Araştırma Dünyasından

Güncelleme Tarihi:

Araştırma Dünyasından
Oluşturulma Tarihi: Nisan 15, 2006 00:00

Yeni bir kaynak bulundu: Nil Nehri daha uzun olabilir

Nil Nehri’nin uzunluğu 19.yy’dan bu yana tartışma konusudur. İngiliz ve Yeni Zelandalı araştırmacılar Nil nehrinde
/images/100/0x0/55ea33d9f018fbb8f8711f1e
gerçekleştirdikleri 80 günlük bir keşif gezisinin ardından, Ruanda yağmur ormanlarında daha önce bilinmeyen bir kaynak bulduklarını ve bunun Nil’in gerçek kaynağı olduğunu iddia ediyorlar.

Bu konuda çok emin olan İngiliz araştırmacı Neil McGrigor, "Tarih yeniden yazılacak" diye konuştu. Yeni bulunduğu söylenen kaynak, bugüne kadar bilinen kaynağın da yer aldığı Nyungwe Ormanı’nda bulunmuş.

Maceralı bir yolculuk geçiren araştırmacılar uygunsuz iklim koşulları dışında timsahlarla da boğuşmak zorunda kalmışlar. Dahası son 70km’yi tamamlamak için botlarını geride bırakan araştırmacılar, vahşi ormanları yürüyerek geçmek zorunda kaldıklarını da söylüyorlar. Eğer yeni bulunan kaynak gerçekten de Nil’in asıl kaynağı ise o zaman nehir 100m daha uzun demek.

Yüksek dozda C vitamini kanser hastalarının yaşamını uzattı

Kanserin ileri safhasında bulunan hastalara C vitamini iyi geliyor. Bu etki yüksek dozda C vitamini verilen üç hastada kanıtlandı. Daha önceki araştırmalarda ağızdan verilen vitaminin etkisi kanıtlanamamıştı. Gerçi üç hastanın tıbbi verileri de vitamin terapisinin genel etkisini göstermiyor ama araştırmacılar "Canadian Medical Association Journal" dergisinde bulgunun yeni araştırmalarda kontrol edilmesini istiyorlar.

C vitamini damardan aşılandığında ise kandaki vitamin seviyesi 25 misline çıkıyor diyor Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü’nden Mark Levine. Bu yoğunlukla laboratuvarda yapılan deneylerde bazı kanser hücresi tipleri zarar görürken, sağlıklı hücrelere bir şey olmamış.

Tedavi edilen hastalardaki tümörlerin küçülüşü, vitaminin, kanser dokusundaki toksik hidrojen peroksit üretimini arttırmasına bağlanabilir diye tahmin ediyor bilim adamları.

Yaşları 49-66 arasında değişen hastalarda yaklaşık on yıl önce, böbrek tümörü, mesane kanseri ve B-hücreli lenfom saptanmıştı. Birkaç ay devam eden vitamin terapisinden sonra tümörler iyice ufalmış. Hastalardan ikisi dokuz ila on yıl sonra yaşamaya devam etmişler.

Az ye, çok yaşa!

Az yemek yiyenler sadece zayıflamakla kalmıyor, aynı zamanda daha uzun yaşıyorlar. İlginç sonuç, normalden dörtte bir daha düşük kaloriyle beslenen denekleri altı ay süre inceleyen Amerikalı bilim adamlarına ait.

Altı aylık araştırmanın sonunda ensülin seviyesi daha düşük çıktığı gibi beden sıcaklığı da biraz düşmüş. Bu iki özellik uzun yaşayan insanlarda görülür. Washington Üniversitesi bilim adamları sonuçların uzun vadeli bir araştırmayla kanıtlanması gerektiğini bildirdiler.

Düşük kalorili beslenmenin, uzun yaşam ile bağlanabilecek faktörleri değiştirip değiştirmediği o zaman kesin olarak belli olacak diyen John Hollszy, düşük kalorili beslenmenin fare ömrünü yaklaşık olarak %30 uzattığını da hatırlatıyor.

Nikotin, kemoterapinin etkisini öldürüyor

Amerikalı bilim adamlarının bir laboratuvar araştırmasına göre nikotin, kemoterapide kullanılan ilaçların etkisini yok ediyor. Ve ilaçların etkisiz kalması için kanda çok düşük oranda nikotinin bulunması bile yeterli.

Güney Florida Üniversitesi’nden Srikumar Chellappan ve ekibi, en sık görülen akciğer kanseri türü olan küçük hücreli olmayan akciğer karsinomunu mercek altına almışlar. Laboratuvarda farklı koşullarda üretilen kanser hücreleri üzerinde, üç standart kemoterapi ilacının etkisi kontrol edilmiş.

Gemcitabin, Cisplatin ve Paclitaxel gibi kanser hücrelerini öldüren kemoterapi ilaçları nikotinle etkisini yitirmişler. Bilim adamları nikotin plasteri ve diğer nikotin içerikli maddelerin, kemoterapi ilaçlarını etkisiz kılabileceğini düşünüyorlar.

Sonuçta bu maddelerdeki nikotin de kana karışmakta. Gerçi nikotinin kanser uyarıcı etkisi yok fakat tümörün büyümesini destekleyen biyolojik süreçleri etkilemekte diyor araştırmacılar.

Yunanistan’da beş milyon yıllık fil iskeleti

Amyntaion’daki kömür madeninde çalışan dikkatli bir kepçe sürücüsü, yaklaşık beş milyon yıllık bir fil iskeletinin parçalarını buldu. Yunan basınından yapılan açıklamalara göre kepçenin ucuna ilk başta fildişleri takılmış. Ardından iskeletin kaburgaları ve üst bacak kemikleri ortaya çıkmış.

