- Sanki ben orayı terk edince... Herkes orada kalacak ve arkamdan konuşacakmış gibi düşündüğümden...
*
- Yeni yerlere ısınma sürecinin üzerimde yarattığı ağır tedirginlik ve yoğun stresten korkuyor olmamdan...
*
- İçinde bulunduğum grupların “Çıkalım mı, çıkmayalım mı” konusunda yaptıkları tartışmadan fena halde sıkıldığımdan...
Bir ABD yetkilisi...
“Our boys have done it” demişti.
Yani...
“Bizim çocuklar başardı.”
ABD’deki son olayların başladığı andan itibaren öylece bekledim.
Bir yetkilimiz çıksa da...
“Kongreyi basanlar bizim çocuklar değil” diye bir demeç patlatsa diye...
*
Amacından saparsa...
Tadında bırakılmazsa...
Bir büyük kargaşaya dönüşürse...
İllegal örgütlerin katılımına açık hale gelirse...
Üniversitenin dışına taşarsa...
Barışçıl yönünü kaybederse...
Polisle çatışma noktasına varırsa...
Söyledikleri, HDP açısından gerçekten yenilir yutulur cinsten şeyler değil.
*
Tam olarak söylediği şu Ağıralioğlu’nun:
- 15 Temmuz badiresinden sonra Türk Silahlı Kuvvetleri’nin durumu nedir? Toparlanma oldu mu?
*
- HULUSİ AKAR: 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra ordudan uzaklaştırılanlar oldu. Generallerin yüzde 50’si, kurmay subayların yüzde 73’ü görevden uzaklaştırıldı. Bunun ardından bir ay sonra Fırat Kalkanı Harekâtı gerçekleşti. Sonra da 4 büyük başarılı operasyon. Dünyada başka hiçbir ordu bunun altından kalkamazdı.
*
SÖZDE DEVLET TEHDİDİNİ PARÇALAYIP ATTIK
- Harekâtların amacı, sizin “terör koridoru” diye nitelediğiniz yapıyı bozmaktı. Bunda başarılı olundu mu?
*
Adı: Sevgi Kılıç.
*
Sevgi Kılıç’ın CHP’nin Parti Meclisi’ne seçilmesini başından beri hep şöyle karşıladım:
“Ne güzel! Ne şahane! Ne hoş!”
1. STRESE UYUM SAĞLA
Uyum sağla demek kolay... Nasıl yapacağız bu işi Osman Hocam? Huyunu suyunu bilmiyoruz ki bu meretin.
*
2. AZ KONUŞ ÇOK DİNLE
Maskelerin fora olduğu...
Mesafelerin aradan kalktığı...
Hepimizin aşılandığı...
“Ben de korona oldum” cümlesinin hiç işitilmediği...
Vaka sayısı, ölüm sayısı tartışmalarının yerle yeksan olduğu...
Kucaklaşma döneminin başladığı...
“Entübe” kelimesinin unutulduğu...
65 yaş üstünün rahat bırakıldığı...
Bunun iki türlüsü var:
*
BİRİNCİ TÜR
Postanede, emniyette, devlet dairesinde görevli olanlar, toplumsal statüsünün yüksek olduğunu düşündükleri tiplere...
“Siz” diye hitap ediyorlar.
Toplumsal statüsünü düşük gördüklerine ise kolaylıkla “sen” diyorlar.
Her önüne gelene “sen” dense...
Genel bir kabalık deyip geçeceğim.
Polis, “Kalacak yerim yok” diyen bir vatandaşımıza...
Sokağa çıkma kısıtlamasına uymadığı gerekçesiyle...
3 bin 150 lira ceza kesmişti.
*
Bu olay nedeniyle Türk Polis Teşkilatı’ndan bir özür açıklaması geldi.
Hem Çin aşısı geliyor Türkiye’ye... Hem de bizim Uğur-Özlem hocaların Alman aşısı...
*
Bu aşılar, belli bir planlama dahilinde yapılacak vatandaşa...
Yani artık hangisi denk gelirse.
*
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’yı aradım.
Deizm çığ gibi artıyor!
Hiçbir ölçülmüş veriye dayanmayan bu türden cümlelerle sürekli ortalığın telaşa verilmesi...
Deizm propagandası yapmaktan başka bir şey değildir.
*
Nihat Hatipoğlu’nu seversiniz, sevmezsiniz.
Müslümanlar, Kuran’ın “Allah kelamı” olduğuna inanıyorlar. Bu inanış nedeniyle de orijinale sadakat gösteriyorlar. Arapçaya yönelik bir saygı duruşu değildir bu! “Allah kelamı” kabul edilen metne yönelik saygı duruşudur. İbadetlerde, törenlerde Kuran’ın orijinal halinin okunması konusundaki duyarlılığın temel nedeni budur.
