Bir Hrant Dink vardı

Hrant’ı okuyun. Bu sadece bir Hrant Dink kitabı değildir, onun hayatı ekseninde, Anadolu’daki Ermenilerin, zorlukların, siyasal ve toplumsal eziyetlerin de kitabıdır

Evet! Hoşgörüye, karşıtlıklardan, farklılıklardan doğan dostluklara tahammül edemeyenler Hrant Dink’i öldürdüler! 15 Eylül 1954’te Malatya’da doğdu, 19 Ocak 2007’de İstanbul’da vuruldu. Gazete yazılarından, cenaze töreninin yapıldığı günlerde, onu tanıtan yazılar yayımlandı. Ne var ki, ayrıntılı bir kitap çalışması yoktu.
Tûba Çandar’ın Hrant kitabı bu eksikliği giderdi.
Kitap Hrant’ın eşi Rakel’e adanmış.
Kitaba Dair’de Çandar’ın, kitabın yazılış serüvenini anlatırken kullandığı bir cümlesinin altını çizeceğim: “Bu bir hayat hikâyesi değil.”
Ama ayrıntılı, büyük emekle yazılmış bir biyografi. Çocukluktan ölümüne kadar onun nasıl yetiştiğini, neler çektiğini, yaşadığı ülkeyi ne kadar sevdiğini bu kitaptan anlayacaksınız. Bu sadece bir Hrant Dink kitabı değildir, onun hayatı ekseninde, Anadolu’daki Ermenilerin, zorlukların, siyasal ve toplumsal eziyetlerin de kitabıdır.
Nasıl yazıldığı, amacının ne olduğu, hangi kaynaklardan, kişilerden yararlandığı burada zikrediliyor. Kitaba Dair’de yer alan bir bölüm kitabın yazılışının nasıl başladığını ve nedenlerini aktarıyor. Birlikte okuyalım:
Bu seçimi zorunlu kılan nedenlerin başında, Hrant’ın ölümü geliyordu. Hrant Dink Türkiyeli bir Ermeni aydınıydı. Ve 19 Ocak 2007’de bütün Türkiye’nin gözleri önünde görüşleri yüzünden öldürülmüştü. “Ya sev ya terk et” diyerek, onu önce ülkesinden kovmaya kalkmışlar, “Güvercin tedirginliği içindeyim ama biliyorum ki bu ülkede güvercinlere dokunmazlar,” diye yazdığının daha mürekkebi kurumadan onu arkadan vurmuşlardı.
Bunun dehşetini, acısını ve utancını, bu ülkede vicdanı olan herkes yaşamıştı. Kaybı daha çok yeniydi, içimizi dağlıyordu. Trajik biçimde sonlandırılmış hayatının Hrant’a mesafelenerek, dışarıdan bir bakışla yazabilmesi mümkün değildi... Dolayısıyla, kitabın klasik bir biyografi olmayacağı daha başından belliydi.

53 YIL SÜREBİLEN BİR YAŞAM

Rakel’in Mektubu, Tûba Çandar’a kitabın veriliş nedenini acıklıyor:
“Onun içtenliğine inanmam doğruydu. Tanrı bu görevi ona vermişti. Buna inandım ve destek olmaya çalıştım. Onun için dua ettim. Üç yıldan fazla bir süredir, hayatımızın içine girdi. Çutağım’ın (Ermenice’de keman) 53 yıllık yaşamını, neredeyse birlikte yaşamış gibi oldu. Sevinçli, coşkulu, hüzünlü, yorgun, dingin her bir anına süzüldü. Sevgimizin de içine süzüldü. Adeta bir zaman tünelinden geçerek, yaşamımızdaki yüz yıllık anıları, anlamları kendi ruhunda yaşadı ve hissetti. Hayatımızı sanki bir kez de o yaşadı. Kısacası üç buçuk yıldır yüreği de gözleri de bizimle ağlıyor. Buna tanıklık edebilirim ve onu ailemin bir ferdi sayarak söyleyebilirim: İyi ki geldin, iyi ki bu göreve talip oldun ve bunu yüklendin.”
Aile bireyleri, akrabaları, yakınları, arkadaşları, dostları Hrant Dink’i anlatıyor.
Yazar ileride yazılacak bir romanın, başka belgesel çalışmaların temelini atıyor bu çok yönlü kitabıyla.
Büyük acıyı yaşayan eşi Rakel Dink’in söylediklerini okurken kanım dondu: “Kötü haber nasıl da belli oluyor. Herkes duyduğu yerden kalkmış geliyor. Kimsenin ne halde olduğu, nasıl göründüğü umurunda değil. Görüntü gösteriyor kötü olayı. Eve çıktık, çantamı attım. Telefona sarıldım. Kapı susmak bilmiyor. Ama kimse bir şey söylemiyor, televizyonu açan da yok. Adı konmuyor ama belli artık. Ben de daha telaffuz etmemişim ama olay belli. Taksi numarasını çevirdim ki hiç ezbere çevirmemişim o saate kadar. Taksi durağıyla konuşmaya çalışırken Belçika’dan kardeşim çıktı karşıma telefonda. Mikhail dedim, ben taksiyi aradım sen nereden çıktın? Kuyring kendine iyi bak. Biz geliyoruz oraya, dedi. Aman Baydzar’a dikkat edin, onunla ilgilenin dedim. Beraberiz, bilet aldık, beraber geleceğiz zaten, dedi. Telefonu kapattım. Şaşkınlığımdan yine onu çevirmişim. Artık ağlaşıyorduk karşılıklı... Nihayet taksiyi çağırabiliyorum. Evdekilere bağırıyorum. Kimse bana engel olmasın. Agos’a gideceğim. Benimle gelmek isteyen varsa gelsin, diye. O yol bir türlü bitmek bilmedi.”

