Ayşe'nin Gözlüğü

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Delileri Yaşatma Derneği

Size bir masal anlatayım mı?

Çok güçlü bir büyücü, bütün bir ülkeyi yok etmek ister.

O ülkede halkının su çektiği bir kuyuya sihirli bir madde atar.

Kuyunun suyunu kim içerse delirecektir.

Ertesi gün, herkes kuyudan su çekip, içer.

Haliyle bütün halk delirir!

* * *

Yalnızca kraliyet ailesi delirmez.

Kendilerine ait özel bir kuyudan su çektiklerinden...

Sihirbaz da o kuyuyu zehirlemeyi beceremediğinden...

Tabii kral, çok kaygılanır.

Halkının sağlığını ve güvenliğini sağlamak için bir dizi emir verir.

Ancak polisler ve müfettişler de halkın içtiği sudan içmiş olduklarından, kralın emirlerini saçma bulur...

Uygulamazlar.

* * *

Ülkede yaşayanlar kralın emirlerini duyduklarında onun çıldırdığına inanırlar; hep birlikte şatosunun önünde toplanıp tacını ve tahtını bırakması için gösteriler yaparlar. Umutsuzluk içindeki kral, tahtından inmeye hazırlanırken; kraliçe, ona engel olmak için der ki:

- Gel biz de o kuyunun suyudan içelim, o zaman biz de onlar gibi oluruz!

Ve öyle yaparlar. Kral ile kraliçe de cinnet suyunu içip, anında saçma sapan konuşmaya başlarlar. Bu durumda halk taşkınlığından dolayı pişman olur; madem ki, kral bu kadar bilgece konuşuyor, onun alaşağı etmenin bir anlamı yoktur!

* * *

Ülkede barış ve huzur yeniden hüküm sürer.

Bu halk, komşularından epeyce farklı bir hayat tarzı benimsemiştir.

Ama kral, ölümüne dek ülkesini yönetebilmiştir.

* * *

Bu masalı, ‘‘Simyacı’’nın yazarı Paulo Coelho'nun Can Yayınları'ndan çıkan ‘‘Veronika Ölmek İstiyor’’ adlı kitabında okudum. Ve, bu gazetenin içinde bir yerlerde yer alan Aysel Gürel röportajı tamamen bu kitaptaki konseptten, hatta bu masalda anlatılmak istenenlerden apartmadır! Yani? Adamın, anlattıklarına önce bayıldım. Sonra çaldım! Ve gittim, kötü emellerimi, o fikirlerin bu ülkedeki en uygun örneği üzerinde gerçekleştirdim. Ben kötüyüm yani. O röportajı okuyup, hala Aysel Gürel'in, (bizlere hep anlatıldığı gibi) deli olduğuna inanıyorsanız, ‘‘Veronika Ölmek İstiyor’’u hiç okumayın.

Anlaştık mı?

Çünkü bu sizin fena halde ‘‘normal’’ olduğunuz anlamına geliyor, benim sizin için yapabileciğim bir şey yok. Demek istiyorum ki, Kral ve Kraliçe'nin cinnet suyunu içtikten sonraki halleri gibi. Tabii bilmiyorum belki de, o cinnet suyunu hep içiyor olmak gerekiyor. Çünkü çoğunluğa, yani ‘‘normal insanlar’’a uyum sağlamak çok daha kolay, çok daha emniyetli.

Ama işte Aysel Gürel gibi farklı bir şekilde var olmayı becerenler de var hayatta.

Saygıyla eğiliyorum.

Hatırlayalım ne diyor Aysel Gürel:

- Onların bana deli demelerine müsaade ediyorum, karşılığında da her istediğimi hiçbir engelle karşılaşmadan yapabiliyorum!

Bedel bu yani.

Ama püfür püfür esen bir özgürlükle mükafatlandırılıyor!

* * *

Konumuzla alakası yok ama:

1) Coelho, Brezilyalı. Siz bu satırları okurken, ben Brezilya'ya uçuyor olacağım. Fırsat bu fırsat, bir süre ayrı kalacağımızı bilin istedim.

2) Veronika, annemin adı. Kitabın son derece zekice ve hoş bir ironiyle anlattığı ‘‘normal insanlar’’ ve ‘‘deliler’’ ayrımında, dokuz ay içinde oturduğum annemin, ailemizdeki asıl ‘‘deli’’ olduğunu da bilmenizi istedim.

