GeriSeyahat Arnavutluk’un bin pencereli beyaz şehri
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Arnavutluk’un bin pencereli beyaz şehri

Arnavutluk’un bin pencereli beyaz şehri

Arnavutluk’un mimarisiyle dikkat çeken şehirlerinden biri Berat. Mangalem, Gorica ve Kale adlı eski mahalleleri, 2008 yılında Dünya Mirası Listesi’ne adını yazdırmayı başardı. Nedeni de, eski kentin Osmanlı döneminin tipik mimari karakterini yansıtan nadir bir örnek olması. İki bin 400 yıllık geçmişe sahip, diğer adıyla Bin Pencereli Şehir olarak anılan Berat’ı İzmir’de yaşayan profesyonel tur rehberi Mehmet Muammer Ertan gezdi, izlenimlerini yazdı.

Farklı ülkeleri keşfetmeyi kendine amaç edinmiş bir gezgin olarak, bu sene temmuz ayında ailemle birlikte Balkan turuna çıktım. Sırbistan’ın başkenti Belgrad’tan başlayıp Makedonya’nın başkenti Üsküp’e kadar gittik. 17 günde Sırbistan, Bosna-Hersek, Karadağ, Arnavutluk, Makedonya ve Kosova gibi altı ülkeyi gezme şansını yakaladım. Hepsinin belli başlı kentlerini gördükten sonra, içlerinde bende iz bırakanlar, ilerde tekrar geri dönme isteği uyandıranlar oldu. Bunlardan birisi de Arnavutluk’un tarihi ve kültürel anlamda sayısız güzellikler sunan kenti Berat’tı. Hayal kırıklığı yaratan bir kent olarak belleğimde yer etmiş başkent Tiran’dan sonra Berat’ı görmek, deyim yerindeyse ilaç gibi geldi. Tam bir açık hava müzesi olan kentin mimari dokusu çok iyi korunmuştu...

 

KÜLTÜR DEVRİMİ YIKILMASINI ÖNLEDİ

Biz, Tiran’dan araba kiralayıp güneye doğru 130 kilometre yol katederek Berat’a ulaştık. Yaklaşık iki saat sürdü. Bir diğer alternatif, yine Tiran’dan otobüse binmek. Arabayla gidecekler, önce Adriyatik sahilinde yer alan Durres’e uğrayıp oradadan da Lushnja üzerinden Berat’a ulaşabiliyor. Yalnız bu güzergâh, Arnavutluk’un birçok yerinde olduğu gibi biraz bakımsız. Bu durum hız düşürmeye sebep oluyor. Çevresi çoğunlukla tarımsal arazilerle kaplı olan yolda, Enver Hoca döneminde ülkenin her tarafında bolca inşa edilmiş sığınaklara rastladık. Her biri yaklaşık 10 asker alabilecek kapasitede yapılmış bu sığınakların sayısının tahmini rakamlara göre ülke genelinde 700 bin civarında olduğu söyleniyor.

 

/images/100/0x0/55ea57a1f018fbb8f879b2d3
64 binlik nüfusun yaşadığı küçük kent Berat’a girdiğimizde bizi karşılayan, şehrin tam ortasından geçen Osumi Nehri ve iki yakasındaki mahalleleri birbirine bağlayan en eski köprü Gorica oldu. Kent, 18. yüzyılda Osmanlı idaresi altındayken Ahmet Kurt Paşa tarafından taştan yaptırılmış olan bu köprü, 1880’de nehrin taşması sonucu yıkılmış. Neyse ki 1930’larda eskisi gibi yeniden inşa edilmiş. Eski Berat kentini oluşturan üç mahalleden ikisi nehrin her iki yakasında yer alan Mangalem ile Gorica. Bir diğeri mahalle ise kentin en yüksek noktasındaki Kale. İşte bu üç eski mahalle, 2008 yılında Dünya Mirası Listesi’ne adını yazdırmayı başarmış. Nedeni de, eski kentin Osmanlı döneminin tipik mimari karakterini yansıtan nadir bir örnek olması.