*
TÜRKÇE OLMAZ MI?
Türkçe Kuran olmaz mı? Tabii ki olur. Nitekim çok miktarda Kuran meali var. Sadece Türkçe değil. Çince Kuran da olur, İngilizce Kuran da olur, Almanca Kuran da olur, Japonca Kuran da olur. Fakat bütün bunlar, orijinalin yerini tutmaz. Çünkü orijinalin Allah kelamı olduğuna inanılır.
NASIL ANLAYACAĞIZ?
Ritüellerde, dualarda, ibadetlerde, törenlerde Kuran’ın orijinali okunur. Ama bilmek için, öğrenmek için, anlamak için... Tabii ki orijinal metnin çevirisi okunur. Türkçe meal işte bunun için vardır. Kuran’ın daha ayrıntılı yorumu olan Türkçe tefsirler bunun için vardır.
*
Dünyaca ünlü neyzenimiz Kudsi Erguner, bu ayinle ilgili şu hükmü veriyor:
*
“Türkçe Kuran, naat ve ayinin okunduğu bu gösteri, dini, tasavvufi ve Mevlevi geleneklere tamamen aykırıdır.”
*
Peki kimdir İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin himayesinde düzenlenen ayinin arkasındaki isim?
*
“EMAV–Evrensel Mevlânâ Âşıkları Vakfı” adlı bir vakıf.
Vakfın kurucusu ve onursal başkanı, kendisini
- FETÖ’cülük, bir aldatma ve kandırma hareketidir.
- Başı, ortası ve sonu sinsilik üzerine bina edilmiştir.
- Gerçek amacı gizlemek, adamların milli sporudur.
- Örgütün en temel şiarı şudur: Olduğun gibi görünme!
- Dava adına gözlerini kırpmadan yalanları patlatırlar.
- Solcu olurlar, liberal olurlar, Atatürkçü olurlar.
-
Bunu “yasak” kapsamına almış durumdalar.
*
- Yaptırımı nedir? Pek belli değil.
- Yasağın delindiği nasıl belirlenecek? Sanırım komşunun komşuyu ihbarıyla...
Neresinden bakarsan bak tatsız bir uygulama...
*
Ama halkın sağlığını göz önünde bulundurduğumda...
Ebubekir Sifil isimli bir ilahiyatçı, kızdığı gazeteciler için “Bunların cesetleri camiye sokulmasın” falan diye bir açıklama yapmış. Lüzumsuz, gereksiz bir yaklaşım. Ali Ekber Çiçek, bir türküsünde “Kılma cenazemi / Lazım değilsen” der... Sen de en fazla “Kılmam cenazeni / Lazım değilsen” der geçersin. Nedir bu cesetli mesetli camiye sokmama çağrısı...
- İZMİR VE DİYARBAKIR: Coşkun Sabah’a da bir haller oldu. Gün aşırı dikkat çekmek için lüzumsuz açıklamalar yapıyor. En son söyledikleri, tam densizlik... Kızının bikinili fotoğraflarının herkes tarafından görülmesini istemezmiş, çünkü İzmirli değilmiş Diyarbakırlıymış falan... Bize ne kardeşim senin kızından, bikiniden? Ne diye şehirlere yönelik bu tür ayrımcılıklar yapıyorsun. Nedir derdin senin?
Başbakan Erdoğan’a tane tane anlatıyorum
SAYIN Başbakan...<br><br>Partinizin dünkü grup toplantısında “medya patronu” ile “köşe yazarı” ilişkisi konusunda daha önce söylediğiniz vahim sözleri düzeltmeye çalıştınız.
Ama yine olmadı.
Yine “gazetecilik standardı” ve “demokrasi ölçüsü” açısından kabul edilemez şeyler söylediniz.
* * *
Sayın Başbakan...
Gazeteci, medya patronunun bürokratı, bakanı, valisi, milletvekili, il başkanı, ilçe başkanı, delegesi, genel başkan yardımcısı falan değildir.
Bazı alanlarda “tak” diye emredilir, “şak” diye yapılır ya...
Gazetecilik denilen meslekte ilke tam tersi işler:
“Tak” diye emredilir, “şak” diye emre itaat edilmez. Daha doğrusu edilmemesi gerekir. Edilirse yapılan işe “gazetecilik” denmez.
Bu nedenle...
“En iyi medya patronu”, yazarına hâkim olan değil, olamayan medya patronudur.
