Araştırma Dünyasından

Güncelleme Tarihi:

Araştırma Dünyasından
Oluşturulma Tarihi: Ekim 15, 2004 00:16

Portakal büyüklüğündeki kırkayak şaşırttı

Bochum Ruhr Üniversitesi bilim adamları Madagaskar’daki araştırmaları sırasında yuvarlanmış durumda portakal büyüklüğünde olan bir kırkayak türü (Spirostreptus gigas) buldular. Zoolog Thomas Wesener tarafından bugüne dek bulunan beş yeni tür, kuru yaprak ve çürümüş ağacın indirgenmesinde önemli bir rol oynuyor. Dev kırkayakların geçmişi dinozorlardan daha eskidir ve yağmur ormanlarındaki toprağın veriminden sorumludurlar. Mükemmel bir şekilde yuvarlanarak top şeklini alan bu hayvanlar 100 yılı aşkın bir süredir bilimin ilgi alanı dışındaydı. Kırkayaklar kuru yaprak ve çürümüş ağaçlarla beslendikleri için ekolojik açıdan büyük bir önem taşırlar.

Hayvanlar çürümüş bitkileri parçalayarak mikroorganizmalar tarafından daha kolay indirgenmesini sağlıyorlar ve böylece bitkilerin ana besleyici maddelerini hazırlamış oluyorlar. Kırkayaklar ayrıca toprak içinde hareket ederek toprağı altüst ettikleri için yaşadıkları plantajlar daha verimlidir.

Wesener, dev kırkayağı Madagaskar sahillerindeki yağmur ormanlarında buldu. Tüm adayı kaplayan ormanların büyük bir bölümü yok olmuş, geriye kalanlarsa tehdit altında. Ormanlar kaybolup ince humus tabakası kayıp gittiğinde ise canlılar için tehlikeli olan bir step arazisi oluşmakta.

Kalp riskine karşı kan şekeri daha sık ölçülmeli

John Hopkins Üniversitesi bilim adamları, diyabet hastalarının, kalp hastalıkları ya da inme riskini önlemek için kan şekerini daha sık ölçmeleri gerektiği sonucuna vardılar. Diyabet tip I ve II hastaları normalde kan şekeri değerini günde iki kez ölçüyorlar. Ancak son araştırma daha sık ölçüm sayesinde 8mmol/l değerinin uzun bir süre için aşılmasının önlenebileceğini gösterdi. Araştırma ekibi daha önceleri 10.000 kişinin katılımıyla gerçekleştirilen 13 araştırma sonucu değerlendirmiş. Yeni sonuçlar Annals of Internal Medicine dergisinde yayımlandı. Diyabet hastaları kan şeker seviyesinin 5mmol/l ve 7mmol/l’yi aşmamasına dikkat etmeliler, bu değerler aşıldığı taktirde kardiovasküler hastalık riski yükselmekte.

Bilim adamları ayrıca şeker hastalıklarına kan şekeri değerini uzun vadede izleyip kontrol etmelerini de öneriyorlar. Geçmiş aylarda şekerli hemoglobinde yaşanan %1’lik bir artış bile diyabet tip II hastalarında kalp hastalıkları riskini %18 oranında yükseltmekte. Bu oran diyabet I’de %15 olarak saptandıysa da daha az araştırma değerlendirildiği için sonuç o kadar sağlıklı değil.

Araştırmayı yöneten araştırmacı Sherita Golden ise, diyabet hastaları kan şekeri değeriyle birlikte kolesterin seviyesi ve kan basıncını da ölçmeleri gerek diye konuştu. Kan şekerindeki oynamalar ve kalp hastalıkları riski arasındaki ilişki bugüne kadar kesin olarak bilinmiyordu. Diyabet hastalarının kardiyovasküler hastalıklar nedeniyle yaşamlarını yitirme riski iki misli fazladır.

Bizi tembelliğe iten sinir sistemimiz mi?

İnsanlar hareketlerini mümkün olduğunca hesaplı bir şekilde yapıyorlar. İngiliz bilim adamlarının son araştırmaları az zahmetle çok şey elde etme yetisinin merkezi sinir sisteminde programlanmış olduğunu gösterdi. Londra’daki Konrad Körding Üniversite Koleji araştırmacıları ‘PloS Biology’ dergisindeki yazılarında, hareketlerin ‘yarar-çıkar’ ilkesine göre yerine getirildiğini söylüyorlar. Bu durumu hemen hemen herkes bilir. Otomobilden evin üçüncü katına on tane bavul taşınması gerekiyor.

Burada bavulları taşıyacak kişi için iki seçenek söz konusudur: Ya bavulların tümünü bir defada yukarı taşıyacak veyahut da on sefer inip çıkacaktır. Ama ne var ki bedensel güçten tamamen bağımsız olarak herkes en uygun çözümü bu iki tercih arasında bir yerde bulur. Bilim adamları benzer bir deneyi beş katılımcıyla gerçekleştirdiler.