 

İki bin 400 yıllık tarihi geçmişe sahip olan Berat’ta ilk göze çarpan evler oluyor. Eski kentte yer alan beyaz boyalı evlerinden ötürü Berat, “Beyaz Şehir” olarak da anılıyor. Ama bu iki katlı evlerde çok sayıda pencere olduğundan Arnavutlar Berat’a daha çok “Bin Pencereli Şehir” diyorlar. Ünlü Türk Seyyahı Evliya Çelebi de 1670 yılında Berat’ı ziyareti sonrası Seyahatname’de bu evlerden bahsetmiş. Birçoğunun 1851 yılında kenti vuran depremden sonra yeniden inşa edildiğini göz önünde bulundurarak kentin bugünkü görünümünü 19. yüzyılın ikinci yarısında kazandığını söyleyebiliriz. 1948 yılında devlet koruması altına girip müze kent ilan edilen Berat, Enver Hoca’nın 1967’de başlattığı kültür devrimi sırasında yıkımdan kurtulmuş.

 

GÜNBATIMINI KALEİÇİ’NDEN İZLEYİN

Berat’ı keşfetmeye önce Osumi Nehri’nin güney yakasında yer alan Gorica Mahallesi’nden başladım. Sıralanmış beyaz boyalı, kırmızı kiremit çatılı evler arasında dolaşırken, Arnavut kaldırımlı dar sokakları inip çıktım. Bu keyifli yürüyüş sırasında çoğu bakımlı olan evlerde yaşamın devam ettiğini gözlemlerken, bazılarının da tamamen sessizliğe büründüğüne şahit oldum. Kentin bu kısmındaki iki küçük Ortodoks kilisesinden biri olan Aziz Spiridon, mahallenin merkezinde 19. yüzyılda inşa edilmişti. Daha sonra buradan nehrin karşı yakasındaki Mangalem’i seyrettim. Orada da aynı şekilde, tepenin yamacına yaslanmış birbirinin aynı evleriyle mahalle dokusunun oldukça hasarsız korunduğunu gözlemledim. Güzel bir Osmanlı kentini seyretmenin bana verdiği hazzı yaşadım. O anda mimari bütünlüğü günümüze dek korunmuş bir Osmanlı kasabası olan Safranbolu gözümde canlandı... Daha sonra köprüden karşıya geçerek Mangalem Mahallesi’nin dar sokakları arasında gezimi sürdürdüm. Burada da benzer manzaralarla karşılaştım. Bahçesi olmayan çoğu evin girişi dar sokaklar üzerindeydi. Bu mahallede yer alan Aziz Michael Kilisesi, Berat Kalesi’nin güney yamaçlarında kaya üzerine 14. yüzyılda inşa edilmiş. Geç Bizans döneminin tipik bir örneği olan kilisenin tepede olması nedeniyle, en güzel görüntüsü karşı kıyıdaki Gorica Mahallesi’nden yakalanıyordu. Aşağı kısımda, Osumi Nehri kıyısında yer alan Bachelors Cami (Bekarlar) ise 1827 yılında inşa edilmiş revaklı ön cephesi ve dış duvar resimleriyle görülmeye değerdi. Mimarisiyle de çevresindeki evlerle bir bütünlük sağlıyordu.

 

Gün batımına doğru Mangalem Mahallesi’nin üst kısmında yer alan kaleye tırmandım. Antik Çağ ve Orta Çağ’da Osumi Nehri seviyesinin 187 metre üzerinde yükselen surlarla çevriliymiş Berat kenti. Bu stratejik konumu, aşağıda nehrin oluşturduğu vadiden geçen yolların kontrolünü sağlarmış. Kent, 13. yüzyıla kadar bu kale bölgesinde gelişmiş. Berat’taki bu surları ilk kez İlliryalılar M.Ö. 3. yüzyılda inşa etmiş ve şehre Antipatra adını vermişler. Daha sonra şehri ele geçiren Bizanslılar surları yeniden düzenlemiş. Bir ara Bulgar ve Sırpların da eline geçen kent, 1417 yılında Osmanlılar tarafından fethedilmiş. Sonuçta 24 kuleli kale surlarıyla çevrili bu kısımda Bizans ve Osmanlı dönemlerinin izlerini görmekteyiz. Kent, tıpkı yapısı gibi adını da Osmanlı döneminde almış ve bugüne kadar korumayı başarmış.

