Ayşe'nin Gözlüğü

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Medya şehre inmeli

HAYIR, burası Hindistan'da, Pakistan'da bir yer değil...

İstanbul'un göbeği Karaköy.

İyi güzel de, bana niye bu kadar yabancı geliyor?

Kaç yıldır Karaköy'e gelmemişim...

Bu kalabalığa karışmamışım...

Alt geçit, üst geçit habersiz kalmışım...

Vapur neydi, ne işe yarardı unutmuşum!

* * *

Kuşa dönmüşüm kuşa.

Fehmi Koru'yla röportaj için Bebek'ten Eminönü'ne taksiye biniyorum. Her zamanki gibi. Steril bir hayat sürüyoruz ya. Arabana bin, röportaja git. Karşılaşabileceğin en büyük sorun park yeri. Hadi işi biraz daha büyütelim, otopark mafyası. Bir de trafik tabii...

Şansın varsa, başına bela olarak belki çekici meselesi çıkabilir.

Ve o akşam sen evde bağırmaya başlarsın:

- Bu şehirde yaşanmaz!

Ah canım!

* * *

Ya bir de Galata Köprüsü tamir yüzünden trafiğe kapalıysa, Karaköy'de genelevlerin orada bir yerlerde kalakalırsan, röportaj yapacağım kişi de tanıdığım biri değil, tedirginim, korkuyorum açıkçası...

O nereden bilsin benim zaten normal şartlarda her yere 45 dakika geç geldiğimi... Hayatımdaki en büyük azarları hep bu yüzden işittiğimi... Bir de Ankaralı, anlamaz ki İstanbullu'nun halini...

Ben anlıyorum sanki benim halimi!

* * *

Saat olmuş iki, Fehmi Koru bekler beni...

Sepetçiler Kasrı suyun öteki tarafında...

Ama ben oraya nasıl gideceğim ki...

Anladım ki, medya şehre inmeli...

Bizim bu şehirle alakamız kalmamış. Gerçekten. Karaköy'den Eminönü'ne, Galata Köprüsü yayalara kapalıyken, nasıl geçeceğimi bilmiyorum alenen. Unutmuşum. Kaç yıldır buralara inmemişim. Bu şehrin belirli merkezleri dışında İstanbul hafızamdan silinmiş. O insanlar kimlerdir? Oralarda ne yaparlar? Sorunlarını nasıl hallederler? Kaymış gitmiş.

* * *

Bir alt geçit görüyorum...

Her yer bir yere çıkar diye dalıyorum.

O ne?

Çok uzun zamandır bu kadar insanı toplu halde görmemişim, yürüyüş mü yapıyorlar bunlar; işportacılar, kalabalık, ne sattığını görme imkanın bile olmayan dükkanlar, dükkanlar, dükkanlar. Yön duygumu kaybediyorum, nereye nasıl çıkacağımı şaşırıyorum.

Moral sıfır.

Allah'tan birine sormayı akıl ediyorum.

- Eminönü'ne nasıl giderim?

Bana Fransız gibi bakıyor.

Oysa ben Alman'ım.

Hayatı İkitelli'de geçen bir kadınım.

- Köprünün sağ ayağından vapur kalkıyor.

- Sağ ayağa nasıl giderim kardeş.

Tuhaf tuhaf suratıma bakıyor.

- İleriden sağa dönün diyor.

* * *

Aaa doğruymuş!

Vapurlar orada...

Ben jeton almaya çalışıyorum, ‘‘Jetona gerek yok, 250 bin lira verin’’ diyorlar. O kalabalığın içinde ürkmüş, korkmuş, ceketime sarılmış vaziyette vapura biniyorum. Kimbilir kaç yıldır ilk defa vapura biniyorum.

Burada başka bir hayat var.

Bizim çalıştığımız yerlerdeki masalardan uzakta, farklı bir hayat...

Kalabalık bir vapurun içinde bunu gözlemek kolay oluyor; ama arabamın içinde müzik dinleyip, 25 dakikalık otobanda giderken insan hiçbir şeyin farkına varamıyor, sadece kendi dünyasında yaşıyor.

Anladım ki...

Ki ben geç anlarım.

Bu durum, bu mesleğe aykırı!

* * *

Karşıya geçtim Eminönü'ne...

Bu defa karşıdan karşıya geçemiyorum.

Evet arada demirler var, onları aşmamam gerektiğini biliyorum...

Ama nasıl geçeceğimi bilmiyorum.

Meğer bu defa oradaki bir alt geçidi kullanıp, karşıya geçmem gerekiyormuş. ‘‘Buralı değilsiniz galiba’’ diye soran taksi şöförüne, ‘‘Evet yabancıyım’’ diyorum.

Yalan da sayılmaz!

* * *

Hatırı sayılır bir gecikmeyle Fehmi Koru'ya, Sepetçiler Kasrı'na, nam-ı diğer Hammam'a ulaşıyorum.

Kendimi acaba neden Kristof Kolomb gibi hissediyorum? Yeni bir kıta keşfetmiş gibi.

Allah'tan çok kibar, anlayışla karşılıyor.

Biraz sohbet edip, 55 soruluk röportaja başlıyoruz. Çocuk gibi, 30. sorudan sonra konsantrasyonu bozuluyor. Yine de kırmamak için sorduğum her soruya cevap veriyor.

* * *

Tekrar İkitelli'deyim.

Fehmi Koru kasetleri önümde duruyor.

Çözülmeyi bekliyor.

Ama bence daha önce çözülmesi gereken bir sorun var:

Bu medya şehre inmeli!

Yazarın Tüm Yazıları