Asansördeki yakışıklı!

B'den asansöre bindik.Asansör boştu.Boştu ama feci bir koku vardı.Belli ki, bir önceki durakta Z'de, sahibi kokusunu bırakıp sonsuzluğa karışmıştı.İyi de bizim ne suçumuz vardı?Birden, paniğe kapıldık.Ya, o kokunun bizden geldiği düşünülürse, biz ne yapardık? *Buzdolabının sebze konulacak bölümünde nedense hep bir talihsiz domates olur. Hayatın tüm yükleri altında ezilmiştir. İhmal edilmiştir. Bir türlü bir salataya mal edilmemiştir. Sonunda da, kendini bırakmış yaşlı bir adam bedeni gibi diriliğini kaybetmiştir. (Bu acımasız cümleyi özellikle yazdım. Çünkü nedense hep diriliğini kaybetmiş kadın bedenlerinden söz edilir. Halbuki tersi de pekala hayal edilebilir!) İşte, onlar bazen kokar. Adamlar değil domatesler...Ya da bazı patateslerin başına benzer şeyler gelir. Yoksa, siz hiç terlemiş bir patates görmediniz mi? Küçük, şeffaf, terleri kuruyan, bazen de çürüyen patateslerin kokusu hiç burnunuza gelmedi mi?Yazın pek hoş dursa da, çorapsız bir ayakkabı içinde, zaman öldürmek durumunda bulunan ayaklar da kokar...*İşte, içinde bulunduğumuz durum tam da buydu. Biz o asansörde, kokan ayakların terk ettiği ayakkabıya giren, iki kokmayan ayak gibiydik.Kokan ayaklar ise, suç mahallerini, suçlarını havada asılı bırakıp, bize teslim etmişlerdi.Onlar çekip gitmişlerdi. Biz ise...Önce, birbirimize baktık.Sonra, gülmeye başladık.Asansör hala yukarı çıkmaya devam ediyordu. Tanrı, bize nasıl bir kader hazırlıyordu? Z'yi atlattık, asansör durmadı. 1'i geçti. Oleeey! 2'yi de geçti.Derken 3 ve 4 de atlatıldı...Tam rahatlayacakken...5'te kalakalındı!*Asansör, yavaşça durdu.Anahtarla ya da sivri başka bir şeyle ayıp lafların kazındığı (Bunu da kesinlikle erkekler yapıyor, hangi dürtüyle yaptıklarını da bilmiyorum. Hangi dürtüyle yaparlarsa yapsınlar. Onlar asansördeler! Hiçbir kadının bir anahtarla oraya buraya çeşitli organ isimlerini yazdığı düşünemiyorum, bu vesileyle de bunu yazmayı bir görev biliyorum) metal kapı zınk diye açıldı.İşte en fenası buydu...Uzun zamandır gördüğüm en çekici adam karşımızda duruyordu. Tanrım nasıl da hoştu. (Biz çok alışık değiliz de bu Medya Towers içinde böyle adamlar görmeye!) Üstelik ne de güzel kokuyordu. Ayakkabıları, pantolonu, kemeri, olmayan göbeği, göğüsleri, gömleği, gömleğinin yakasından görünen teni, çenesi, dudakları, dişleri, gözleri, gülümsemesi...Ona o kadar çok baktık ki, sonunda o da bize baktı. ‘‘Merhaba'' demek zorunda kaldı. Ama eminim o bize ait olmadığını asla kanıtlayamayacağımız kokuyu da aldı!*Hadi bu bir derece...Bir de tuvalete girerken bir korku sarıyor beni.İnsanların bu ülkede genelde sifon çekme adetleri yok, tamam ama...Ya sifon da çalışmıyorsa!Ya ben, onlar adına çekemezsem sifonu... İşte en büyük korkum bu!O zaman, onların günahları benim boynuma kalacak.Ve o anda, sırada bekleyen birisi varsa, çalışmayan tuvaletin içindeki manzaradan beni sorumlu tutacak!Ne anlatabilirsiniz o anda...Göreceğiniz manzaranın benimle bir alakası yoktur mu diyeceksiniz, alelacele orayı terk mi edeceksiniz?Çok feci.Çok utanç verici.*Asansörden tuvaletine, tuvaletinden trafiğine kadar hep aynı şey!Bu trafikde araba kullanmak da böyle bir şey...İyi sürücü olabilirsiniz. Dikkatli, piri pak, temiz biri de olabilirsiniz. Ama yine de başka arabalara dikkat etmek zorundasınızdır. Gelip çarpabililer. Ya da öyle numaralar yapabilirler ki, sizi zor durumda bırakabilirler...Hiç hak etmediğiniz halde altından kalkamayacağınız bir durum içinde bulabilirsiniz kendizi.Asansörde karşılaştığımız o yakışıklı adamın o kötü kokunun bizden gelme ihtimalini zannetmesi gibi.Ya da tuvalette kesinlikle bana ait olmayan şeylerin bana ait olduğunun düşünülmesi gibi.Başka sorum yok.Sorunum da...
Yazarın Tüm Yazıları