 

/images/100/0x0/55ea57a1f018fbb8f879b2d5
“Kaleiçi” diye adlandırılan bu tarihi mahalle Ortaçağ’dan kalma yapıları, Osmanlı dönemine tarihlenen evleriyle göz kamaştırıyor. Kale duvarlarının içinde Ortaçağ’dan şekillenmeye başlayan yaşam günümüze kadar sürmüş. Kaleiçi Mahallesi de Gorica ve Mangalem gibi bugünkü mimari görünümünü 1851 depreminden sonra kazanmış. Çoğunluğu 18 ve 19. yüzyıl mimarisi özelliklerini taşıyan çok pencereli evlerin şekillendirdiği bu mahallenin Arnavut kaldırımlı dar sokaklarında dolaşırken, domino oynayıp sohbet edenlere rastladık. Evlerinin önünde oturmuş akşamüstü saatlerinin keyfini yaşayan yaşlısı, genci bizleri görünce ve bir de Türk olduğumuzu öğrenince epey ilgi gösterdi.

 

İKİ DİN BİRARADA

Surlar içinde 10 kilise ve birkaç cami kalmış. İki farklı dinin ibadet yerlerinin Osmanlı’dan bu yana korunmuş olması, Hıristiyan ve Müslüman halkın sorunsuz bir şekilde birlikte yaşadığına işaret ediyordu. Bunlardan Aziz Trinity Kilisesi, 13 ve 14. yüzyıllarda taş ve tuğla kullanılarak inşa edilmiş bir Bizans kilisesi. Çok güzel bir panoramik lokasyona sahip. Evliya Çelebi’nin kenti ziyareti sonrasında işaret ettiği gibi kalenin güney tarafında yer alan Kızıl Cami de 15. yüzyılda Sultan II. Beyazıd tarafından yaptırılmış. Kale içindeki en eski cami olan bu yapının en iyi korunan yeri, minaresi. Adını da minaresinde kullanılan kırmızı renkli çinilerden alıyor.

 

Kentteki tarihi eserler arasında, Bizans mimarisini en iyi temsil eden eser ise kalenin merkezinde evlerin arasında dar bir sokakta sıkışıp kalmış, Azize Meryem’e adanmış olan katedral. 1797’de yeniden inşa edilmiş olan bu katedral, günümüzde Onufri Milli İkonografi Müzesi olarak kullanılıyor. 16. yüzyılda yaşamış, özellikle Bizans stili ikonlarıyla ve freskleriyle tanınan ünlü Arnavut ressamın adını taşıyan müzede, Onufri’nin yanı sıra başka Arnavut sanatçıların da ahşap üzerine işlenmiş pek çok meşhur, göz kamaştırıcı ikonu görülüyor.

 

Kaleiçinde dolaşırken başıma gelen en ilginç olay ise, Doğu Roma İmapartorluğu’nun kurucusu Büyük Konstantin’in büstü ile karşılaşmam oldu. Kaleden ayrılıp aşağıya doğru inerken iki katlı bir tüccar evi gördük. 1979 yılında restore edilerek Etnografya Müzesi’ne dönüştürülen bu tipik Berat evini ziyaret etmek de mümkün.

 

Tarihi cami ve kiliseleri, beyaz boyalı, kırmızı çatılı taş ve ahşap evleriyle ülkenin en güzel yerleşimlerinden biri Berat. Arnavutluk’a kadar gelip, insanı etkileyen bu göz kamaştırıcı kültür kentini görmeden gitmek, büyük bir kayıp.

 

Ne Yenir:

BERAT BİFTEĞİ

Kentte yemek yemek için pek çok seçenek var. Ama öğlen yemek yediğimiz Castle Park Otel’in restoranını kesinlikle öneririm. Buraya ulaşmak için Gorika Mahallesi’nden yukarıya doğru yaklaşık bir buçuk kilometre yol çıkılıyor ve vardığınızda sizi tepede panoramik vadi manzaralı bir restoran karşılıyor. Yemekler de, servis de mükemmel. Şık döşenmiş bir restoran. Garsonlar İtalyanca ve İngilizce biliyor. Burada Arnavut mutfağının geleneksel lezzetlerini bulmak mümkün. Bunlardan biri de Berat Bifteği. Fiyatlar da çok uygun.

 

Ne Alınır:

AHŞAP OYMALI EVLER

Mangalem Mahallesi’nin nehir kıyısındaki alt kısmında sırayla birkaç hediyelik eşya mağazası var. Bu dükkanlarda, kentin sahibi olduğu eski bir gelenek olan ve günümüze kadar gelen el işi artizanal ürünler bulunabilir. Bunlar arasında en dikkat çekici olan Berat evlerinin resmedildiği ahşap oymalardır.

False