Bir kedidir ki sefahat yollarında can vermiştir

Pazar pazar keyfinizi kaçırmak istemem... Ancak aylardır bu sayfa, vefat ilan panosu şeklinde hizmet veriyorsa, kusura bakmayın ama bunun sorumlusu ben değilim. ‘‘Kader,’’ diyeceğim ama yok, kabahat o dangalakta da değil...

Ne yalan söyleyeyim? Ne denir? Hak mıdır, adalet midir, müstahak mıdır, ceza mıdır, bilemiyorum?.. Benim belágátımı aşıyor. Elimden sadece kahrolmak geliyor.

Geçtiğimiz Çarşamba'yı Perşembe'ye bağlayan sabah, Çeşme'de bir trafik kazası meydana geldi. Tez vakitte iyileşeceğini umduğumuz televizyon muhabiri ve editörü Aslıhan Uğurlu, bu satırların kaleme alındığı saatlerde 9 Eylül Hastanesi'nde hayata döndürülmeye çalışılıyordu.

Ve fakat...

Otomobilde Aslı'nın yanında bulunan Necmi Mısırlıoğlu, maalesef ki hayatını kaybetti. İçimizi acıttı, canımızı yaktı...

Necmi'yi çocukluğumdan tanırım. İzmir'in ‘‘hızlı’’ gençlerindendi. KSK'de basketbol oynardı, ‘‘playmaker’’ idi; iyi oyun kurardı, sıkı içerdi, çok flört ederdi ve ağız dolusu gülerdi. Yıllar içinde kan bağıyla olmasa da akrabalığımız da oluştu. Ablamın eşinin, Volkan'ın kuzeniydi Necmi; anlayacağınız, uzaktan dayıoğluydu...

Necmi'nin kardeşi Mert ile ne zaman karşılaşsak aynı şekilde, dalgacı bir tonda selámlaşmayı adet edinmiştik: ‘‘N'aber en uzaktan ve en sevdiğim akrabam?’’ Kusura kalmayın, bugün ‘‘İyidir; senden?’’ diyemeyeceğim... Sanırım Mert'te de pek diyecek hál yoktur.

İçim acıyor ve canım yanıyor... Zira Çeşme'ye tatile gitmeye hazırlanırken insan, esasta taziye ziyaretine gitmekte olduğunu tahmini batsın, tahayyül bile edemiyor...

Çeşme'de neredeyse 50 metrede bir radar aracı bulunuyor biliyor musunuz? Öyle icap ediyor zira... Canımıza mı susamıştık, çok mu sersemdik bilemem ama bizim deli gençlik yıllarımız fazlasıyla süratli geçti. Arkadaşlarımızın pek çoğunun canı göçmüş bedenini, Altınyol'dan, Çeşme'den, Bilkent yollarından, İstanbul asfaltlarından, Arnavut kaldırımlarından toplaya toplaya, eksile eksile, azala azala büyüdük biz...

Çok lázımmış gibi... Kulüplerin çıkışında dizi dizi taksiler beklemiyormuş gibi... Alkollü ve süratli otomobil kullanmak marifetmiş gibi... Kendimize rağmen hayatta kalmak iddiasında kumarbazlarmışız gibi... Zar tutmayı bilmediğimiz hálde, canlarımızı barbut masasına yatırmış da el artırır gibi...

Ahkám kesmek adına değil, yalvarırcasına söylüyorum: Benim hayatım, hasbelkader şuura erdiğimden beri taksilerde geçiyor. Ehliyetim yok, almayı da düşünmüyorum. Bir ara teşebbüs eder gibi oldum ama sonradan vazgeçtim. Zira benim gibi yaşayan insanların trafikten men edilmesi taraftarıyım. Nedir ‘‘benim gibi’’ addettiğim insan türü? Dağınık, hatta darmaduman beyinli, alkol kullanan, kimi dönemler ‘‘nerde akşam orda sabah’’ yaşayan, çoğu zaman had safhada asabi, dilinin kemiği olmayan, tepesi attığında kim olursa olsun karşısındakini tanımayan, kavgaya ve kurşun yemeye meyyal ve saire ve saire... (Málûmunuz, trafik kazaları öyle bir boyut da kazandı günümüzde. Tamponuna dokundurduğunuz, boyasını çizdiğiniz bir arabanın sahibi silahını çıkarıp takır takır kurşun saçabiliyor. Şimdilerde trafik kazasında ölmek için arabanın içinde sıkışıp kalmanız gerekmiyor.)

