Bazen merak ediyorum Ben sandıkları acaba kim? diye

Onu ne zaman görsem, her defasında başka biriyle karşılaşmış gibi oluyorum. Tipi değişiyor. Tommiks’teki Binbir Surat gibi. İlk gördüğümde daha inceydi, yüzü daha farklıydı. Daha telaşlı, daha heyecanlı bir adamdı. Arada bir sürü şey yaşadı; çocuğu doğdu, boşandı, başkasına aşık oldu, ondan ayrıldı, eşine döndü, sonra tekrar ayrıldı, şimdi yeniden aşık, bir başkasına...

Haberin Devamı

Çok kısa bir zaman parçası içinde çok fazla şey yaşadı. Ve bütün bunlar yaşanırken, üretmeye, kitap yazmaya devam etti. Hatta yeniden müzik yapmaya da başladı. Ve şimdi karşımda başka bir adam var: Uzun saçlı, kirli sakallı, biraz kilolu, iri, kocaman, rocker tarzı bir adam. Anlaması, çözmesi, dokunması kolay bir adam değil Tuna Kiremitçi. Camdan bir fanus içindeymiş gibi. Kendini nasıl hissettiğini sorduğumda ise verdiği cevap, sakin ve kuvvetli...

Siz ne yaşadınız? Arkanıza dönüp baktığınızda gördüğünüz fotoğrafta ne var?

- Herkesin hayatında gördüğü şeyler var aslında. Aşklar, ayrılıklar, doğumlar, düğünler ve cenazeler... Hayatı dolu dolu yaşamaya çalışan birinin çektirdiği bir fotoğraf...

Bu fotoğraftan memnun musunuz?

- Ana hatlarıyla evet. Geçmişiyle barışık biriyim. Yaşananları iyisiyle - kötüsüyle kabullenmek lazım.
/images/100/0x0/55eb3220f018fbb8f8b18f2c
Peki cebinizden çıkarıp, "İşte bu benim resmim" diye gururla gösterir misiniz?

- Evet gösteririm.

Bana kimseye söylemediğiniz bir şey söyleyin...

- Sonunda büyüdüm galiba... Kendimi de başkalarını da yargılamamayı öğrendim. Bence insan hayatı çok kısa. İnsanlar tam neyin doğru olduğunu anlamaya başladıklarında yaşlanmış oluyor ve gerçekten iyi şeyler yapmaya zamanları kalmıyor. Ayrıca, provası olmayan bir hayat yaşıyoruz. Her şey bir kerede olup bitiyor. Yani "Dur şimdi bu yanlış oldu, bir dahaki sefere farklı davranayım" deme şansımız yok. Bu durumda hoşgörü göstermek ve basit ahlak ilkeleri dışında yargılayıcı olmamak daha mantıklı...

Yine fotoğrafa dönelim. O fotoğrafta oymak, üzerini çizmek, karalamak, çıkarmak istediğiniz anlar yok mu?

- Aslında kendimle hálá kavga etmeme rağmen, aynada gördüğüm o adamla barışığım. Onun yeteneklerini, saflığını, sakarlıklarını falan seviyorum. O adamı şekillendirdikleri için, geçmişte yaşananlar benim gözümde anlamlı. En kötü tecrübe bile, roman yazarken işinize yarayabiliyor.

Siz şimdi ne yaşıyorsunuz? a) Aşk

b) Endişe c) Depresyon d) Fırtına öncesi sessizlik e) Neşe

- Depresyon dışında hepsini...

Şu ana kadar kaybettiklerinizle kazandıklarınız arasında bir denge var mı?

- Artık böyle bir muhasebe yapmayı bıraktım. Kaybettiğim insanlar büyük acı verdi. Ama sanat hayatı da galiba böyle bir döngü: Bir şeyleri kaybediyorsunuz, sonra yerine bir şey koyabilmek için elinize kalemi alıyorsunuz. Demek ki, hayatın rüzgárıyla savrulmanın da insana öğrettiği şeyler var.

Yalnız yapamayan erkeklerden misiniz?

- Tam tersine, yalnızlık benim vazgeçilmezim. İki tarafın birbirini bunaltmadığı, birbirinin yalnızlığına saygı gösterdiği ilişkilerden yanayım. Akşam sevgilimle buluşacağımı bilerek, küçük bir odada tek başıma çalışmak benim için en büyük mutluluk. Tabii seçilmiş bir yalnızlıktan bahsediyorum burada. Yoksa mutlak yalnızlık, bir tek Tanrı’ya mahsus...

