Batı basınındaki yeni Erdoğan algısı

Taksim Gezi Parkı’ndaki gösterinin polis tarafından acımasızca bastırılmasının tetiklediği tepkilerin ekonomiden siyasete, toplumsal muhalefetten medyaya kadar pek çok alanda bir dizi sonuç doğurmakta olduğuna tanıklık ediyoruz. Bu sürecin daha başındayız.

Haberin Devamı

Bu sonuçlardan söz ederken kesinlik içinde ileri sürebileceğimiz en önemli gözlemlerden biri, 31 Mayıs hadisesinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın uluslararası alandaki algısı üzerinde ciddi bir zemin kaybına yol açmakta oluşudur.

***

Türkiye, yaklaşık bir haftadır Batı dünyasının önde gelen haber kanallarında ve gazetelerinde en geniş işlenen öncelikli konulardan biridir, sıkça birinci gündem maddesidir. Sayısız haber, yorum ve başyazı yayımlanıyor. Keza akademik çevrelerde, düşünce kuruluşlarında olayların Türkiye için ne anlama geldiği konusunda neredeyse bir analiz patlaması yaşanıyor. Salt dış basındaki bu yayınları izlemek bile bir gazetecinin bir günlük mesaisini doldurabilir.
Sonuçta “Türkiye’de ne oluyor?” sorusunun Batı dünyasında herkesin yanıtını aradığı çok kritik bir soruya dönüştüğü aşikâr.

***

Bu yayınların değerlendirmesine geçmeden önce geçmişle ilgili bir saptama yapmamız gerekiyor. Erdoğan’la ilgili eleştirel bakış aslında Batı basınında ilk kez 2009 sonrasında Doğan Grubu’na dönük astronomik vergi cezalarından sonra belirmiş, pek çok prestijli gazetede Erdoğan’ı “otokrat” olarak nitelendiren başyazılar çıkmış, bu bakış daha sonra gazeteci tutuklamaları, ifade özgürlüğüne dönük baskılar nedeniyle 2010 sonrasında giderek yerleşmeye başlamıştı. Ancak son bir hafta içindeki eleştirilerin yoğunluk ve sertlik derecesi önceki dönemde Erdoğan hakkında dile getirilen eleştirel çizginin katbekat üstündedir.
The New York Times, The Washington Post, The Wall Street Journal, Financial Times gibi Batı dünyasının önde gelen yayın organlarında çıkan başyazılarda büyük ölçüde ortak bir bakışın şekillendiği gözleniyor. Bu bakışta, polisin aşırı güç kullandığı, barışçıl gösteri yapma özgürlüğünün acımasız bir şekilde bastırıldığı, muhalif seslerin susturulduğu, basında ciddi bir otosansürün işlediği, fren ve denge mekanizmalarının işlenmediği, çoğulculuğun kaybolmaya yüz tuttuğu, otoriter bir yönetim tarzının yerleştiği problemli bir demokrasi görüntüsü çıkıyor karşımıza.
Ayrıca, dün The Economist’in kapağında Erdoğan’ı Osmanlı padişahı kostümü içinde ve bir elinde tespih, bir elinde gaz maskesiyle gösteren bir fotomontajın yer alması ve çıkan yazıda kendisinden “Sultan” diye söz edilmesi de Batı basınındaki bakışın nereye gelmekte olduğunun çok çarpıcı bir göstergesidir.

***

Batı dünyasında bir ülkedeki demokrasinin kalitesi ölçülürken en önemli kanaat notu genellikle basın özgürlüğünün durumu üzerinden verilir. Türkiye’nin bu başlıktaki kanaat notu zaten zayıftı. Ancak geçen hafta olaylar patlak verdiği sırada özellikle TV kanallarının önemli bir bölümünün gösterileri haberleştirmekte çekingen davranmasının Batı medyasının Türk medyasına bakışı üzerinde göz açıcı bir etki yarattığını da vurgulamamız gerekiyor.
Dün Amerika’nın en saygın gazetelerinden New York Times’ın, ana akım medyanın, özellikle de televizyon kanallarının son olaylardaki tutumunu ve bunun perde arkasındaki nedenlerini değerlendirdiği ayrıntılı haber-analize yer vermesi bile dış dünyada Türk basınının sıkıntılarını, yaşanan baskıları anlamaya dönük ciddi bir çabanın ortaya çıktığını gösteriyor.

***

Bu arada dikkat çekici bir ironinin de altını çizmeliyiz. Bugün kendisini sert bir şekilde “otoriterleşmekle” eleştiren bu Batılı yayın organlarının, Erdoğan’ın iktidarının birinci döneminin tümünde ve ikinci döneminin önemli bir bölümünde kendisini göklere çıkardıklarını da hatırlamalıyız.
Özellikle Batı dünyasında geçmişte kendisine çok kuvvetli bir destek vermiş olan Financial Times’ın geçen salı günü Erdoğan’ı eleştirirken geçmişteki başarılarını kuvvetli bir
dille hatırlattığı “Türkiye’nin Başbakanının çoğulculukla sorunu var. Hoşgörüsüzlüğü Erdoğan’ın felaketi olabilir” başlıklı başyazısı
çok önemliydi.
Galiba şu satırlar genelde Batı’da kendisine dönük şekillenmekte olan son bakışı özetliyor:
“Erdoğan’ın Türk ekonomisini modernleştirme, orduyu hizaya getirme, Müslüman demokrasi siyasetine öncülük etme, AB ile tam üyelik müzakerelerini başlatma ve Türkiye’nin Kürtleri ile barış süreci başlatma gibi alanlardaki başarıları olağanüstüdür. Siyasi cücelerin uluslararası alanı kapladığı bir dönemde farkını ortaya koymuştur. Ancak Taksim Meydanı’nın mesajına kulak vermediği takdirde bu miras tehlikeye düşecektir. Erdoğan kendisini sanki mağdurmuş gibi göstermeyi bırakıp, artık bir devlet adamı gibi davranmalıdır.”

Yazarın Tüm Yazıları