Ben, naçizane korkaklar takımına yazılmaya gönüllüyüm. Ödlek deyin, tırsak deyin, tavuk deyin; yine de benim oyum taksilerden ve toplu taşıma araçlarından yana... Bir de direksiyonuna güvendiğim, kafasının temiz olduğunu bildiğim arkadaşların arabalarından....

Bitap düştük zira, dostlarla cenazelerde sarılışmaktan, ağlaşmaktan, vedalaşmaktan...

Aaah Necmi, aaah!.. Var mı oralarda bari kafana göre, espriden anlayan birkaç adam? Rastladığın arkadaşlara selám söylemeyi unutma sakın. İyi misin, afiyette misin çok uzaktan ve pek sevdiğim akrabam?

Cadılar da korkar

Buffy the Vampire Slayer / Vampir Avcısı Buffy dizisinin ve American Pie film serisinin yıldızlarından Alyson Hannigan, bu aralar hayatının baharını yaşıyor. Buffy'deki kitap kurdu, lezbiyen, iyi ve arslan yürekli cadı Willow tiplemesiyle ABD başta olmak üzere, tüm dünyadaki lezbiyenler için bir ikona dönüşen Hannison, yakında fanatiklerini hayalkırıklığına uğratmak pahasına, Buffy ile paslaşarak ilerleyen ‘‘kardeş dizi’’ Angel'daki Alexis Denisof (Angel'ın ‘‘rehberi’’ ve şimdiki patronu olan Wesley karakteri) ile evlenecek. Hannison anladığımız kadarıyla gerçek hayatında da canlandırdığı karakterler kadar matrak bir tip. Hollywood ve şöhret klişelerinden, hatta yıldızların çoğunun gözünü alamadığı aynalardan pek hazzetmiyor. Prömiyerlerde, galalarda, kokteyllerde, partilerde boy göstermekten de... Tarihleri ve ayrıntıları sır gibi saklanan, sadece ‘‘çok doğal bir ortamda’’ gerçekleşeceğine ve damat adayı Denisof Rus asıllı olduğu için bol bol votka tüketileceğine dair tüyo verilen düğünle ilgili, kinayeyle karışık pek isabetli ‘‘korku’’larını şu şekilde ifade ediyor: ‘‘İki gece üst üste kábus gördüm ve panik içinde uyandım. Bizim düğün J. Lo (Jennifer Lopez) ile Ben'in (Ben Affleck) evlendiği haftasonuna denk geliyormuş; dolayısıyla bizimkini kimse iplemiyormuş!’’

Absürd fantezidir ama gerçeği yansıtır

Kendi adımı unuturum da Aah Belinda'daki performansını unutamam. Birçok filmin ve dizinin yanı sıra, özellikle Şaşıfelek Çıkmazı'nda sanatını konuşturmuş, harikulade bir tipleme çizmiş, izleyiciyi mest etmiştir. Yeni bölümleri yayınlanmaya başlar başlamaz rating sıralamalarında zirveye yerleşen Sıdıka'nın -tamamen sübjektif bir kanaatle- tekrar çekilmesinin en iyi tarafı Füsun Demirel'i yeniden huzura getirmesi oldu. Zannımızca Türkiye'nin en iyi oyuncularından ve gerçek bir entelektüel olan Füsun Demirel, Akşam'a verdiği röportajda, Atilla Atalay'ın efsanevi karakteri Sıdıka'nın dizisinin niçin bu denli tutulduğunu son kertede isabetli tespitlerle izah ediyor: ‘‘Orta gelir düzeyinde bir aile. Anne-baba tahsilli değil. Anne, kızına baskı yapar, sokağa çıkarmaz, yan baksa döver. Ailede gençler isyanda çünkü düş gücü ve zekaları çok üst düzeyde. Okuyamamanın eksikliğini yaşıyorlar. Sıdıka, 40 metrelik bir evde kendini geliştirmeye çalışıyor. Kolları sıvayıp aileyi sıra dayağına çeken bir baba var. Karate hocasına tam bir çekirge gibi saygı duyan, kızlarla ilişkileri arızalı bir delikanlı. Sizce Türkiye'ye benziyor mu? Bu dizi absürd bir fantezidir ama gerçekleri yansıtır.’’