Ancak burada belli başlı hareket süreçlerindeki bilinçsiz tercihler incelenmiş. Katılımcılardan elleriyle farklı kuvvetler gerektiren bir robot kolunu hareket ettirmelerini istediklerinde bilim adamları katılımcıların burada da ‘yarar-çıkar’ ilkesinden yararlandıklarını saptamışlar. Sürpriz bir biçimde beş katılımcı da aynı şekilde davranmıştı. ‘Bu da temel bir mekanizmaya işaret etmekte’ diyen bilim adamları şimdi yöntemleri sayesinde merkezi sinir sistemi için yeni bilgiler sunabileceklerini sanıyorlar.

Meteroitlerde yaşamın yapı taşı saptandı

Yaşamın gelişimini ilk kez A’dan Z’ye açıklanabileceğinden emin olan Alman kimyacı Uwe Meierhenrich, meteorit analizi sırasında ilk kez iki amino gruplu (NH2) aminoasitler saptadı. Bu bileşiklerin önemi şuradan ileri geliyor: dünyadaki yaşamın oluşumundaki ana işlevi sahip oldukları kabul edilir. Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, meteoritler üzerinde altı farklı iki amino gruplu aminoasit saptandı.

Meteoritte bulunan üç gruplu amino astiler yıldızlararası uzayda fotokimyasal reaksiyonla oluşmuş. Evrenin başlangıcında sadece hidrojen vardı, daha sonra oksijen, azot, karbon ve kükürt gibi nükleik sentezler, bunlardan ise amonyak veya karbondioksit gibi bileşikler gelişmiş. Ve ışığın etkisiyle bunlardan aminoasitler ve iki gruplu aminoasitler oluşmuş. Bileşiğin yapısı uzaydaki ışınlarla oluştuğunu kanıtlamakta. Yıldızlararası mekanda oluşan iki gruplu aminoasitler meteorit, kuyrukluyıldız ve mikrometeoritlerle dünyaya yağmıştı. Son hesaplara göre yılda binlerce ton yerötesi malzeme yağıyor dünyamıza. Bu tür moleküller dünyaya düştüklerinde günümüzdeki yaşam için önemli bir rol oynayan kimyasal evrimin ilk prebiyotik reaksiyonlarını başlatmışlardı.

Çocuklukta aşırı kilo bulimia riskini yükseltiyor

Aşırı kilolu olmalarına rağmen yediklerini kısıtlamayan çocukları, yetişkinlik döneminde Bulimia hastalığı riski bekliyor. Bu tahmin Londra Kraliyet Koleji’nde 154 ikizle yapılan bir araştırma sonucuna dayanıyor. Araştırmaya katılan her ikiz kardeşlerden biri Bulimia hastalığına yakalanmıştı. İkizlerin anneleri soru formlarında çocukların yeme alışkanlıkları hakkında bilgi vermişler. Bu bilgilere göre beslenme hastalığına yakalananların, çocukluklarında gereğinden fazla beslenenler olduğu ortaya çıkmış.

Firavun hayvanlarına özenli mumyalama

Firavunlar dönemindeki hayvanların özenle mumyalandığı anlaşıldı. Kimyasal analizler bazılarının en az firavunlar kadar büyük bir itinayla mumyalandığını göstermekte. Eski Mısır’da Tanrıların temsilcileri olarak kabul edilen hayvanların milyonlarcası mumyalanmıştır. Çok sayıda hayvan mumyasının bulunması nedeniyle bilim adamları bunların özensiz bir şekilde sadece bandajlarla sarıldığını ya da muma batırıldığını düşünüyorlardı.

Fakat şimdi Bristol Üniversitesi’nde gerçekleştirilen bir araştırma bu tezi kısmen çürüteceğe benziyor. İbis (Eski Mısırlılarca kutsal sayılan bir kelaynak türü/ Geronticus eremita), kedi ve iki şahini gaz kromatografisi ile inceleyen Richard Evershed, hayvan bedenlerinin önce bandajla sarıldığı, daha sonraysa mum, hayvansal ve bitkisel yağlar, sıvı yağ ve reçineyle mumyalandığı sonucuna ulaştılar. 28.-30. Hanedanlıklardaki hayvanların mumyalama işlemi insanlarınki kadar zahmetliydi diyor araştırmacılar Nature dergisinde. Yunanlı tarihçi Herodot, masraflar ve zorluklar da dahil olmak üzere mumyalama işlemini üç aşamada anlatır. İlk aşama bedenin temizlenmesi, organların kurutulması ve cesedin bandajlarla sarılmasından ibaret.

Hayvanların da aynı işlemden geçirilip geçirilmediğini saptamak Evershed’e göre neredeyse imkansız. Mumyalama sanatı gizlilik içinde sadece uzmanlar tarafından gerçekleştiriliyordu. Ancak eski Mısırlıların tüm dönemlerde ve tüm hayvanlarda aynı özeni göstermedikleri kesin. Kahire Müzesi arkeologları bazı hayvan mumyalarının içinde sadece birkaç kemik veya sopa bulmuşlar. Hayvan mumyalarının bir kısmı sahibiyle birlikte gömülen ev hayvanlarından oluşmakta. Diğerleriyse tanrılara adananlardı. Örneğin kedi tanrısı Bastet için kedi mumyası uygun görülürken, Anubis köpeği de mezarların bekçisi olarak kabul edilirdi.