Yaşadıklarınızın tek sorumlusu magazin basını mı? Hırsızın hiç mi suçu yok! Hırsız, mecazi anlamda tabii...

- Mecazi değil bence. Biz başkalarının hayatlarından parçalar çalan ve bunları sanata çevirmeye çalışan insanlarız. Daha iyi romanlar yazabilmek için gözümüzü başkalarının hayatlarına dikip notlar alıyoruz. İnsan ilişkilerini, davranışlarını, çıkmazlarını falan kurcalıyoruz. Yani hepimiz bir şekilde meraklıyız başka hayatlara. Demek ki aslında roman da magazin de, aynı ihtiyaçtan besleniyor. Kendi küçük dünyamızın dışına çıkıp başkalarının hayatına girme ihtiyacından... Bu anlamda en iyi paparazziler, aslında romancılardır. Tabii onların farkı, sonunda bunu değerli bir esere dönüştürmeleri...

Kendini suçlayan kesip, biçen, yargılayan insanlardan mısınız? Yoksa siz hep haklı mısınız?

- Eskiden çok ağır eleştirirdim kendimi. Son zamanlarda üzerime bir sakinlik geldi.

Meşhur olmadan önceki hayat nasıldı, şimdi nasıl?

- O zamanlar gündüz işe giden, geceleri gizli gizli roman yazan biriydim. Hayat çok daha kolaydı; çünkü kimse benden roman moman beklemiyordu. Şimdi sokakta bazen bir okur yanıma geliyor ve yeni kitabın ne zaman çıkacağını soruyor. Bu da işleri zorlaştırıyor tabii.

Bir sürü hayali olan biri misiniz?

- Gençken gerçeklerim o kadar güçlüydü ki, hayal kurmaya fırsatım olmuyordu. Yeni yeni başladım. Yeniden müziğe döndüm mesela; çünkü oğlumun beni sahnede izlemesini istiyorum.

Bir çocuğunuz daha olsun ister misiniz?

- Bazen bir de kızım olsaydı diye düşünüyorum.

Siz, esas olarak neyin peşindesiniz?

- Ahlaklı biri olabilmenin... Ama tabii klişeleşmiş bir ahlak anlayışından söz etmiyorum. Her insanın kendi ahlak anlayışını geliştirmesi gerektiğini düşünüyorum.

Kim çıkarsa hayatınızdan, siz gölgede ve ışıksız kalırsınız?

- Oğlum. Ondan uzak kalmaya dayanamam.

Müziği çek al yeryüzünden... Ne olur?

- Müziğin kaybolması için önce sesleri taşıyan havanın kaybolması lazım. Havasız kaldığımız zaman ne olursa müziksiz kaldığımız zaman da o olur...

Kimin teşvikiyle müziğe başladınız?

- Kimsenin. Babamla en ciddi tartışmamızı "Müzisyen olmak istiyorum" dediğim zaman yaşadık. O, yazar olmamı istiyordu ve haklıydı. Genetik kodlarım, yeteneğim ve formasyonum daha çok edebiyata müsait çünkü. Ama bir rock grubunda yer almak da biz 12 Eylül sonrası çocukları için sosyalleşmenin en mantıklı yoluydu...

Bir müzik grubu kurmak ister misiniz?

- Şu anda kurmaya çalıştığımız bir grubumuz var zaten. Akustik gitar, akustik bas, çello ve davulla rock yapıyoruz. Haziranda ilk konserimizi vereceğiz.

Çocuğunuzdan öğrendiğiniz bir şey?

- Adam olmak.

Ona öğretmeyi en çok istediğiniz şey?

- Gitar çalmak.

Bu ülkenin nasıl bir ülke olduğunu düşünüyorsunuz?

- Kötü kalpliler ülkesi bence... Çocuksu bir kötülük var toplumda. O kadar çok acı çekmişiz ki sonunda kalplerimiz kararmış. Buradaki hayat, hassas ve yetenekli insanlar için gittikçe zorlaşıyor. Sonra o hassas insanlardan biri çıkıp "Ben gitmek istiyorum" dediği zaman, onu ölümle tehdit ediyoruz. Yani yaptığımız şeyin sonucunu düşünmeden, o sonuçların sorumluluğunu da almadan, özgürce kötülük yapmak istiyoruz. "Sineklerin Tanrısı" romanındaki veletler gibiyiz...