Kolaysa yakala bu zekayı

Başta ‘‘şey’’ diye anılan, ardından Ginger (Zencefil) ismi takılan, şimdilerde Segway adını taşıyan ‘‘telepatik transportasyon’’ aracı, New York sokaklarını istilá etmiş durumda. Polis, 5 bin dolara satılan aracın New York sokaklarında kullanılmasına resmi olarak izin vermiyor. Buna karşın yine aynı polis teşkilatı, aracı denemek için 10 adet Segway satın almış bulunuyor. Segway'in mucidi Dean Kamen'ın ağır bir misyonu var: Derdi gücü DEKA isimli bilim dergáhında kendisiyle birlikte çalışan bilim adam ve kadınlarının da pop yıldızı muamelesi görmesini sağlamak. Kişisel otoparkında iki adet helikopter bulunan, bunun yanında kot pantolon ve pamuklu gömlekten başka şey giymeyen, uyumadığı her an çalışan, sayısız patent hakkı bulunan (Bizim markalar gibi değil yani...), hoş bir adam. Kamen, tekerleğin ikinci icadı sayılan, daha doğrusu insana tekerlek takan Segway'i dünyaya tanıtırken, ‘‘Şehirlerin otomobillere, balıkların bisiklete duyduğu kadar ihtiyacı var,’’ demişti: ‘‘ABD'den Avrupa'ya gideceksiniz, uçağa atlayın, New York'tan başka bir şehre gidecekseniz, otomobile binin. Yok, şehir içinde bloklar arasında dolaşacaksanız, kendinize bundan edinin.’’ Ben İstanbul'da bir adet Segway görebilmiştim. Bir TV kamerası, otomobille, aracın üzerindeki adamı takip etmeye çalışıyordu. Televizyoncular, trafiğe takıldıkları için adamı kaçırdılar fakat... Matbaayı ülkeye 100 yıl rötarlı getiren ‘‘o kafa’’ya hatırlatmak isteriz: Bilim ve zeka dediğiniz, öyle kolay kolay yasaklanamıyor ve yakalanamıyor...

Hayali Küçük Lara Croft

Bundan yıllar önce, Esquire dergisinde çalışırken, aynı bünyede çıkan Penthouse dergisine de zaman zaman hizmet veriyorduk. Zira her iki derginin genel yayın yönetmenliğini de Emre Aköz yürütüyordu ve iş biriktiği zaman, takım oyununa girmek, paslaşmak gerekiyordu. Misál, dergiye gelen okur mektuplarından derlenen Forum ekleri hazırlanırken, mektupları el birliğiyle dizmek icap edebiliyordu. Enteresan bir tecrübeydi. Hayat, cinsellik ve hayalgücü üzerine yüksek lisans eğitimi alır gibi ve ne yalan söyleyeyim, hafif de travmatik bir deneyimdi. Bir mektup vardı ki, bugün bile hatırımdadır: Fanteziname, Bilmem Kim Abla tarafından kaleme alınmıştı. Birinci tekil şahısla yazılmıştı. PKK'lıların bastığı bir otobüs yolculuğunda gerçekleşen tecavüzleri ve tecavüzden alınan hazları anlatıyordu. Peki mektubun altındaki imzaya baktığınızda ne görünüyordu? Konya'dan Haydar... İyi mi! Nereden nereye... ‘‘Türkiye Lara Croft'unu Arıyor’’ yarışmasına başvuran 15 erkek adaya ne demeli? Sinemaya uyarlandığında Angelina Jolie tarafından canlandırılan Lara Croft'un ‘‘Türkiye şubesi’’ olmak için yarışmaya katılan 15 erkek aday... Angelina Jolie kadar güzel ve fiziksel açıdan o kadar yetkin olacak. Merakımıza mucip oldu háliyle; ‘‘Adaylar arasında Hayali Küçük Haydar da var mıydı?’’ diye...
Yazarın Tüm Yazıları