Belgesel hayatlar

Yazarların, bilim adamlarının, şairlerin eserlerini okursunuz, eserlerin başında kısa biyografilerini de bulursunuz.

Onu tanımak için yeterli midir bu bilgi? Hayır. Oysa eseri ile kişiliği arasında paralellikler, hayatının çeşitli dönemeçlerindeki olayların izdüşümleri, onu daha iyi, yakından tanımamızı sağlar.

"Nehir Söyleşiler" bu açıdan ilgimi çekiyor.

Önemli bir adın, kendi alanında doruğa çıkmış birinin yaşamının ayrıntılarını öğrenmek okurun da ilgisini çekiyor. Bu hafta, bu kitapların bir kısmından söz etmek istiyorum.

"STANDART" BİR ADAM DEĞİLİM

Celál Soycan’
ın hazırladığı Mevsimsiz Bir Şair: Özdemir İnce’de şair, denemeci, çevirmen, köşe yazarı Özdemir İnce’nin yaşamını, edebi kimliğinin oluşumunu anlatıyor.

Çalışılarak hazırlanmış sorularla, onun şiir anlayışını, poetika konusundaki önemli çalışmalarını ortaya koyuyor. Söyleşiler ve yazılarda başka imzaların da katkısı var: Çiğdem Ülker, Orhan Káhyaoğlu, Feridun Andaç, Sefa Kaplan, Metin Cengiz.

Soycan’
ın hazırladığı İnce kitabında, sadece bir yaşam öyküsünün yüzeyselliği yok. Onu okurken, şiirini daha derinden kavrayabilmek için bazı bilgiler gerektiğini, şiirin arkasında Türk ve özellikle dünya şiirinden özümsenmiş bilgilerle oluşturulan bir poetikanın varlığını öğreniyorsunuz.

İyi bir şairin dünyasını tanımak için, iyi hazırlanmış bir kitap.

Özdemir İnce’nin yapıtlarının listesini, kronolojik yaşam öyküsünü de bulabilirsiniz.

TARİH DERSİNİ SEVMEYEN TARİHÇİ

İlber Ortaylı’nın Zaman Kaybolmaz nehir söyleşisini Nilgün Uysal yapmış.

Soru-cevap ritminin yüksekliği okuru birden kitabın içine çekiyor.

İlber Ortaylı’nın yaşam öyküsünde, elbette bir imparatorluğun öyküsü de var, cumhuriyetin tarihi de. "Yaşadıkları, an be an insanı oluşturur ve arkasında bıraktıkları, farkına varmadan önüne geçer."

Aile yaşamını, ortamını, dostlarını, okullarını anlatırken, birçok kişinin de onun yaşamındaki yerini öğrenirsiniz; ayrıca, ilgi çekici bir ruh hali yansımış bu kitaba, zaman zaman çok yakın zaman zaman çok uzak. Kendini anlatırken üslup ısınıyor, tarih söz konusu olduğunda hemen bilimsel nesnellik araya giriyor.

Tarihimizi, tarih yöntemini, Türkiye’nin bilimsel konumunu, nehir söyleşi üslubundan okumak bana çok lezzetli geldi.

Yirminci Bölüm’ün başlığı kitabın mizaha, zekáya dayalı niteliğini yeterince gösteriyor: "Biz Devlet İçin Ölür, Bir Yandan Da Devleti Soyarız."

İnsan portreleri de kitaba ayrı bir renk veriyor.

Bir roman hızıyla ve hazzıyla okuduğumu itiraf etmeliyim.

ÇİZERLİKLE MİMARLIĞIN KESİŞTİĞİ NOKTADA TAN ORAL

Aydın Engin’
in o ince kıyım üslubundan çıkmış sorular Tan Oral’a yöneltilince ne olur?

Ortaya, eğlenceli, zeká gösterileriyle -kendiliğinden olma- dolu bir söyleşi kitabı çıkar.

Nehir Söyleşi, bu dizinin adı, gerçekten de bu dizideki bazı kitapların debisi yüksek, kendinizi kaptırıyorsunuz. İkisi de eski arkadaşım olduğu için, hem okura -yani bana- hem birbirlerine yaptıkları hinoğlu hinlikleri şıp diye yakalıyorum.

