Başkanlık sisteminden yanayım

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Ben, 1980'li yıllardan beri Türkiye'nin başkanlık sistemine geçmesini savunuyorum. Son Refahyol deneyinden sonra, bu inancım daha da pekişti.

Bu konuya geçmeden önce, Cumhurbaşkanı Demirel'e yapılan bir haksızlığı gidermek istiyorum.

Cumhurbaşkanı bu konuşmayı İskenderiye'ye giderken yaptı.

KİM AÇTI

Uçakta, benim dışımda Sabah yazarı Hasan Cemal, Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Derya Sazak, Türkiye Gazetesi Genel Yayın Müdürü İsmail Kapan ve Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay vardı.

Önce bir ayrıntı.

Konuyu Cumhurbaşkanı açmadı. Benim sorum üzerine görüşlerini açıkladı.

Ayrıca bu görüşünü ilk defa da söylemiyor.

Uzun yıllardan beri cumhurbaşkanını halkın seçmesinden yana olduğunu savunuyor.

Rahmetli Özal da 1980'lerin ortalarından itibaren bu fikri savunuyordu.

Bazı meslektaşlarımız ve siyasiler, halk tarafından seçilen cumhurbaşkanının, Türkiye'yi diktatörlüğe götüreceği görüşünde.

REFAHYOL DİKTATÖRLÜĞÜ

Bence tam aksine, parçalanmış bir parlamenter sistem Türkiye'yi diktatörlüğe götürüyor.

Alın Refahyol dönemini.

Bu hükümet, Türkiye'nin son 40 yılının en diktatörce dönemi değil midir?

Yüzde 21 oy almış bir partiyi, yüzde 80'in hayat tarzını tehdit edecek bir icraata götürmedi mi?

Denilebilir ki, bir başkan seçildiği zaman daha büyük tehlike yok mu?

Hayır yok.

Çünkü, seçilecek başkan, halkın büyük çoğunluğunun konsensusunu temsil edecektir.

İki turlu bir sistemde, seçmene ikinci bir tercih imkânı sağlayacaktır.

Ayrıca cumhurbaşkanına parlamentoyu fesih yetkisi verdiğiniz zaman, geçtiğimiz dönemdeki sıkıntı ve tartışmaları da yaşamazsınız.

Bu sistem, yüzde 21'lik partilere müthiş bir keyfi uygulama imkânı veriyor.

Daha da kötüsü, yüzde 3'lük partilere, neredeyse iktidar partisinin gücünü sağlıyor.

Bu mudur demokrasi?

OY İPOTEKİ

Başkanlık sistemi, Türk halkına vazgeçemeyeceği değer ve standartları savunacak bir başkanı seçme hakkını verecektir.

Çiller gibi halktan aldığı oyu, rejimi tehdit eden mihraklara ipotek etme imkânını elinden alacaktır.

Türkiye'yi hak ettiği istikrara kavuşturacaktır.

Ben bu yüzden başkanlık sistemini savunuyorum.

Mehmet Barlas’a kızmadım

ÊDün, bazı arkadaşlarım arayıp, ‘‘Mehmet Barlas'ı okudun mu’’ diye sordular. ‘‘Evet okudum’’ deyince, onlar da ‘‘Peki tepki göstermeyecek misin’’ dediler.

‘‘Niye tepki göstereceğim’’ diye sordum. ‘‘Sen, Hasan Cemal ve Derya Sazak için Çankaya muhabiri deyimini kullanmış’’ dediler.

Peki, ben buna niye tepki gösterecektim ki? Bir gazeteci için en şerefli statü, muhabirliktir. Yöneticilik geçicidir. Köşe yazarlığı bazen hak edilmiş, bazen hak edilmemiş bir statüdür.

Ama yöneticiliği, köşe yazarlığını altından çektiğiniz zaman, bazılarının muhabirliği kalır, bazılarının ise boş bir teneke.

Bazıları ise daha da mahirdir, tenekeleri boş bırakmaz, içini doldururlar.

Biz gazeteciyiz. Elbette bugün Çankaya'yı takip ederiz, yarın Başbakanı, öbür gün Sağlık Bakanı'nı...

Bazıları ise Çankaya yerine ihaleleri, işleri takip ederler. Bizler Çankaya muhabiriyizdir, ötekiler ihale muhabiri.

Çankaya muhabirliği şerefli bir statüdür, gazeteci kılığı altında ihale takipçiliği ise şerefsiz bir şey.

Birincisini gurur verici bir madalya olarak göğsünüzde taşırsınız, öteki ise ölünceye kadar derinize yapışmış bir kir olarak kalır.

O yüzden bize Çankaya muhabiri diyen Mehmet Barlas'a hiç kızmadım.

Tam aksine teşekkür ediyorum.

Yazarın Tüm Yazıları