Brezilya'ya birlikte gideceğim sevgilimin önünde (bazı özel anlar dışında) eğilmem ama...

Mami'nin önünde hep eğilirim!

İşte, cinselliği hatırlatan şeyler yazmamdan hoşlanmayanları, bir kez daha sinir ettim!

* * *

Ben de bazı şeylere sinir oluyorum tabii.

1) Aysel Gürel gibi bir kadınla söyleşi yapıp, kafalarına abuk sabuk şapka takanlara, deliliğinin kendilerine bulaştığını iddia edenlere, Gürel'in fotoğraflarını kafasında huniyle çekenlere ya da ‘‘Hayır’’ demeyeceğini bildikleri için ‘‘N'olursunuz bir nanik yapar mısınız?’’ diyenlere. Onlara sinir olmamın sebebi, Aysel Gürel'i farklı göstermeleri değil, ne alakası var, kadının umrumda sanki, kendilerine sunulanın üzerine küt diye yatmaları! Kısacası beni bile üzecek kadar ‘‘normal’’ olmaları. Neden hep görünene inanıyoruz? Neden her şeyi, hep çoğunluk gibi algılamanın kolaylığına kaçıyoruz?

2) Onun yaşadığı evin nasıl özel bir yer olduğunu anlamayanlara da sinir oluyorum tabii.

İzninizle, bu mühim konuya bir sonraki bölümde devam edeceğim.

* * *

Onun evi ne pis, ne dağınık...

Kişiliğinin, zekasının, yaratıcılığını sergilendiği bir alan.

Sayın ki, Andy Warhol gibi bir sanatçıya, ‘‘Git şu hangarda, ev konseptli bir performans yarat’’ demişsiniz. Öyle bir yer işte. Ama bize nasıl yansıyor: Korkunç! Giysiler yerlere atılmış, bir odada ayakkabılar, çöpten bulunmuş eşyalar, koltuklar, büfeler, salonun bir kenarında atılı duran renk renk naylon torbalar, porselenler, yelpazeler, kuşlar, kazaklar, elbiseler, resimler... Duvarlar birbirinden farklı renkte, beynin döner oraya girince!

Giderken tereddütlüydüm.

Ya çay içmek zorunda kalırsam...

Ya o mekan bana basarsa...

Hani diyorlar ya, ‘‘Üç kadın girse temizleyemez o evi!’’.

* * *

Biz acayip ışık alan bir mutfakta çay içtik. 240 metre karelik yüksek tavanlı evin, oturma odasıydı, o mutfak. Çünkü Aysel Gürel, yaşıyor. Sarı duvarlı mutfağı için, ‘‘Aynı anda, yiyor, yazıyor ve düşünüyorum’’ diyor. Mutfağın pencerelerinden sızan ışık, kırmızı, yeşil, turuncu, mavi, sarı renkteki cam şişelerin üzerinde oyunlar yapıyor. Aynı renklerde havlular asılı duvarda. Portakal ve franbuaz özlü, turuncu ve kırmızı renkli bulaşık detarjanları pencerenin pervazında tesadüfen durmuyor! Sonradan fark ediyorsunuz ki, o mekandaki herşey birbiriyle uyumlu. En önemlisi onun ruhuyla, hissettikleriyle, hatta şarkı sözleriyle uyumlu.

Kimin aklına gelir, altın ve gümüş yaldızlı bitmiş çikolata kutularının yuvalarını duvara asmak... Güneşin onlara çarpmasını sağlamak... Duvarlarda ışık oyunları yapmak...

O, hiçbir şeyini atmayan lodos çöpçüsü değil.

Sizce de Aysel Gürel'e o muameleyi yapmak haksızlık değil mi?

O takmasa bile...

* * *

Banyoya ne demeli?

Bir plastik cenneti.

İnsanı rahatsız eden bir malzemeyi, bu kadar ustalıkla kullanmak marifet ister. Renk renk leğenler, kovalar, huniler, plastik çiçekler.

Yatak odasındaki pirinç karyolanın yanına atılıvermiş gibi duran kazakların bile, bir estetik kaygı güdülerek oraya serpiştirildiğine inanıyorum.

O evdeki dağınıklık, karışıklık taammüden!

O ev, bir ‘‘happening’’, bir ‘‘performans’’.

* * *

Tabii ki ‘‘normal’’den farklı.

Tabii ki normaller için pasaklı...

Ama bazılarının da onun gibi olmasında, sizin için mahzur var mı?

Yazarın Tüm Yazıları