Paleontologlar filin, aşağı yukarı beş milyon yıl önce Kuzey Yunanistan’da yaşadığını tahmin ediyorlar. "O zamanlar bölgede çok daha sıcak bir iklim sürüyordu, dolayısıyla da tamamen farklı hayvanlar yaşıyordu" diye açıklıyor Yunanlı paleontolog Aris Pavlianos. Bulgu, Güneydoğu Avrupa’daki hayvan evrimi hakkında yeni bilgiler sunması açısından önem taşımakta.

Yunanistan’da bir zamanlar filler mi yaşıyordu?

Uykusuz kalan çocuklar daha kolay şişmanlıyor

Cocuklar yeterli uyku almadıklarında kilo alma hatta şişmanlama olasılıkları daha yüksek. Bu risk sekiz ila on saat uyuyan çocuklarda, 12-13 saat uyuyanlara kıyasla üç buçuk misli fazla. Anne babanın kilosu, eğitim durumu, bedensel hareketler, ailenin geliri, TV ve bilgisayar kullanımı gibi diğer faktörler de önemli diyor Kanadalı bilim adamları "International Journal of Obesity" dergisinde.

Bilim adamlarına göre çocuklardaki şişmanlığı önleyecek en iyi reçetenin çocukların bedensel hareketler ve yeterli uyku için teşvik edilmesi olduğunu söylüyorlar. Araştırma çerçevesinde yaşları beş ila on arasında değişen 422 kız ve erkek çocuk beş ila on yıl boyu beden kitle endeksine göre normal, zayıf, kilolu veya şişman olarak sınıflandırılırken, ebeveynler çocukların uyku ve diğer alışkanlıkları hakkında bilgi vermişler.

Çocukların %20-24’ü kilolu veya şişman diyen araştırmacılar uyku ve beden ağırlığı arasındaki ilişkiyi, beslenmeyi ayarlayan ve üretimleri uyku süresiyle ilgili olan hormonlara bağlıyorlar. Uykusuzluk leptin seviyesini düşürürken, kandaki grelin yoğunluğunu arttırmakta.

Leptinin iştahı kapatıcı etkisi vardır oysa grelin yeme isteğini uyandırmakta. Kanada nüfusu içindeki şişman sayısı 1960-2000 yılları arasında ikiye katlanırken aynı süre içinde ortalama uyku süresi bir ila iki saat kadar azalmış. Ayrıca yedi saatten az uyuyan yetişkinlerin oranı da %16-37’ye çıkmış.

Sinir ve kirişlerdeki yaralanmalar için kök hücre terapisi

Özel bir kök hücre terapisi ile yakında sinirlerde ve kirişlerdeki yaralanmalar tedavi edilebilecek. İsrailli ve Alman bilim adamlarından oluşan bir ekip, terapiyi farelerde başarılı bir şekilde uyguladı.

Araştırmacılar farelere kemik iliğinden alınan kök hücreleri, sinirlere aşılayarak büyüme faktörü ve sinyal molekülü "Smad8" ile uyarınca, sinir dokusu yenilenmiş.

Yırtılmış kirişler normalde hastanın kendi kiriş dokusu veya bağışçı dokuyla yenilenmekte.

Ancak Transplantasyon sırasında genelde bağışıklık reaksiyonları gibi komplikasyonlar meydana geliyor. Kök hücre terapisinin de benzer komplikasyonlara neden olup olmadığı yeni araştırmalarla kontrol edilecek. Konuyla ilgili araştırma yazısı Journal of Clinical Investigation dergisinde yayımlandı.

Mars meteoridinde bakteri izleri

Amerikalı bilim adamları Mars’ta olası yaşam izleri buldular. Nakhla olarak isimlendirilen bir Mars meteoridinin üzerinde, dünyamızda kayaları kemiren bakterilerin izlerine benzeyen minik tüneller saptanmış.

Dünyamızda bugüne dek Mars’tan gelen otuz meteorit incelendi. Bu cisimler kuyrukluyıldız veya asteroit çarpışmalarıyla Mars’tan savruluyor ve güneş sisteminde dolaştıktan sonra Dünyamıza düşüyorlar. Oregon Eyalet Üniversitesi’nden Martin Fisk, araştırması sırasında ilk önce çöllerden, dağların zirvesinden, sulardan toplanan ve Dünyamızın mantosuna ait bazaltları incelemiş.

Bu inceleme sırasında örneklerde milimetrenin onda biri uzunluğunda ve milimetrenin binde biri genişliğinde minik tüneller saptamış. Bu tüneller büyük bir olasılıkla bakterilere ait, bu mikroorganizmalar, kayalıklardaki kimyasal enerjiyle besleniyorlar diye açıklıyor Fisk.

Tüm örneklerde ayrıcı mikropların DNA’ları da bulunmuş. İkinci aşamada 1911 yılında Mısır’a düşen Nakhla Mars meteoridi analiz edilmiş ve araştırmacı söz konusu tünelleri burada da saptamış, ancak bakterilere ait DNA izleri bulunamamış.

Volkanik Nahkla meteoridi yaklaşık olarak 1,3 milyar yıllık ve olasılıklı 600 milyon yıl öncesine kadar suyun içindeydi. Bu durum bilim adamının neden bakteri DNA’sı bulamadığını açıklamakta. DNA kalıntıları tümüyle dağılmış olabilir. Fisk bununla birlikte minik tünellerin Mars’taki olası yaşam izleriyle ilgi olmayabileceğini de göz ardı etmemekte.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!