ÇORAK ARAZİYİ YEŞERTTİ

Hrant’ın çocukluğunu anlattığı bölüm, yaşamını belirleyen ögelerle dolu olduğu için önemlidir:
“(...) Tam üç ay boyunca çalıştık çabaladık ve o dümdüz çorak araziyi giderek yeşillenen, giderek renklileşen, üzerinde binalar yükselen ve görenlere, ‘Aaa!... Buraya insan eli değmiş, burada insanlar yaşıyor,’ dedirten bir yer haline getirdik. Kamp hayatı yaşamaya gitmiştik, kamp inşa edip döndük yatılı okulumuza o yaz. Artık yazları Gedikpaşa Yetimhanesi’nin beton bahçesine mahkûm olma sona ermişti...
Üç yıl, şafak vakti kalkıp gece yarılarına dek çalışarak kamp binasını tamamladık. En kısa boylularımızdan biri olan ‘Kütük’ (Zakar’a böyle hitap ederdik) bir başına çimento torbasını kucaklayıp çatıya kadar çıkarırdı. Geceleri uykuda yorgunluktan altımıza işerdik. Ailelerimizi, yakınlarımızı ancak geceleyin uzaklarda, parlayıp sönen kent ışıklarını izlerken anımsardık. Yere düşmüş ve üst üste yığılmış yaşlı yıldızlara benzetirdik kent ışıklarını.
Gelen imrenir, gören imrenirdi. ‘Aşkolsun,’ derdi herkes, ‘aşkolsun.’”
Hrant’ın anlattıklarıyla, Hrant’ı anlatanların bilgileri, anıları, notları bir bütünlüğe kavuşuyor. Kardeşlerinin de onun için söyledikleri, onun dost, yumuşak, paraya önem vermeyen kişiliğinin bir bölümünü sergiliyor.

BEYAZ ADAM’I YARATTI

Aile birleşerek, Beyaz Adam kitabevini açtıklarında Hrant bakın nasıl mutlu oluyor: “Kitapçı dükkanı Beyaz adam hayatımın akışını kökten değiştirdi. Zaten çok okuyan bir insandım artık okumak işim olmuştu. Bakırköy gelişmeye açık bir semtti, o yüzden seçtim. Kitabevinde bir yenilik başlattım ve sanıyorum İstanbul’a iyi bir şey kattım. Dönem ödevi için kitap arayan öğrenciler kütüphanelere ve bize gelirlerdi. Kitabı sorduklarında var, derdim demesine de, bir ödev için o koca kitabı çocuğa satmak ters gelirdi. Ne yapmalı, nasıl etmeli derken, ‘dur o sayfanın sana fotokopisini çekeyim,’ demek aklıma geldi bir gün. O çocuk gitti, arkadaşına söyledi, o da geldi, öteki de duymuş, derken bir baktım Beyaz Adam kitabevi olmaktan çıktı, öğrencilerin dertlerine derman olan bir kütüphaneye döndü. Ama bu işten en kârlı çıkan bendim. Sonunda hem manyak bir araştırmacı olmuştum, hem de dünyanın en mutlu adamlarından biri. Hem her beş dakikada konudan konuya atlayabiliyordum, hem de yeni bir çocuğu mutlu edebiliyordum.”
Ermeni kültür ve edebiyatını Türklere tanıtan Aras Yayıncılık’ın da kuruluş konuşmaları, Hrant’ın bu girişimin gerçekleşmesindeki yeri bu kitapta ortaya konuluyor.
Kitap Koro ile bitiyor.
Hrant, “Eğer bir gün bu ülkeden gidecek olursam, yürüyerek gitmeyi isterim,” demişti. Tıpkı geçmiştekiler gibi. Kafileler halinde yollara dökülen, yolları ölsünler diye güneye yöneltilen kuzey yolcuları gibi... Bize o kadar dokunmuştu ki bu.
Yine bir gün Hrant, “Belki de bilmiyoruz, sözünü ettiklerimiz belki de gitmemişlerdir!” derken gözlerindeki ışığı görmüştük. Bildiği bir gizin parıltısı vardı gözlerinde. Belki de onu bu toprağa bağlayanlar biraz da o gizli kalanlardı. Bilemeyiz.
Bildiğimiz “Diaspora büyük bir Anadolu köyüdür,” diyen Hrant, büyük bir Anadolu köyü olan kalbimizin hangi tepesinde gömülü olmak istediyse oradadır bugün.
Toprağın altında ve üstündedir.
Uçmuş çatıların, sesleri kaybolmuş sokakların içindedir.
Adı vicdan olan her yerdedir.
Kitabın sonunda, kim kimdir, kaynakça, fotoğraflar ve dizin yer alıyor. Hrant’ı okuyun. Bir kişinin çevresinde yaşanan önemli gerçekleri, acıları, tahammülsüzleri bir daha gözden geçirin. Tûba Çandar, iyi, gerekli bir iş yapmış.
(Hrant, Tûba Çandar, Everest Yayınları)

DOĞAN HIZLAN’IN SEÇTİKLERİ

Ayfer Tunç / Yeşil Peri Gecesi / Can
Dave Eggers / Ne Nedir? / Siren Yayınları
Gökdemir İhsan / Kurmaca Alıştırmaları / Sel Yayıncılık
Frances Hardinge / Gece Kaçakları / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Örsan Öymen / Bir İhtilal Daha Var... / Doğan Kitap
Yazarın Tüm Yazıları