Biraz düşünün lütfen:
Bütün medya patronları, yazarlarına hâkim olsa “bin çiçek” nasıl açacak?
* * *
Sayın Başbakan...
Bir başbakan, bir medya patronuna “Bak ülke güllük gülistanlık... Ama senin bazı yazarların ortalığı bulandırıyor...” derse...
Medya patronu da “Ben bazı yazarlarıma hâkim olamıyorum...” der...
Bunda şaşılacak bir şey yoktur.
Asıl şaşılacak şey, o medya patronunun, “Ülkeyi güllük gülistanlık göstermeyen o yazarlara derhal hâkim olacağım” demesidir.
Hadi bir adım daha gideyim:
Bir demokraside bir başbakan, bir medya patronuna “Bak ülke güllük gülistanlık... Ama senin bazı yazarların suyu bulandırıyor” diyemez.
İki nedenden dolayı diyemez:
- BİR: Demokrasilerde suyu bulandıran yazarlara karşı hükümetlerin tahammüllü olması esastır.
- İKİ: Başbakan’ın medya patronuna yazar şikâyeti yapması, “Bunları atmazsan külahları değişiriz” iması taşır.
Bilmem anlatabildim mi?
Ben de ‘çocuklar’ dedim
GEÇEN akşam “Fişmekan” adlı balıkçıda tiyatro sanatçısı dostum Nilgün Belgün’le bir yemek yedik.
Dedikodu da yaptık, siyaset de konuştuk.
Ben ona “türban”ı anlattım, o da bana eski İstanbul’u ve eski Büyükada’yı...
Sonra dışarı çıktık.
Bir de baktık ki karşımızda kameralar ve fotoğraf makineleri...
Kendimi birdenbire havaya girmiş bir şekilde “İyi akşamlar çocuklar” derken yakalamayayım mı?
Bir zamanlar magazin emekçilerine, hafiften çapkınca ve havalı bir şekilde, “İyi akşamlar çocuklar, bu akşam demeç yok...” diyen Reha Muhtar’la kafa bulmuş
bir adam olarak itiraf edeyim ki utandım.
Bir muhtıra nasıl kesekâğıdı haline gelir
PRENSİBİ AK Parti Milletvekili Ömer Çelik, müthiş bir berraklık ve çarpıcılıkla açıkladı.
Bayıldım vallaha...
Buna göre “prensip” şudur:
Asker muhtırayı verir... Ama bunun gerçekten “muhtıra” olması, muhatabının davranışına bağlıdır.
Eğer sivil iktidar, şapkayı alıp kaçarsa muhtıra, gerçekten muhtıra olur.
Eğer sivil iktidar, dik durursa muhtıra kesekâğıdı haline gelir.
Ömer Çelik’in bu saptamasını bir “siyaset kuralı” gibi görüp, “Siyasette muhtıraların kesekâğıdına dönüşme prensibi” olarak kayıtlara geçiriyorum.
Oktay Ekşi’nin tarifesi
HÜRRİYET Başyazarı Oktay Ekşi, “Basın Konseyi Başkanı” sıfatıyla Basın Konseyi’ne üye olmayan televizyon kanallarına bir mektup göndermiş.
Oktay Ekşi mektubunda, kendisini programlarına çıkarmak isteyen televizyon kanallarından ödeme talep etmiş.
Gelecek paralar için adresi de belirlemiş: Basın Konseyi Vakfı.
* * *
“Şehir eşkıya”lığına soyunan Vakit adlı gazete, istenen paranın “Basın Konseyi Vakfı”na yatırılacağını falan hafiften gizleyerek...
“Oktay Ekşi tarifesini yayınladı” ya da “Assolist misin sen?” türünden kalleşçe yayınlar yapmış.
Birazcık utanmaları olsa...
Türkiye’de “Çıktığı televizyon kanalından para talep etme” işini Vakit’in Başyazarı Abdurrahman Dilipak’ın başlattığını anımsatacağım ama utanmaları yok ki...
İsimli aforizmalar
- 38 yaşındaki Meltem Cumbul’un, “Meltem 40 yaşında” cümlesine şiddetle itiraz etmesi, özgüven kaybının başlamasına delalet eder.
- “Uyuşturucudan gözaltına alınmış Tarkan” ile “uyuşturucudan gözaltına alınmamış Tarkan” arasında bu denli popülarite farkı oluşması tehlikeli sonuçlara yol açabilir.
- Magazin dünyasının dinsel tutum eğrisi: Cezaevinden çıkınca Eyüpsultan, boşanınca umre, aşksız kalınca Yahya Efendi Dergâhı, işler bozulunca Yuşa Tepesi...