaflık, diğer meslektaşlarım olan moda tasarımcılarının da şu anlarda yaşadığı heyecanla aynı aslında. Biz önceden soluyanlar şimdiden 2005 yazını yaşıyoruz. Dosta düşmana duyrulur!

2005 yaz koleksiyonum tamamdır. Şubattan beridir yüzdüğüm hayal denizinden nihayet kara göründü! Ayak bastım bir soluk, bir yorgun, bir gönül dolusu mutluluk ile ben yaz kara parçasındayım. Oh, yaşasın!

Bazen yaptığım iş durumuna bir boy yukarıdan bakınca, önceden yaşanan tüm bu koşuşturmanın garip benzersizliğini daha net görüyorum. Ne yapıyorsun bu aralar diye soranlara: ‘2005 yaz koleksiyonumu hazırlıyorum’ cevabı onları anlamsızca gözlerime bakıp şaşkın insan örneğine niye dönüştürdüğünü biraz anlıyorum sanırım.

Yaklaşık bir, bir buçuk sene sonrasının ahkam kesmecelerini şimdiden belirlemek, eh birazcık narsis, bir tutam ego parçacıkları, bir avuç da ‘benim dediğim olur’ bakıncılık yaratmıyor değil. Psikolojik açıdan çok sağlıklı olduğu söylenemez. Ne yalan yazayım, aslında durum sandığınız gibi değil aslında. Bizler hep çok şık falan giyinmeyiz. Hele ben hele ben, ya siyahtır üstümdeki, ya beyaz, en renkli halim ecru (kırık dökük beyaz demek)... İnsanlar yolda ya da davette görünce beni çaktırmadan hafif sarsıntılı bir hayal kırıklığına maruz kalıyorlar ama elden ne gelir. İnanın bende şöyle devamlı kuaföre giden, saçbaş yerinde, manikür pedikür ikilisi uyum içinde, makyaj durumları her daim sağlam bir hatun olmayı isterdim diye bir itiraf yazacağımı sanıyorsanız aldanırsınız.

Bir düşünün, hadi kendinizi bir zerrecik benim yerime koyun. Uzuuun senelerdir devamlı parça purça, yok o kıyafet yok bu kumaş, tam bu sezon koleksiyon bitti derken nefesimin ilk lokmasında hemen hızla gelen bir diğeri uğraş dur. Niye? Hemencecik modası geçsin diye. Tanrım böyle paradoks bir iş daha görmedim! Devamlı yeni yaratma dürtüsü tabii ki zamanla bozukluk yapmıyor değil! Saysam sayfalar dolar. İşte moda tasarımcılarının psikolojik bozukluklarına bazı örnekler;

1- İnceleme hastalığı: Sürekli etraftakilerin kılığını kıyafetini mercek altına alıp, olmamış deme hastalığı.

2- Detay manyaklığı: Her şeyde, lüzumlu lüzumsuz her şeyde detaycı olma. Detay sarhoşluğu da denir aramızda. Girdiğin her mekanda kıyı köşe o buna uymuş uymamış durumu.

3- Dokunma tuhaflığı: Parmaklar alışmış ya devamlı kumaşa dokunup hissetmeye. Karşındaki tanıdık tanımadık, kim olursa olsun, dokunup kumaş misali algılama isteği.

4- Fazla evrensel olma hali: Her gerçek tasarımcıda bulunur. İflah olmaz bir garip hastalıktır. Dikkat!

5- Ben en iyiyim başka kimse yok, körlüğü: Klasik bir tasarımcı hastalığıdır. Sanatla uğraşan her insan oğlunda ve de dişisinde görülür.

Bu liste inanın bitmez. İnsan hayalde fazla yüzünce böyle sarhoş oluyor işte.

Şakası, gerçeği bir yana hem çok zorlayıcı hem de çok keyif verici bir iş bu. İlacı, her şeyi olduğu gibi sevmek. Bir de oluş biçimi var bu mesleğin. Belki de tek sırrı GERÇEK OLMAK.

Bir tasarımcı gerçeğini bulamamışsa derinden, inceden. İşi zor. Yalancı, sahte suni denizlerde yüzdüm sanır yıllarca; dönüp bakar geriye masal misali geldiği bir arpa boyu yoldur.

Gerçek atınca yürek. O zaman anlar kişi, herkesin ayrı ışığı olduğunu. O ışıklar zaten hiç kesişmez ki bir diğerinle. Nasip ve rızk denilen hak denilen bir evrensel yasalar var ya, çok hassas bir dengede döner insan yaşamında. Işığını gören, adil olan, oyunsuz, arkadan çelmesiz, art niyetsiz beyaz olan hakkını o hassas teraziden alır yoluna serer. Yüreğinde tortu olanlar zaten yaratıcı olamazlar. Onların yolu da yoktur aslen. Kendi karanlık oyunlarının sevimsiz kurbanları olarak durup dururlar aynı yerde.

Bu olağan üstü evreni ve bu anlatılamaz kurguyu yaratanı çok seviyorum. Bu ne inceden olmalardır. Ne akıl yeter ne yürek. Sevginin ışığı altında kendine ve ona inanmak ne huzur verici bir duygu.

İçinden gerçeğinin ışığını geçiren her insana saygım sonsuz. Geçiremeyen oyunculara buradan selam olsun. Dilerim bir gün sizler de karanlığı kapatıp, kendi ışığınızı yeniden yakarsınız...

Hep ama hep gülün olur mu? Bu aralar tüm Türkiye’nin bu gülümsemelere çoook ihtiyacı var. Unutmayın.

Sevgi ile kalın.
Yazarın Tüm Yazıları