Tan Oral mimarlık okumuştur, ama çizerlik yapar.

Mesleğine dair soruların yanıtını mutlaka okumalısınız. Çünkü Aziz Nesin Vakfı binalarının tasarımcısı odur. İnşaat sürecinde yaşananları Aziz Nesin’i ve Tan Oral’ı tanıyanlar ayrı bir zevkle okuyacaklardır.

Tan Oral, karikatürün, her yerde karikatürden söz etmeyen ustasıdır. Sakin görünümünün altında, kazımanız gereken bir mizahı vardır.

Garip teşebbüslerde bulunmuştur, Zeki Müren’i sola kazandırmak bunun en başta sayılması gerekenidir.

Nehir Söyleşilerin en önemli özelliği soruları yöneltenin, onu yakından tanıması gerekir.

Aydın Engin bu özelliğe sahip olduğundan, kapak arkasında şöyle bir yazı yer alıyor: "Bütün kadınları seven, bazı kadınlarca sevilen hüzünlü bir çizerin hayat hikáyesi."

İyi bir karikatürcü ile yapılmış iyi bir söyleşi.

KİTAPLARDAN

4 21 YAŞINDA BİR KÜLTÜR ADAMI

(Mevsimsiz Bir Şair’den)

Şimdi Gazi Eğitim’in kütüphanesindeki günlük hayatıma gelelim: Ünlü Mustafa Nihat Özön ders aralarında, ağzında ıslak Bafra sigarasıyla gelir, kütüphane müdürü Ruşen Alaylıoğlu’nun karşısına otururdu. Türkçe, İngilizce, Fransızca, Almanca, müzik, resim bölümlerinin hocaları. Hepsi Türkiye’nin en tanınmış, otorite sayılan kişileriydi. Hepsi beni ciddiye alıp konuşurlardı; ama beni ciddiye almalarını gerektirecek olaylar da olurdu. Çünkü 20-21 yaşında bir "kültür adamı" idim. Hocalara çok soru sorardım. Beni yüksünmeden yanıtlarlardı.

(...) Konuşmamızın başında bir dinamit sandığından söz etmiştim. Asım Bezirci ve Hüseyin Öntürk’ün iki mektubu bu yiten sandığın içindeydi. İkisine ayrı zamanlarda mektup yazıp "Falanca şairlerin kitap ve şiirleri için yazılar yazdığınız halde, benimkiler için neden yazmıyorsunuz?" diye sormuştum. İkisinden de gelen cevap birbirine benziyordu: "Senin şiirlerin için yazı yazmak zor!" Bu iki yanıt umutsuzluğa düştüğüm zamanlarda bana güç vermiştir.



4 LİSEDE TARİH KİTABI OKUMAZDIM

(Zaman Kaybolmaz’dan)

- Baştan beri tarihçi olmaya karar vermiş bir öğrenci olarak tarih öğretmenleriyle aranız nasıldı?

- Açıkçası... o tarih öğretmenlerinin içinde beni empresyone edeni (etkileyeni) çok olmadı. Öylesine rastlamadım. Hiçbir zaman tanınmış birinin öğrencisi olmadım. Zaten tanınmışlar da lisede ne kadar iyi hocaydı onu da bilmiyorum. Lisede ben tarih kitabı okumazdım. Onu söyleyeyim. Hatta nefret ederdim. Gayet pis baskı, palavra laflar, "zamanın ileri gelenleri" gibi geri zekalı terimler... Oysa biz o sırada "zamanın ileri gelenleri" diye "çok flört eden, kız ve oğlanlara" derdik. Mesela biri, "Ha o mu," der, "zamanın ileri gelenlerinden ve gidenlerindendi."

- Tarih kitapların okumuyordunuz da, peki tarih derslerinde neler oluyordu?

