Ayşe'nin gözlüğü

O'nun karısıBir saç yaptırmak kaç saat sürer?‘‘Yaptırmakla’’ ne kastediğinize bağlıdır.Söz konusu boya, röfle, kesme gibi ince faaliyetlerse ve gittiğiniz yerdeki müşteriler bitmez tükenmezse, sular seller gibi yenileri gelmeye devam ederse...Rahat, dört saat sürer!O dört saatte ne yapılır?Bir kaç alternatif vardır:1) Oturup ağlarsınız...2) Her şeyi bırakıp kaçarsınız!3) Ya da zaman geçirmek için gazete, dergi ya da elinize geçirdiğiniz, gözünüze kestirdiğiniz her şeyi okumaya başlarsınız.O ‘‘her şey’’ nedir?Mesela, bütün dedikodu dergileridir.Mesela, şampuan ve boyaların arkasında yazılı bulunan kullanım şekilleridir.Ücret tarifeleridir.Onlar bitince ne olur? Boşlukta kalırsınız!Şanslıysanız, yandaki kitapçıya girip, raftan, bir kitap seçer, sıranızı kaybetmemek için gerisin geriye kuaföre döner, elinizdekini okumaya başlarsınız.Ben öyle yaptım.Okuduğum, Can Yayınları'ndan çıkmış, Emmanuele Bernheim'in bir kitabıydı, adı da ‘‘O'nun karısı’’ydı...***Claire bir doktor. Sabahları, reçelli ekmek dilimleri yiyor. Yalnız yaşıyor. En çok da sonbahar ve kış aylarını seviyor. İşini de seviyor, kendisine yetecek kadar hastası ve parası var, mutlu mu mutsuz mu o belli değil işte, yaşayıp gidiyor...Bir sabah, yatağından sıçrayarak uyanıyor, çünkü camları, döşemeleri sarsılıyor. Ve o birden artık çalar saat kullanmasına gerek kalmadığını anlıyor; çünkü evinin yakınında bir bina inşaatı başlamış bulunuyor.Bu inşaatla birlikte hayatına yeni bir adam giriyor: Thomas Kovacs.Thomas bir müteahhit.Belirgin özelliğini sonradan öğreneceğiz, küçük ayak parmağının mandalina dilimi şeklinde olması. İri bir adam. Gözlerinin akı bembeyaz. Dişleri de. Kahvesine üç şeker atıyor. 42, 43 yaşlarında. Paris'in dışındaki banliyölerin birinde yaşıyor...Bir gün ikisi birlikte, öğle tatilinde kahve içiyorlar. Claire eve döndüğünde, bir şey farkediyor: Sağ avucunda bir şeker tutuyor. Onu atmıyor. O günden sonra da ne zaman birlikte kahve içseler, hep bir şekerle ayrılıyor, o cafe'den. Ve onları muayenehanesindeki masasının çekmecesinde sarı kağıtlar içinde saklıyor.Bir gün, Thomas, Claire'e, artık o cafe'ye buluşmaya gelemeyeceğini söylüyor, istemediğinden değil, tam tersine kadına çok istediği için bunu yapamayacağını anlatıyor. ‘‘Çünkü evliyim ve iki çocuğum var. Onları asla bırakmayacağım ve sana acı çektirmek istemiyorum’’ diyor.Şimdi siz zannediyorsunuz ki, Claire, ‘‘Peki öyle olsun, mutlu ol, ama bensiz ol’’ diyecek... Yanılıyorsunuz!Onlar, artık o cafe'de değil, Claire'in evinde buluşmaya karar veriyorlar. Kadının, erkeğin mandalina şeklindeki küçük ayak parmağını tanıma dönemleri işte bu zamanlara denk geliyor. Thomas, neredeyse her gün Claire'e gidiyor. Ama kaldığı süre hep belli. Evli ya. Tam bir saat 45 dakika. Ne daha az, ne daha fazla...Bu arada Claire'nin çekmecesinde ilişkilerinin anısına biriktirdiği şeylerin sayısı günden güne artıyor: Üç adet küp şekere ek olarak, bir adet kullanılmış prezervatif, telesekreter mesajının kaydedildiği bir kaset, ona getirdiği güllerin (saplarını kesip çekmeceye koymayı anlamsız bulduğu için fotoğrafını çekiyor) bir adet Polaroid fotoğrafı, küçük sarı plastik golf sopası, resimler, şampanya mantarı...