Sağlıklı çocukluk = uzun ömür

İnsan ömrünün son on yıllarda uzamış olmasının, insanların çocukluk döneminde bulaşıcı hastalıklardan daha iyi korunmalarıyla ilgi olduğu bildirildi. Amerikalı bilim adamlarının teorileri Science dergisinde yayımlandı. Araştırmacılar insan ömrünün 150 yıldan bu yana uzamasını daha iyi yaşam ve temizlik koşullarıyla, daha iyi sağlık olanaklarına bağlıyorlardı. Los Angeles Üniversitesi’nden Caleb Finch ve Eileen M. Crimmins, İsveç’te 1751 ve 1940 yılları arasında doğan insanların sağlık durumlarını ve ölüm tarihlerini incelemişler. Buna göre çocukların daha iyi tıbbi olanaklar sayesinde bulaşıcı hastalıklara daha az yakalanmaları insan ömrü üzerinde önemli ölçüde etkili olmuş.

Bilim adamları bunu kandaki kronik iltihapların azalmasına bağlıyorlar. ‘Çocuklukta yaşanan kronik hastalıklar damar ve diğer hastalıkları dolayısıyla da yaşlılıktaki klasik ölüm nedenlerini doğuruyorlar.

Daha önceki araştırmalarda sadece yetişkinlik dönemindeki ölüm nedenleri ve oranları dikkate alınıyordu oysa yeni araştırma sayesinde bilim adamları iyileştirilmiş tıbbi olanakların insan ömrü üzerinde sadece doğrudan değil aynı zamanda uzun vadeli olarak da etkili olduğunu kanıtlamış.

Camın çatlamasını önleyen madde

Özel bir kaplama maddesiyle gelecekte çatlayan otomobil camları veya aynalar tarih olabilir. Queensland Üniversitesi’nden Michael Harvey ve Paul Meredith tarafından geliştirilen darbelere dayanıklı ‘XeroCoat’ kaplaması çizilmediği gibi kırılmaları da önlemekte. Science in Public dergisindeki yazıya göre kaplama bu özelliğinden dolayı gözlük camları için de çok uygun. XeroCoat, çıplak gözle görünmeyen minik baloncuklardan oluşan ince bir cam tabakadan ibaret. Bu nano yapı, malzemeyi darbeye dayanıklı kılmakta. ‘Kaplama da camdan oluştuğu için en az cam kadar sert’ diye açıklıyor Harvey. Ayrıca üretilmesi de son derece kolay olduğu kadar ucuz da. Yeni kaplama malzemesi cam ve plastik gibi çok sayıda malzeme üzerinde uygulanarak kırılmaları önleyebilir.

Bilim adamları şu sıralar darbeye dayanıklı kaplamayı, gözlük camı, otomobil camı ve aynı üzerinde uygulanacak hale getirmek için çalışıyorlar. Ama XeroCoat’tan güneş hücresi teknolojisini de yararlanabilir. Bilim adamları malzemenin güneş enerjisini ucuzlatıp daha verimli hale getirebileceğine inanıyorlar.

Terör, İsrail’de trafik kazaları üzerinde etkili

Terör olayları İsrail’deki trafik kazaları üzerinde ne şekilde etkili olabilir? Bu soru İsrailli ve Amerikalı bilim adamlarından oluşan bir araştırma ekibinin araştırma konusu oldu. Elde edilen sonuçlara göre saldırıları takip eden iki gün içinde trafik kazaları azalmakta. Ancak sonuçlar üçüncü günde kazaların yeniden önemli ölçüde arttığını gösteriyor. Bilim adamlarının PNAS dergisinin Internet sitesinde açıkladıkları gibi bu süreçten tipik psikolojik davranış motifleri sorumlu. Hebrew Üniversitesi’nden Guy Stecklov ve Princeton Üniversitesi’nden Joshua Goldstein, araştırmaları sırasında trafik akışı gibi trafik verileriyle birlikte saldırılardan sonraki kazaları karşılaştırmışlar. Bilim adamlarının analizleri 18 ayda tamamlandı.

Bilim adamları saldırıdan sonraki ilk günde kazaların azaldığını ama üçüncü gün %35 oranında artarak önemli ölçüde çoğaldığını fark etmişler. Ayrıca büyük terör olaylarından sonra trafik kazalarındaki artış daha yüksek oluyor. Sonuçlar saldırıdan sonra dördüncü günde kaza oranının yine yıllık ortalama değere düştüğünü göstermekte.

Stecklov ve Goldstein, trafik kazaların ilk günlerde azalmasını, sürücülerin saldırıdan sonra daha dikkatli olmaları ve birçok sürücünün saldırıdan hemen sonra trafiğe çıkmamasına bağlıyorlar. Üçüncü gündeki kazı artışı ise sürücülerin, psikolojik açıdan henüz hazır olmamalarına rağmen, yeniden normal hayata dönmeye çalışmalarıyla ilgili.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!