Ayşe'nin Gözlüğü

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Psiko-terapistim bana dedi ki

Artık kendimi demode bulmaya başlamıştım.

Hayat hızla ilerliyordu.

Herkes kendine yeni imajlar, karizmalar buluyor ya da ilave ediyordu. Bense, öyle kenarda, mağdur çocuklar gibi elimdeki kuru ekmeği kemirip duruyordum. Kimseye satacak yeni bir numaram yoktu.

Çok fena, çok fena!

Eskimeye başladığımı hissediyordum.

Ki...

Parlak bir fikir geldi aklıma.

Son zamanlarda okuduğum romanları, filmleri şöyle bir gözden geçirdim.

Eureka!

Bulmuştum:

Psiko-terapist.

*

Artık benim de bir psiko-terapistim olacaktı.

Daha da önemlisi çeşitli cemaat toplantılarında, ‘‘Psiko-terapistim diyor ki...’’ ya da ‘‘Psiko-terapistim geçen gün görüştüğümüzde bana bir fikir verdi...’’ diyebilecektim.

Birden çok havalı geldi.

Nasıl olsa itiraf etmek en sevdiğim şeydi.

Üstelik kendini anlatma konusunda benim sorun yaşamam mümkün değildi.

Hem demiyorlar mıydı yakınlarım ‘‘Senin yaşlılığın hiç çekilmeyecek, hiç susmayacaksın o zaman!’’?

Diyorlardı.

Demek ki, car car konuşurdum.

Susturabilene aşkolsun...

*

İyi de ne anlatacaktım?

Öncelikle ele avuca gelir bir sorun bulmak lazımdı...

Çünkü psiko-terapist dediğin de sadece bir tabela değildi, olamazdı.

Mutlaka uğraşacak bin bir türlü ciddi meselesi vardı.

Demek ki, benim de mühim bir mesele icat etmem şarttı.

Patlamış mısırları hazırladım, bol tuz attım, yanına bir de şeftalili İce Tea aldım, beynimdeki sinema salonunun kapısını araladım, önden 7 sırayı boş bırakarak, ortalarda bir yere kuruldum, kısa bir film haline dönüştürdüğüm hayatımı dışarıdan izlemeye koyuldum.

Ama...

Beynimdeki sinema salonunun ışıkları yandığında...

İçimdeki uykulu ses şöyle dedi, esneyerek:

- Bunların hiçbiri sorun değil. Senin sadece canım sıkılıyor. Üstelik bu film iyi olmamış, malzeme yeterli değil. Nasıl söylesem: Yavan! Adamcağız anlatacağın hiçbir şeyden etkilenmez.

*

Bir moralim bozuldu o sese.

Yeterince ilgi çekici bir hayat yaşayamaması...

Tövbe, tövbe başına hiç bir felaket gelmemiş olması...

Çok büyük acılar çekmemiş bulunması...

Biliyor musunuz...

Bazen koyuyor insana!

Ama Allah'tan hemen atağa geçti o diğer ses:

- Hadi ordan! Herşey nasıl gördüğüne bağlı. Canın istiyorsa, herşeyi sorun olarak görebilirsin. ‘‘Hiçbir sorun yok ortada!’’, bir anda ‘‘Herşey sorun aslında’’ya dönüştürülebilir. Çok da maharet gerekmeyebilir. Can sıkıntına iyi gelecekse yap! Canının sıkılmasını bile sorun olarak değerlendirebilirsin. Niye başkalarının canı değil de senin canın sıkılıyor? Bunu sorun yap mesela. Yine de psiko-terapiste canım sıkıldığı için size geldim deme. Adama saygısızlık olur.

*

Kararımı vermiştim.

Randevumu aldım.

Hem bir hafta zamanım vardı. Hazırlık yapmak için bol bol vaktim olacaktı. Yaptım. Bir kağıda psikolojik background'umu çıkardım. Ve psiko-terapistimle konuşacağım konuları şöyle saptadım.

1) aile

2)

3) erkekler

4) gelecek

İşte, senaryonun sinopsisini çıkarmıştım.

Şimdi sıra çekimin ayrıntılarına gelmişti.

Ben hazırlıklı gidecektim, o bir saati iyi değerlendirecektim. Bu yüzden kağıdın üzerine çöp adamlar olarak annemin babamın resimlerini bile çizdim. Fotoğraflarını da yanıma alayım dedim ama görgüsüzlük olur diye vazgeçtim. Sonra o çöp adamlara konuşma balonları yazdım. Kardeşimi ve ablamı da ekledim. Aile ve ilişkileri bir araya gelince ortaya bir çizgi roman çıktı.

Psiko-terapiste götürmek yerine yayıncılara satmaya karar verdim!

*

Senaryonun iş hayatı bölümüne gelince...

Bu konuda nerede, nasıl çuvalladığımı, yani psikolojik sıkıntımın nereden olduğu araştırmaya başladım.

Fakat hiçbir şey bulamadım.

Yokmuş.

Acaba işimin benim için çok önemli olduğunu, zaman zaman hayattan yorulduğumda ve hayatla sorunlarım ortaya çıktığında yıllık iznimin bir bölümünü iş yerinde çalışarak geçirdiğimi ya da Pazar günleri yapacak daha iyi bir şey bulamadığımda gazeteye geldiğimi söylemek işe yarar mıydı acaba? Ya da yaptığım işi, iş gibi değil de, özel hayatım gibi görmek bir sorun olabilir miydi? Buradan bir hastalık çıkabilir miydi?

Bilemedim.

Ama ya çıkarsa ya da doktor bu noktadan üzerime gelirse diye korktum.

Bunu da anlatmaktan vazgeçtim.

*

Geldik erkeklere.

Aslında hiç gittiğimiz yok ya...

Ruh sağlımız tamamen onlara bağlı.

Onlar bizi tatlı ve sevimli de yapabilirler.

Delirtebilirler de...

Çöp adam çizeyim dedim, aaa baktım sayfa boş kaldı, buradan şu sonuç çıkıyor: Benim ilişkilerim epey uzun sürüyor. Bakın mesela, bu bir sorun olabilir. Yani mi? Anlatılabilir. Yani mi? Neden hayatıma biri girince bir türlü çıkamıyor? Bunlar anlatılırsa karşıdan nasıl bir cevap gelir? Bu gelecek cevap, ruh sağlımı bozabilir mi? Reçeteye erkeklerden uzak durun yazılabilir mi?

Kağıda yazdığım bu son cümle paniklememe yetti!

Psiko-terapistimle konuşurum diye saptadığım üçüncü konununun da üzerini çizdim.

*

Geriye kaldı tek ihtimal.

Gelecek.

Yanına kocaman bir soru işareti koydum.

Ben geleceğimi nereden bileyim?

Bu, benim hayatta ne istediğimi bilmemem anlamına mı geliyor?

Sanki o doktor biliyor!

Yoksa insanın böyle soruları da mı sormaması gerekiyor?

Ben gelecekten korkuyor muyum?

İşte can alıcı soru.

Evet.

Ben korkuyorum.

Ama gelecekten- melecekten değil.

Psiko-terapiste gitmekten!

Kendimi kendimi deşmekten, beynimi didik dikik etmekten, ruhumu lime lime kesmekten, limonlu suya batırılmış havuca çevirmekten! Karizmamı yüceltmek uğruna gitmeye karar verdiğim psiko-terapist fikrinden vazgeçtim anlayacağınız. Onun yerine Bodrum'a gidiyorum. Başka bir sefere inşallah...

Yazarın Tüm Yazıları