***İlişkileri ilerliyor...Aylardan, ekim, kasım, aralık oluyor.Bu arada Claire, kafayı Thomas'tan çok, onun karısına takıyor. Ama Thomas'a hiç soru sormuyor. Her şeyi kendi kafasında yaşıyor. Gün 24 saat, yemiyor, içmiyor, sürekli o kadını hayal ediyor: ‘‘Mimar olduğuna göre, mutlaka birlikte oturdukları evin projesini o çizmiştir. Mutlaka güzeldir. Beceriklidir. İyi yemek yapıyordur. Sabahları kocasını yolcu ediyordur. Akşama görüşürüz diyordur. Şu an, mutlaka uzun saçları darmadağınıktır. Üzerinde kendisine büyük gelen kocasının sabahlığı vardır.’’Claire, Thomas'a göre yaşamaya başlıyor.Parfüm kokusu üzerine siner, o da karısına açıklama yapamaz diye parfüm sürmeyi kesiyor. Akşamları yediden sonra hasta alırsa, Thomas'la birlikte olacağı sürenin azalma ihtimali karşısında kararını veriyor: Yediden sonra hasta bakılmayacak!Bir ambulans sireni mi duyuyor, hemen bir kaza oldu diye düşünüyor, ya şantiyelerden birinde olduysa, ya Thomas'ın başına bir şey geldiyse?Bütün bu ihtimaller üzerine teoriler geliştiriyor: ‘‘Tabii ki o, bütün randevularını iptal edeceğim, hemen Thomas'ın yanına koşacağım. Serumunu kontrol edecek, röntgen filmlerini inceleyecek, iğnelerini ben yapacağım. Ama hangi hastaneye götürüldüğünü hiç bilmeyeceğim! Ve o gözlerini açtığında, ilk gördüğü kişi karısı olacak. O kadını kollarına alacak. Çünkü o, onun karısı, o parfüm kullanabilir!’’Şimdi siz zannediyorsunuz ki, Claire, Thomas'ın karısı olmak istiyor...Yine, yanıldınız...***Ve yeni yılın ilk günlerinden birinde...Claire, Thomas'tan çok önemli bir açıklama duyuyor. Güldüğünü sandığı bir anda, Thomas'ın ağzından şu lafların döküldüğünü duyunca ağladığının farkına varıyor. Çünkü Thomas, ‘‘Ben evli filan değilim, çocuklarım da yok!’’ diyor. Küçük ayak parmağı mandalina dilimi şeklinde olan erkek, alçak ve yumuşak bir sesle, karşısındaki kadına onu asla terk etmeyeceğini anlatıyor.***Sonra mı ne oluyor?Claire için, üzerine kafa yorması, kendini kıyaslaması, rekabet etmesi için bir kadın kalmıyor. Çünkü Thomas evli değil. İsterse, artık o da Thomas'la evlenebilir.Ama o, bunu istemiyor.En çok da kitabın finalini çok sevdim.Claire'in yeni bir hastası var. Adı da Bay Corey. Ama o gerçekten evli. Yani bir adet Bayan Corey mevcut! Adam, sarılık olduğu için sürekli kontrole Claire'in muayenehanesine geliyor. Ve bir seferinde giderken, bir şey düşürüyor. Düşürdüğü şey, bir adet kibrit...Hadi şimdi siz tahmin edin Emmanuele Bernheim, hikayenin sonunu nasıl bağlamış?Claire, adam gittikten sonra, masasına doğru ilerliyor, çekmeceyi çıkarıyor ve o içinde bulunan, Thomas'ı temsil eden (özenle sarı kağıtlara sarılı şekerlerden şampanya mantarına kadar) her şeyi çöpe atıyor.Çekmeceyi yerine takıyor.Gülümsüyor...Ve bu sefer de içine Bay Corey'in kibritini koyuyor.***Ben, kitabı bitirdiğimde, zaten incecik bir şeydi, röfle sıram gelmişti. Saçlarım alümiyum kağıtlar arasında parsellenirken, (şu anki ruh halim kitapta tarif eden duygulara uzak olsa da) niye hayatı zorlaştırdığımızı düşündüm, kurallı olandan kaçıp, kuralsıza gittiğimizi, zor olanla boğuştuğumuzu, hep ona takıldığımızı...Normal olan bize ‘‘düz’’ mü geliyor?Engelleyemiyor muyuz kendimizi, durduramıyor muyuz?Esas olan nedir, rekabet mi, kleptomani mi, yoksa çalmak mı, zafer kazanmak mı?
Yazarın Tüm Yazıları