Asıl kadınlar aldatır

Her erkek aldatırmış. Pöh!

Bu lafı kadınların ağzından duymak hadi biraz anlaşılabilir. Erkeğini seçememiş, ya da belki bulamamış kadının zavallılığının dışa vurumudur, der geçersin.

Bir erkek deyince külahlar değişiyor. Her erkek aldatır buyuran bir erkek ya kadın yalakasıdır, ya ahlak yalaması.

Hamdi Koç isimli bir erkek uzmanı, piyasaya yeni çıkan kitabının Sabah’ta yayınlanan tanıtım söyleşisinde Halime Sürek Kahveci’ye, ‘Kim olursa olsun bir süre sonra karısını aldatır’ demiş. Hızını alamamış eklemiş, ‘Eğer aldatmıyorsan ya cesaret edemiyorsundur ya imkan olmuyordur.’

Aldatmayan erkek yoktur, aldatamayan erkek vardır demeye getirmiş. Bir bildiği vardır herhalde. Deneyime saygı duymak gerekir. Aldatamayan erkek vardır gerçekten. Aldatmayan erkek yoktura gelince, orda beş dakka durmak gerekir. İşin asıl gerçeği tam tersini söylüyor. Aldatmayan kadın yoktur diyecek değilim ama yok denecek kadar azdır.

Çiftleşme ile çift olma farklı şeyler. İnsanlar arasında kurulan çift olma ilişkisini, hayvanlar arasında olan çiftleşme ilişkisinden duygusallık ayırır.

Aldatma denince işin hep cinsellik yönü düşünülür. Duygusallık atlanır nedense. Ama asıl aldatma duygusal olanıdır. Bunu da hep kadınlar yapar.

Erkek cinsel olarak aldatınca, genellikle yine karısına, sevgilisine döner. Üçüncü kişiyle girdiği ilişkide duygusal bir yön yoktur çünkü. Varsa eski ilişkisini bitirir zaten.

Kadın öyle değildir oysa. Bir kadının duygusal bir yakınlaşma duymadığı bir erkekle cinsel ilişkiye girmesi çok nadirdir. Cinsel olarak aldatan bir kadın, mutlaka duygusal olarak da aldatıyordur.

Üstelik kadınlar cinsellik olmadan da aldatırlar. Gittikleri her ortamda beğenilmek isterler. Flört ederler.

Karısını, sevgilisini cinsel olarak aldatan erkeği savunduğum sanılmasın. Eşten saklanan her eylem aldatmadır ve ahlaksızlıktır. Kimse de bu ahlaksızlığı, ‘her erkek aldatır’ diyerek meşrulaştıramaz. Ama demem o ki, duygusal aldatma cinsel aldatmadan daha da beter bir ahlaksızlıktır.

Ve insanları hayvanlardan ayıran duygusal tekeşlilikse, asıl kadınlar aldatır.

Göz bir yerden ısırırsa

Galatasaray’ın 100. yılı için ünlü grafik sanatçısı Bülent Erkmen’e çiziktirdiği logo tartışma yaratmaya devam ediyor. Okurlardan yağan mesajların çok büyük bir kısmı logoyu beğenmediklerini söylüyor. Beğenen az sayıda okurun büyük bölümü de mesajlarının sonunda başka bir takımın taraftarı olduğunu itiraf ediyor. Bu arada camiada logonun sırf Bülent Erkmen’e ayıp olmasın diye kabul edildiği, Başkan Özhan Canaydın’ın da aslında logoyu hiç sevmediği konuşuluyor. Galatasaraylılar arasındaki mesajlaşmada elden ele dolaşan bir logo da var. Logo bir İngiliz kitap yayıncısı olan Lion Publishing’in sitesinden alınma. www.lion-publishing.co.uk/features/Aslan_Trust.htm adresinden ulaşılan logonun Bülent Erkmen’in çizimine benzerliği tartışılıyor. Yorumsuz olarak yayınlıyorum. Bakın, bezeşip benzeşmediklerine siz karar verin.