Bir kadında en seksi bulduğunuz şey?

- Önce eller. Sonra gözler, dudaklar ve bacaklar... Bu arada tabii ki boyun ve sırt... Ama son sözü her zaman kadının zekásı söyler.

Nasıl kadınlardan korkarsınız?

- Hırslı olduğunu belli etmemeye çalışarak gülümseyen kadınlardan...

Sizi bir kadında en en sıkan şey?

- Çok şükür şimdiye kadar yanında sıkılacağım bir kadın tanımadım!

Erkek geyiklerinden hoşlanır mısınız? Yoksa kadınların muhabbetini mi tercih edersiniz?

- Derin konuları kadınlarla konuşmayı seviyorum. Onlar daha önyargısız ve rekabetten uzak oluyorlar. Ama yatılı okumaktan gelen bir maçoluk kültürüm de var. En çok da maç seyrederken ortaya çıkıyor.

En son ne zaman ağladınız?

- "Bıçak Sırtı" dizisinin son sahnesinde...

En son ne zaman güldünüz?

- Dün gece. Sevgilimin anlattığı bir şeye...

Kıskanç bir adam mısınız?

- Beraber olduğum kadına bakılmasını filan kıskanmam mesela, aksine gururumu okşar. Ama iyi yazılmış romanları okurken içimin kıskançlık ateşleriyle yandığını hissediyorum.

Şöhret sadece felaket midir? Bir şeyler de öğretmez mi insana?

- Şöhret, aslında bir dizi yanlış anlaşılma... İnsanlar, siz olduğunuzu sandıkları birine hayranlık besliyor ya da onu yargılıyorlar. Bu konuda yapabileceğiniz fazla bir şey yok. Ama bazen merak ediyorum "Ben sandıkları acaba kim?" diye.

Şimdi size bir uçak bileti uzatsalar, nereye olmasını istersiniz?

- Buenos Aires.

Babanıza benzeyen biri mi oldunuz, yoksa tam zıddı mı?

- Ben sıradan bir çocuğum: Babama benzemekten kaçarken her geçen gün ona biraz daha fazla benzemeye başlıyorum.

Eski eşinizin Anneler Günü’nü kutlayacak mısınız?

- Tabii ki kutlayacağım.

Birden fazla kere seyrettiğiniz film, kitap...

- Frank Darabont’un "Esaretin Bedeli" adlı filmini seyretmekten hiç sıkılmam. Scott Fitzgerald’ın "Muhteşem Gatsby" ve Názım Hikmet’in "Memleketimden İnsan Manzaraları" kitaplarını da ne zaman okusam yeni şeyler bulurum.

Aşık olunca nasıl bir adam olursunuz?

- Çocuklaşırım... Olumlu anlamda...

Sizin aşk tarifiniz ne?

- İnsanın kendisini sersem gibi hissetmekten hoşlanabilmesi...

H İ S L E R    K U T U S U

Gözünüzü kapatın. Size annenizi kaybettiğinizi söylüyorlar. Ne hissediyorsunuz?

- Üşüme hissi...

Babanızı kaybettiğinizde hissettiğiniz şeyler farklı mıydı?

- O zaman da çocukluğun bittiğini hissetmiştim.

İnsanın genç yaşta hem annesini hem babasını kaybetmesi nasıl bir şey?

- Ben yatılı okulda büyüdüm. Annemle babamı altı ayda bir görürdüm. O yüzden bazen hálá Ankara’daki evde oturuyorlarmış gibi hissediyorum.

Çocuğunuz doğunca ne hissettiniz?

- Onu ifade edebilecek kadar iyi bir yazar değilim henüz.

İlk kitabınızı yazdınız, ortalığı kasıp kavurdu. Şöhretle tanıştınız. Ne hissettiniz?

- Roman yazarak şöhret olunabileceğini bilmiyordum. Şaşırdım.

Son kitabınız istediğiniz kadar satmadı, ne hissettiniz?

- "Demek ki eleştirmenler beğenecek!" diye espri yaptım. Sonra bir yılda, dört dile çevrildi kitap. Önümüzdeki aylarda da Almanya’nın ulusal radyosunda yayımlanacak.

Şu anda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

- Sakin ve kuvvetli...

Yazarın Tüm Yazıları