- Hiç unutmam. Hoca, Viyana Kongresi’ni sordu. Kitaptan okumamıştım. Kongre Eğleniyor diye bir film vardı. Görmüştüm. Başladım filmi anlatmaya... Oradan Talleyrand’ı, Matternich’i, Rosumovski’yi biliyorum. Beethoven ile çok iyi ahbap, viyolonsel çalıyor. Böyle şeyleri anlatmaya başlayarak geçiştirdim. Üç tane de "Kongre neticesi"ni anlatıyorsun, zaten kitap Kongre sonuçlarının hepsine yer veremez: Venedik Avusturya’ya verildi; Fransa aynı kaldı falan; Almanya Konfederasyon olarak tertiplenecek; Hollanda kuruldu. Onları söylemiştim. Ne oldu, geçtik tabii.

ASIL SORUNUMUZ BASİTLİK

- Bu kendini "yok ediş" neden sizce?

- Bir adam çıkıyor, "Bozkırın ortasında Batı Medeniyeti’ni yaratırım ve bunun içine de Doğu’yu katarım" diyor. Tam yapmaya başlıyor, arkasından gelenler onu anlamıyor. Ruhunu kavrayamıyor ve o iş yozlaşıyor. Türkiye’de yapılan bazı şeylerin gerilemesinin nedeni, zannedildiği ve iddia edildiği gibi "Müslüman yobazlığı" değildir. "Basitlik"tir. Derine inememe ve ciddi çalışmamadır. Hemen işi "mevki sahibi olmaya ve kendine" yontmaktır... Mesela adam, "Bizans tarihçisi olayım, yazayım, yazdıklarım okunsun" demiyor da... "Profesör olayım" diyor. Bütün sorun bu. O zaman da "üniversite" olmuyor.



4 AŞK BAŞKA SEVGİLİ BAŞKA ŞEY

KAVUŞAMAZSAN AŞK OLUR

(Kitabın Adı Budur’dan)

-Bu defa evlenmeye niyetlisin?

- Her şeye... Evlenmeye niyetli değilim ancak aşık olduğum bir insanın her şeyine razıyım yani. Ben bunu üstüme alındım. Eyüp’te indik, bir yere doğru gidiyoruz. O anlatıyor ve anlaşıldı ki evlenmeye niyetli ama bu ben değilim, başkası. Bozulmadım, yani bozulmamaya çalıştım. Onun mutluluğu önemli!..

- Şimdi gülebiliyorsun da o zaman mizah gibi gelmedi herhalde bu?

- Hayır, mizah gibi gelmedi. Çok yıkıcı bir şeydi. Fakat yine kurgulanmamış, hayatın önüne getirdiği bir şey bu. Dolayısıyla çok değerli bir olaydı. Yani yaşamam gereken, başarıyla yaşamam gereken bir olaydı. Dolayısıyla olgun davranmak durumundaydım ve olgun davrandım. Mutluluklar diledim ve ayrıldık.

- Eeee?

- E’si yok. Bu kadar, bitti hikáye...

- Anladım... Ve akademi yıllarında Mesti dışında aşk diye kaydedilebilecek bir ilişki de yok...

- Yok. Ama sevgili var...

- Tan, sendeki bu aşk ve sevgili ayrımını tam anlamış değilim. Okurların da tam anlayacağını zannetmiyorum.

- Ama aşk odur. Öbürü aşk değildir. Olmayan bir şeye başka bir kavramı yakıştırmamak lazım. Ben sana Áşık Veysel’den cevap vereyim. Onun tarifi çok güzeldir: "Sevdiğine kavuşamazsın aşk olur" diyor. Aslında bu kadar basit. Çok Doğulu bir tanımlama gibi gelebilir. Ama ben öyleyim. Ben kendimi anlamaya çalıştıkça bu çıktı ortaya bundan da mutluyum. Çünkü sahici olan bu.

DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ

Konstantinopolis’in RomanıGilles Martin-ChauffierÖzgür

Cumhuriyeti SavunmakBertan OnaranAsyaşafak

Tutsak Edilmiş AkılCzeslaw MiloszElips

Sıkı DostlarJohn le CarreAltın

Şükran KurdakulHaz: Alpay KabacalıEvrensel
Yazarın Tüm Yazıları