Basın düşmanı Reha Muhtar

Reha Muhtar, alışveriş merkezi restoranı Papermoon’u övmüş... ‘İsteyen restoranlar önlerinde gazeteci bekletmiyorlar, Papermoon bunlardan biri’ diyerek, Beymen Brasserie’nin patronu Cem Boyner’i gazeteci kışkışlamaya özendiriyor.

Papermoon’un önü halka açık bir cadde. Halka açık alanda isteyen her vatandaş istediği gibi dolaşır, bekler, durur... Buna gazeteciler de dahil. Yine halka açık alanda yiğidin malı meydandadır. Kamuya açık alana adım atıldı mı, kişisel mahremiyet giysinin altında kalır. Eteğin altına kamera uzatmadıkça, kamuya açık alana çıkan herkesin fotoğrafı çekilebilir.

Hal böyleyken, Reha Muhtar’ın restoran önünde gazeteci bekletmemeyi övmesi, anlaşılır gibi değil. Eğer Muhtar haklıysa, Papermoon gerçekten kapısında gazeteci bekletmemeyi başarıyorsa, bunu nasıl başardığını sorgulamak gerekir. Gazetecinin sokakta gezmesi serbest olduğuna göre, Papermoon bu gazetecileri sokaktan kovmayı nasıl beceriyor acaba? Gazetecilerden kibarca rica ediyorlar ve bizim gazeteciler de eyvallah mı diyor?

Görevlerini yapmaya çalışan gazeteciler her gün bu Reha Muhtar zihniyetiyle savaşmak zorunda kalıyor, kimi zaman şiddete de maruz kalıyorlar. Örneğin geçen gün Mehmet Ali Erbil’in poposundan medet uman bir filmin, tek bir filmini bile seyretmeye değer bulmadığım yönetmeni Ferdi Eğilmez, filmin basın gösteriminde fotoğraf çeken gazetecileri bir odaya tıkıp, tehdit etme cürretini gösterdi.

Reha Muhtar zihniyeti gazete köşesinde yer bulabiliyorsa, bu zihniyetin avama yansımasını yadırgamamak gerekir...

Lolita Filiz Akın

Sabah Hürriyet’i açıp Filiz Akın’ın yeni fotoğrafını gördüğümüzde Ertuğrul Özkök ile eşi arasında geçen diyaloğun aynısı geçti eşimle aramızda. Lale, ‘Filiz Akın ne kadar gençleşmiş’ dedi, ‘Eski halinden bile çok daha güzel olmuş.’

‘Evet’ dedim, ‘Liseli bir lolitadan farkı yok...’

Lale, yazsana bunu dedi. Ertesi gün bir baktık, Ertuğrul Özkök hislerimize bire bir tercüman olmuş. Yalnız bizim de değil, muhtemelen o fotoğrafları gören herkesin düşündüklerine...

Dolayısıyla ben bugün Filiz Akın’ın güzelliği ve gençliğine ek olarak bu güzelleşme ve gençleşmenin doğurabileceği bir risk üzerinde de durmak istiyorum.

Malum insan kısmının Y kromozomu eksik hısmının güzellik ve gençleşme uğruna yapmayacağı şey yoktur. Hani keçilerin çikolata kaplı fındık draje formundaki çayır süslemeleri, insanı gençleştiriyor deseler, kadın kısmısı kendini çayırlara vurup, keçi nanesi toplamaya, yemeklerden sonra birer adet keçi hapı yutmaya başlar.

Filiz Akın’ın kemoterapi ve radyoterapi sonrasında yaşadığı güzelleşme ve gençleşmenin de benzer bir etki yaratmasından korkuyorum. Şimdi ister misiniz kadınlar kliniklerin kapısına dayanıp, biz de kemoterapi, radyoterapi olmak istiyoruz diye tutursunlar. Olur mu olur vallahi.

Aman diyorum, kadın ablalarım, siz Filiz Akın’ın güzelliğine, gençliğine özenmeyin. Onunkisi içinden gelen bir güzellik, içinden gelen bir gençlik. Beynindeki düşüncelerin ve ruhundaki duyguların yüzeye yansıması. Radyasyonla, zehirli ilaçlarla ilgisi yok. Güzelleşmek, gençleşmek istiyorsanız beyninizle ve kalbinizle ilgilenin.
Yazarın Tüm Yazıları